Evelik yemlik günleri
Cemreler düşerken doğa yeniden uyanıyor. Havaya, suya, toprağa derken dilerim taş kesmiş yüreklere de düşer erir, gider dağ başlarındaki kar ve buz gibi kin ve intikam duyguları.
Betondan arta kalan toprak parçaları, tarlalar, bostanlar, bağ ve bahçelerde boynunu çıkarıp güneşi selamlayan nebatlar şimdilerde gel demeye başladı bile. Gel ve beni tanı… Ben ovalarda, vadilerde eveliğim, yemliğim, çatlan kuşum, kuş pepesiyim, çireş otu, devetabanı, yarpuzum… Dağ göğüslerinde turşik, uşkunum, helivanım. Gel topla beni. Kıy, tencerelerin içine aş olayım. Toprakta candım, damarlarında güç olayım diyor.
Betondan arta kalan dedim…
Bir zamanlar ekilecek yerlere otağ kurmayan atalarımızın izini kaybettik. Şimdi en verimli ve bereketli toprakları beton dağlarına dönüştürüyoruz. Bu yetmezmişçesine maden arama gibi doğayı altüst eden tuhaflıkların peşine takılarak tabiat anayı incitiyoruz.
O gönül gözlü ozanımızın türkülere doladığı:
"Karnını yardım kazma ile bel ile/ Yine karşıladı beni gül ile." Her biri bin nasihat sözleri de unuttuk.
Her bahar gelişinde ayaklarım alır götürür yorgun bedenimi gün vurmuş tarlalara. Uzan der boylu boyunca toprağın üzerine. Uzan ki alayım elektriğini, kaygılarını, dünyanın omuzlarına vurduğu telaş yükünü. Sonra da koş der içimdeki ses. O müthiş fırçadan yeryüzüne sürünen bin bir rengin içinde. Değsin başın bulutlara, toprakla öpüşür olsun yalın ayakların.
Yan yana dizilirdik bahar günlerinde tekmil komşularla. Her kesin önünde bezden önlükler, ellerinde keskin bıçaklar. Toprağın armağanı iyicil otları toplardık. Kekiği, dağ nanesini, dere kenarında uzayıp giden yarpuzları, kökleri hiçbir zaman kurumayan su terelerini.
Ve papatyalar, sümbüller… Zeringadek, zambak…Leylak… Doruklarda kara buza eyvallah etmeyen kardelenler…
Sonra bez torbalarda saklanmış bir yıl önceki kişniş, marul, maydanoz, reyhan tohumlarını serperdik bahçelerimizin gün vurmuş yüzlerine. Her bir yan bahar kokardı. Sütümüz, etimiz kekik tadında özü kaybolup yitmemiş. Halide ablanın ineklerinin sütüydü koca tencerelerde kaynatıp üzeri kaymak bağlamış yoğurtlarımız.
Kimin bahçesinde meyve ağacı varsa fidanını takas ederdi sınır komşusuyla. Karanfiller getirmiştim gül yüzlü anama Haçort düzündeki bir mahallenin toprak yüzlü tanışığından. Ve yaprağı şerbet edilen, reçele dönüştürülen gülfidanları…
Ne güzeldik, ne güzeldiniz…
Yüzünüzde bahar çiçeği gibi açardı gülümsemeniz. Merhabanızın içinde hayatı kolaylaştıran dualar saklıydı. Bet bereket doğanın canından, canınıza akmıştı sanki.
Ya şimdi?
Hadi bahar geldi, takın önlüklerinizi, alın ellerinize ağaç kabuğundan, kamıştan örülmüş sepetleri. Toprak ananın yüzü suyu hürmetine pıtrak gibi döküp saçtığı otu gösterin yeni yetme çocuklarınıza, gençlerinize. Size öğretilen gibi öğretin eveliği, yemliği, çatlan kuşu. Dereotunu, kekiği, naneyi… Bak bu kuş pepesi, Akdeniz'de bunun adı semizotu deyin. Sonrada tohuma dönüşecek ne kadar yöresel bitki varsa tanıtın onlara. Tanıtın ki eloğlunun sınır ötesinden anasının nikâhına fiyatlandırdığı tohumlara muhtaç kalmayın.
Bahar işte…
Tıpkı gençliğimiz gibi… Göz açıp kapayıncaya dek gelip geçen… Sakın ıskalamayın!