Yıl 2000, aylardan Ekim ayı. İlk görev yerim olan Gevaş ilçemizin İnköy’ ’üne 21 yaşında öğretmen olarak atandım.
Van denizimize sıfır noktada yerleşmiş köyümüzün dört tekerlekli aracı, bakkalı ve kahvehanesi bulunmamakta. Diğer taraftan bu boşluğu dolduran misafirperver insanları var.
Köyümüze, büyük bir heyecanla Akdamar Adası’ndan kalkan İnköylülere ait tekneyle iki buçuk saatlik süren yolcuğun ardından varıyoruz. Sekiz yıldır güvenlik sorunları nedeni ile kapalı olan okulumuzu 7 ile 15 yaş arasındaki öğrencilerimizi 1. Sınıfa kaydederek başladık. Öğrencilerimizin öğrenmeye duydukları isteği gözlerinden okumak mümkün. Bu istek bizleri meslek hayatına atılışımızın ilk aylarında daha da kamçılıyor. İki istekli öğretmen olarak öğrencilerimizle bu tahta, bu masa, bu kapı diye Türkçeyi öğretmekle başlarken 1. Dönemin sonuna doğru öğrenciler konuşma, anlama, okuma ve yazma konusunda istediğimiz seviyeye ulaştılar.
İki bekâr öğretmen olarak yemeklerimizi zaman zaman kendimiz yaparken zaman zaman ise misafirperver köy halkımız bizlere yemek gönderiyordu. Bazen de evlere misafir oluyorduk. Köyümüzün ulaşım anlamında zorluklar ile iç içe olması bizi Gevaş ilçemizden bile bi haber kılıyordu.
Köyden, Van denizimize baktığımızda karşı tarafta ufukla birleşen bir sonsuzluğu görebiliyorduk. Hemen yanı başımızda yükselen dağlar ise her gördüğümüzde üstümüze üstümüze doğru geliyor izlenimini veriyordu. Sahile vuran hafif dalga seslerine, ormanlık köyün dağlarında boy veren ardıç ağaçlarının kokusuyla birlikte dağdan inen keçilerin sesleri karışıyordu.
İki öğretmeni dışında başka hiçbir personeli olmayan okulumuzun sınıfında, sobamızda ardıç ağaçlarının sıcaklığıyla beraber öğrencilerin yazı yazarken saçlarının arasından beliren terlerin oluşturduğu ahenk meslek aşkımızı bir kez daha pekiştiriyordu. Öğrencilerimizle birlikte yeni bilgileri öğrenme ve öğretme aşkı bizleri bazen akşam karanlığına bırakıyordu. Velilerimizin bizi uyarmasıyla paydos edip dersi bitiriyorduk.
Bir taraftan öğrencilerimizle ders yaparken diğer taraftan akşam saatlerinde yetişkinlere okuma yazma eğitimleri başlattık. Ayrıca okulumuzun istinat duvarı niyetine kazdığımız çukurlara, ağaçtan direkler dikerek tel örgüyle çevirmenin telaşını yaşıyorduk.
Böylelikle gençlik yılları öğretmenliğimizi anlatamadığımız daha nice anılarıyla geride bırakmış olduk. İlk göz ağrımız öğrencilerimiz şimdi meslek sahibi olmuşlar. Çeşitli alanlarda görevlerini yapıyorlar. Şuna eminim ki gerek köy okullarında gerekse şehir okullarında genç yaşta öğretmenlik yapan birçok öğretmenimiz, resmi görevlerinin yanında benzer fedakârlıklar harcayarak öğrencilerine ve çevrelerine güzel katkılar sunarak öğrencilerinin anılarında güzel yerler ediniyorlar.
Bir 24 Kasım öğretmenler gününü yine yaşamaktayız. Öğretmenlik deyince aslında bütün meslek sahiplerinin aynı zamanda birer öğretmen olduklarını düşünüyorum. Muhatap olduğumuz kitle sadece insan değildir. Hayvanlar, bitkiler ve diğer cansız varlıklar ile olan etkileşimimizin içerisine sevgimizi, özverimizi, anlayışımızı, akıl ve alın terimizi ekliyorsak esas olan öğretmenliği de yapmış oluruz diye düşünüyorum.
Okullarımızda genç öğretmenlerimizin enerjisini yetişkin öğretmenlerimizin tecrübesiyle buluşturmak gerekiyor. Tabi genç doktorlarımızın, genç işçilerimizin, genç memurlarımızın kısacası genç yaşta herhangi bir iş ile meşgul olanlarımızın, yetişkinlerin tecrübelerinden yola çıkarak bulunduğu yere güzellikler katacağını biliyoruz.
Ülkemizin ve şehrimizin sahip olduğu genç potansiyelleri, toplum yararına dönüşecek ufuklarla donattığımızda gözle görülür değişimler görülecektir. Diğer türlü insanlardan toplumsal değeri, fedakârlığı ve yaşam sevincini çekip aldığınızda ortada insan değil de bir beşer kalmış olacaktır.
Unutmadan söyleyelim yaşı ilerlemiş olsa da öğretmenlik ruhunu her daim canlı tutabilenlere de bizler “genç ruhlu” diyebiliriz. Ülkemizin yetişen nesline, özveriyle katkıda bulunan yaşlısı, genci bütün öğretmenlerimizi tebrik ediyorum. Kalın sağlıcakla…