Çıkış yolu dürüst siyasetçilerde...

Soru ile başlamayı sevmem ama sormak durumundayım: 'Kim kimi kandırır?' Doğrusu, hemen akla

"- Üçkağıtçı; dürüst olan kişiyi kandırır/aldatır." yanıtı gelir her halde...

Ama, sorunun yanıtı sizce doyurucu mu? Yani yeterli mi?

Bana göre "Kim kimi kandırır?" sorusunun yanıtı her yerde ve her zaman "kişi, kendini kandırır önce..." olmalı...

Nasıl mı?

Kişilikler, öncelikle dürüstlükle/doğrulukla oluşur/yücelir. Böyle bir erdem peşinde koşmayan kişi/ler, yani böyle bir heyecanı, görüşü olmayanların ayna önündeki görüntülerinin dili olsa, acaba nasıl seslenir böyle kişiliksizlere:

"- Dürüst ol... Kimi kandırıyorsun?" diye sorar herhalde...

Ama böyle bir soruyu sorabilmek için öncelikle vicdani sorumluluğun kişinin tüm benliğine egemen olması gerekir ayrıca...

XXX

"- Kim kimi kandırıyor?"

Siyasette, sporda, ticarette dahası sosyal yaşamın her alanında ama kişisel, ama toplumsal vicdani sorumluğu önemsemeyip art plana itildiğinde kriz ortamlarına düşüldüğünü yaşayarak bugünlere gelmedik mi?

Tüm olumsuzlukların özünde/temelinde kendi öz benliğimizden kaçışımız, kendimizi inkar edip farklı renklerde kendimize yer arayışımız olmadı mı?

Krizler böyle başladı.

Darbeler böyle geldi.

Ve... Kendi eserimiz, acı gerçeklerle yüzleşince de suçu birilerinin sırtına yüklemeyi hüner bilmedik mi kendimize?

Toplumsal birliktelikten doğan sorumlulukları paylaşmada birbirimizden hemen, hızla kaçmayı yeğlemişiz hep...

XXX

27 Mayıs 1960 öncesi...

12 Mart... 12 Eylül... ve 28 Şubat'ın önceleri...

Hangisini sağlıklı şekilde anımsar ve yine sağlıklı yorumlarsanız, göreceğiniz manzarada herkesin bu tabloya bir renk kattığı, katkı verdiği gerçeği var ortada...

Ama ne yazık ki, zaman akıp giderken ve Hafıza-i nisyan, yani kişi aklının unutkanlığı kimi gerçekleri öğütüp atıyor bir kenara...

Geçen zaman da -bu ülkede maalesef- haklıyı haksız, haksızı da haklı konumuna getirebiliyor kamuoyu önünde... Çünkü, siyasetin temelini oluşturan "Siyasi Partiler Yasası" ile "Seçim Yasası"nı çıkarmayı aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz hala...

işimize gelmiyor da ondan... Ondan sonra da çırpınıp duruyoruz; "-Demokrasi... Demokrasi..." diye.

Siyasetin temelini -kendileri için- kaygan bir zemine oturtanlar; sonuçta önceki öttüklerinden biraz daha farklı söylemlerini son olarak tünedikleri dallarda şakımalarında bir sakınca, bir beis görmeyince kısır döngüler zincirine yeni yeni halkalar eklenmiş oluyor.

Böylece, kendi kendimizi kandırma yarışını sürdürme sevdamız dünlerden bugünlere devam edip geldi, devam ediyor.

XXX

Ülkemiz siyasetini içine düştüğü bu durumdan kurtaracak olan yine halk önünde dürüst siyasetçiler olacak...

Bakmadan Geçme