Dıgırlanıp gidiyoruz

Van Gölünün sularının dinlendiği o akşam saatlerinde Kadembastı sırtlarında dostlarla yıldızları seyrederken Murat Oto Hocamızla, İkram Kali bir an sessizlik istediler. Sustuk… Gece kuşları da sustu… Hemen yanı başımızda dans eden ateş böcekleri son ışıklarını gönderip kayboldular. Ve tezenesini Udunun tellerine dokunduran Murat hoca minik bir yol gösterdi İkram'a ve o hiç duymadığımız Van Türküsünü söylemeye başladılar.

Türkünün adı dıgırlana dıgırlanaydı…

Hani genel anlamda yuvarlanmak sözcüğünün Van ağzındaki söylenişiydi…

Ve o an suskunluğumuz bozuldu istemeden o türkünün mısralarını mırıldanmaya sonra da coşkuyla söylemeye başladık.

Halkımız ne söylemişse güzel söylemiş ve hiç boşuna lakırdı etmemiş. Özellikle türkülerde anlattıkları hayatın içinden birer felsefe…

Derler ki türkülerle yaşayanlar türküleşir. Türküleri hayatlarının bir parçası yapanlar da yanlışa asla düşmezler.

Zaten acılarımız, kederlerimiz, sevinçlerimiz, mutluluklarımız hep türkülerin içindedir.

Bilgelerden biri:

"Bana şarkılarınızı ve türkülerinizi söyleyin size nasıl yönetildiğinizi anlatayım."

Ne kadar doğru bir sözdür. Sosyal bilimde buna alt yapının üst yapıyı belirlemesi de deniliyor. Yani sosyal, siyasal ve ekonomik temelde olan her şey sanat ve müzikte kendini açığa çıkarıyor.

Bugün Âşık Veysel yaşasaydı acılı günlerimiz için kim bilir neler söylerdi. Ya Neşet Ertaş…

Hani bugün yok mu o sanatçılardan diye sorarsanız derim ki:

-Korkunun gölgesine yatmışlar.

Dıgırlana dıgırlana gidiyoruz bir yerlere… Ya hep beraber sürükleneceğiz ya da hep beraber bir birimizin ellerine yapışıp düşmekten kurtulacağız.

 

Yalnızlığımdır darmadağın eden

Bir tuhafım son günlerde.

Elim ayağım uzaklara kaçmış gibi.

Ölçtürüyorum tansiyonumu,

"Normal!" diyorlar.

Şekerime baktırıyorum,

O da fena değilmiş.

Ama bir fenayım.

Sanki yollar bitmiş ayakuçlarımda.

Ne kapım çalıyor.

Ne de telefonumun zili.

Çok zaman önce postacı gelirdi kapımıza.

Ellerinde bir tomar zarf içinde dost mektuplarıyla.

Kimi Hatay.

Kimi Mersin.

Kimi Uşak.

Kimi Ağrı.

Kimi Aydın

Kimi de İzmir damgalı.

Nasılda yorulurdu

Yüzünden gülümsemesi eksik olmayan,

Postacımız Cahit ağabey.

Ya şimdi?

Dudaklarımda susta durdurmuş bir kilit.

Anılar geçiyor gözlerimin önünden ne çok.

İğde kokuları,

Yaz akşamları yapraklarının hışırtısında uyduğum kavak ağaçları.

Büyük annemiz Zehra Hanımın,

Kerpiç evinin avlusundaki leylak ağacını.

Babamın cebinde taşıdığı gazeteyi.

Böbreğim sancıdığında,

Taş düşürdüğümde,

Odun sobasını harlayan,

Mavi leğene eydiğimde başımı.

Saçlarımı yıkayan annemin ellerini özlüyorum

Ölüm mü dayandı can evime?

Keskin bir bıçak ağzında doğranıyor sanki etim.

Sonra bir düşten uyanırcasına.

Ve ürperirken her yanım.

Tutuyor gölgesi duvara yansıyan bir bilge usulca ellerimden

Korkma diyor.

"Korkma!"

Yalnızlıktır darmadağın eden seni.

Bakmadan Geçme