Diş korkularının ilk açıklaması psikodinamik kişilik teorileri açısından yapılmıştır. "AĞIZ BÖLGESİ" denilen "ORALBÖLGE" ruhsal gelişim sürecinde ilk 1,5- 2 yaş öncesi dönemi kapsayan ORAL DÖNEM'i temsil eder. Temel güven duygusunun geliştiği, yakın ilişkilerde benimseme ile "BEN BANA VERİLENİM, İÇİMDE YAŞATTIĞIM UMUT NEYSE BEN OYUM" değerleri içselleştirilir.
Ağız ve etrafının, "bilinçaltı dürtülerinin sembolik temsilcileri olması" ,"ciddi oranda duygusal yükü olması" önemlidir. Oral bölgenin temel dürtüler ve tutkularla bağlantısı, bunların yara alması tehdidi sonucunda dental fobilerin geliştiği vurgulanmaktadır.
Son yıllardaki kognitif davranışçı araştırmalar, negatif olaylara karşı öğrenilmiş veya şartlanılmış tepkilerin önemini ortaya koymuştur. Bunlar, aile tutumları, yaşanmış diş travmaları, ağrıya tahammül edememek, geçmiş fayda vermemiş diş tedavileri ve daha genel aksiyetelerdir. Hastaların çoğunluğu birden çok değişkeni olan sebepler öne sürmektedir.
Orta veya derin hipnoz olabilen fobik bireylerin, gerçek veya hissedilen diş travmalarının kaynağında ve tedavisinde spontane trans halinin önemli olduğu gözlenmiştir.
DENTAL FOBİ VE HİNOTİZE OLABİLİRLİK İLİŞKİSİ
Tedavi ilk önce önleyici olarak hedeflenmelidir. Bu da ilk olarak diş sağlığı eğitimi ve diş tedavisini mümkün olduğunca stressiz bir hale getirme teşebbüsleri ile mümkün olacaktır.
Ağrı dindirici müdahaleler psikolojik tedavi stratejileri ve ilaç tedavisinin kombinasyonunu içerir. Ön şart olarak iyi bir hasta hekim iletişimi kurulmalıdır.
Dental fobik popülasyonun hipnotize olabileceğine dair anlamlı ve çok güçlü bir yığın gösterge vardır ve bunlar hipnoza yatkınlığın fobik bozuklukların kontrolü ve edinimi ile nedensel bir ilişki göstermektedir. Bu, fobik semptomların birden çok sebebi olabileceğini, psikoanalitik, davranışsal, bilişsel ve biyolojik özellikleri olabileceğini reddetmek anlamına gelmez.
Yaş ortalaması 27,2 ve ortalama semptom süresi 134,7 ay olan, diş fobisi tanısı alan 130 ( % 67.7 kadın, %33.3 erkek) hasta değerlendirilmiş. Dental fobik hastalarda, diğer genel popülasyona veya hipnoz ile tedavi edilmiş kronik yüz ağrıları olan diğer 35 hastaya göre çok daha yüksek bir hipnoza duyarlılık gözlemlenmiş.
Hipnoza yatkınlık ve fobik bozuklukların şiddeti arasında çok yakın bir ilişki tespit edilmiştir; birden çok fobik semptomu olanlar sadece bir fobisi olanlara göre çok daha duyarlı bulunmuştur. Hipnoz edilebilirlik ve başarılı bir tedavi sonucu arasında güçlü bir ilişki vardır. Fobik bozuklukların ve hipnoz olabilirliği destekleyen çok canlı bir hayal gücüne sahip olmak, yüksek odaklanabilme yeteneği ve bilgi işlem stratejileri yeteneği iki popülasyonun da esnek olduğunu ortaya koymuştur.
Bulgulardan elde edilen izlenimler dental fobilerin kaynağı kadar, kontrolü açısından da çok önemli olmuştur. Fobik hastaların zihinsel fonksiyonlarının hipnotik indüksiyona da aynı tepkiler veren bir tür eğilim gösterdikleri düşünülebilir. Ayrıca hastalar hipnoza yatkın bireylerin özelliği olan bazı bilişsel fonksiyonları sergileme kabiliyeti olduğunu öngörmüştür.
Terapotik olarak yaklaşım ne bu semptomları bir kenarı atar ne de belirgin olan bu dinamik faktörleri aramak için birincil olarak hipnoza dayanır. Bunun yerine, hipnoz, hastanın kendisinin bu özel zihinsel fonksiyon modunu anlamayı kolaylaştırmasında kullanılır. Hipnoz durumu imajinasyona dayanan duyarsızlaştırma programını ivmelendirecek bir çalışma ortamı sağlayabilir. Cerrahide bireyler için en sıkıntılı psikopatalojik anormal örneklere benzer semptomlar üretmekte kullanılabilir. Eğer birileri bu semptomu oluşturabilir ve hastaya bir dereceye kadar aşinalık kazandırır ve deneysel olan bu durum üzerinde kontrol sağlayabilirse, o kişi psikopatalojik durumların kontrolü ve sebeplerini içeren fonksiyonlar hakkında yeni bir şeyler öğrenmeye başlamış olur.
Daha ötesi, otohipnozun dikkatli kullanımı ile kendini daha etkili kontrol edecek olan hasta, inancını tazeler. Bu metod, ayrıca karşı şartlanma ve davranışların şekillenmesi işlemlerini destekler.
Özellikle çocuklarda spontan trans durumunun tanınması ve kontrolü özel bir dikkat gerektirmektedir. Çocukların özellikle hipnoz edilebilir olduğu düşünülmektedir. Trans durumlarının gerçek veya algılanan diş travmalarıyla olan ilişkisi özenli bir müdahaleyi garanti etmektir. Özellikle fobik çocuklardaki hipnoz çalışmaları, hipnotik telkin açısından dental fobi alanındaki gelişmelere daha fazla katkı sağlayabilir.
Elde edilen sonuçlar ve hala devam etmekte olan tartışmalar hipnozun dental fobi kontrolünde fazlasıyla uygun olacağını öngörmektedir. Literatür, diş tedavilerinde bu tür teknikler ve uygulamaların yüzlercesi ile doludur.
Yorumlar 9