Farkı fark etmek

Siz okuduktan sonra başkalarının da okumasını istediğiniz yazılar vardır. Ya de kesip sakladığınız, biriktirdiğiniz. Günü geldiğinde, bir söyleşi ortamında:
“Falanca tarihte, o yazıda da anlatılmıştı ya.”Diyeceğiniz.
Hıncal Uluç’un herkesten farklı yöntemleri vardır. Sizin ak dediğinizi, öyle bir farklı açıdan yakalayıp yazar ki, son noktayı koyduğunda, yazdıklarınızın gri de olabileceğine şaşırır, olaya bir de o açıdan bakılması gerektiğini düşünmek zorunda kalırsınız.
Günümüzde:
“Tamam efendim!” Diyen hacıyatmazların çok olduğu şu sıralarda; eğilmemek, bükülmemek düşünen ve yazan insan için mükemmel bir meziyettir.
Hıncal Uluç tarihin içindeki bir olayı yazmış. Öyle bir olay ki durup düşünmeden geçemiyorsunuz. Öyle bir gerçek öykü ki Tevfik Fikret’in o ünlü Hanı-ı iştah hiciv şiirine tam tezat...
İçindeki kahramanlar bilindik kahramanlar... Neden ölümsüz dediğim o erdemliler...
Lütfen öyküyü okuyunuz. Biliyorum, sizde benim gibi bu öyküyü saklamayacak; dostlarınıza, arkadaşlarınıza anlatacaksınız.
“ Muhlis Sabahattin İstanbul'da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930'lar. Carmen'i oynuyorlar. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. İzmit..
Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye'de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara'dan trene binmiş Eskişehir'e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
"Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk.."
Kostüm sandıklarını açıyor.. İçinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri "Amerikan Sefiri olmalı" diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk'ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor.. "Muhlis!.."
"Kemal!.."
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..""
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
"Üç liram var, Muhlis!.."
"Beş lira lazım, Kemal.."
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
"İki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
"Bu kadar var paşam.."
Atatürk "Dört lirayla idare et Muhlis" diyor..
"Beş lira, Kemal" diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
"Bir lira bul" diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda "Beş Lira"yı Muhlis Sabahattin'e uzatıyor..
Ali Poyrazoğlu "Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim" dedi.. "O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose'yi canlandıran tenor Celal Sururi'den.."
Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
İnanmadınız değil mi?.
İnanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk'ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için "Ata" Türk'tü o!..
Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..”
Hıncal Uluç
vanhaber,haberlervan,şahin akçap,köşe yazıları

Bakmadan Geçme