Bazı sözler, bazı kelimeler ve bazı cümleler vardır ki haddini hududunu aştığı için, varılmak istenen hedefe asla varılamamıştır. Güzergahı üzerine sayısız manialar konulmuştur.
İster sağ kesim isterse sol kesim olsun, bu biraz da bize özgü bir durum olsa gerek. Çünkü bir ayar çıtamızın olmaması, toplum olarak yeteri seviyede bir anlayış geliştirmemize engel teşkil etmiştir.
Kişilerin etrafına duvar örmeyi ve sur ile çevirmeyi, onu anlaşılmaz kılmayı ve ona ulaşmayı engellemeyi bir marifet zannediyoruz. Bunun neticesini bildiğimiz halde aklımızı bir kenara bırakarak, sulta, tahakküm, otorite ve baskı altına girmeyi talep ediyoruz. Yapılacak işler var ise, bu kapsamda sorumluluk almayı da hiç istemiyoruz.
Bizdeki biat ve tapınma kültürü adeta içimize işlemiş. Kişileri ve olayları bütün yönleriyle anlamak varken, niye o kişileri anlamazlık çeperine çiviliyor ve mahkum ediyoruz?
Kişileri mitleştirmek, kitleleri uyutan yalancı bir masala dönüştürmek, sonrasında da efsane haline getirerek onu dokunulmaz kılmak; bu huyumuz değişmeyecek anlaşılan.
Birinin gölgesinde yaşamak, gölgesine sığınmak, gölgesinde gölgelenmek kişiyi bağımsız ve özgür düşüncenin dünyasına ulaştıramaz. Tapınmacı zihniyetler, kitleleri mankurt bir varlığa dönüştürür. Soru soran ve sorgulama yapan bireyler toplumsal değişimlere ön ayak olmuşlardır.
Kimseye bir faydası olmayan, bilakis toplum olarak daha da cahil bir kitle olarak kalmamızın sebebi olan bu süreçleri aklıselim bir seviyede neden yürütemiyoruz?
“Olmasaydın, Olmazdık” sözü, Kemalizm'in çevresine örülmüş bir sur gibi Mustafa Kemal’i anlamayı zorlaştırmış ve onu dokunulmaz kılarak bir efsaneye nasıl dönüştürmüşse, benzeri sözlerin de akıbeti o olacaktır.
“Hepimiz Deniz’in parkasından çıktık” lafı da bu kapsamda değerlendirildiğinde, örülen bu taş duvarlar, o tarihi kişiye ve onun düşüncelerine hiçbir katkı sağlamayacağı anlaşılmalıdır.
Bu cümleler, bir yazıda veya bir şiirde “bir imge” olarak kullanılabilir ama sınırı aşarsa işte o zaman manasını yitirir. Çünkü bu gibi fantezi betimlemeler, gerçeklik olgusu olmayan bir heyulaya dönüşür, bütün sevimliliğini ve gizemini de kaybeder.
Yaşanan gerçek hayatta, müspet bir karşılığı ve katma değeri bulunmayan düşünce sisteminin insanlara bir faydası olması olası değildir. Sonu güzele ve doğruya çıkmayan her yol, içinde kir barındırabilir.
Bey’at kültürüne, putlaştırmaya, el pençe divan durmaya, kutsal gölgelikler inşa etmeye, tabulara, izmlere ve aklı devreden çıkaran bütün her şeye sonuna kadar hayır demek elzem bir durum olsa gerek şu medeni yaşam döngüsü içerisinde.
Hür ve temkinli düşünceye, evrensel insani değerlere, her toplumda kabul gören temel hak ve özgürlüklere de evet demek insani bir haldir. Bu akli yol, reel bir düşünce tarzı ve rasyonel bir yaklaşım tarzıdır.
Hem kişi hem de düşünce bazında itidal içinde bulunmak, ölçülü bir his ile fikir dünyası inşa etmek herkesi mutlu edecektir diye düşünüyorum.
Hele ki distopya misali yaşadığımız, çerçevesini çizemediğimiz ve hiç anlam veremediğimiz şu zaman diliminde yapılanlara baktığımız vakit, hâlâ aklımız başımıza gelmeyecek mi?