Gidin turnalar gül kokulu şehrimin üstünden bugün gidin. Kenarları oya oya işlenmiş bu gümüş tasın kenarında durmayın flamingolar. Gül kokulu şehrimin maviliğin yerini karanlık bulutlar almış, gündüz vakti yıldızlar misafir olmuş. Dostların veda günü… Bugün bu kervandan kaçış yok. Ağaç dalında bekleyen sığırcık bile ürkek duruyor. Gül kokulu şehrimin kan akıyor yüreği. Bu muamma hali incitiyor yüreğimi. Sokaklarda, deli olan divaneler geziniyor. Bağlar bile matemli duruyor. Siyah üzümler boynunu bükmüş. Feryatları duyuyorum nazlı bakışlardan. Cenazelerin sahibi belli değil, bazılarını kadınlar taşıyor. Gül kokulu şehrimin yüzünden güzellik çalınmış. Gözlerinden kan damlıyor. Yas tutmuyor ya da tutamıyor kimse. Tabutlar yarış halinde. Matemin her çeşidinden var. Minareler yıkılmış gönüllerin üstüne. Bütün yüreklerden hüzün kokusu geliyor. Gölgesinde duran kürsülerin üzeri buz gibi olmuş. Artık yok neşeli bakışlar. Semaverlerden duman tütmüyor. Akşamüzeri sokaklardan közlenmiş balık kokuları yok artık. Gül kokulu şehrimin üstünü beyazlar sarmış, altta kefen üstte çadırlar. Gözlerime yaralar çıktı şehrime bakamıyorum. Kayısı ağacında kaldı çocukluğumun güzel baharı. Kenarları oya ile işlenmiş göl, herkese küslüğünü ilan etmiş. Cuma vakti bom boş kalmış büyük cami. Şu karşıdan geçen tabut çok yalnız görünüyor. Ardında bir kadın ve birkaç çocuk gidiyor. Tarlalarda çalışan nasırlı elleri göremiyorum, enkaz altında gizli. Titreyen Yunus'umun bakışları yürekleri dağlıyor. Gönlümün dudaklarından dökemiyorum inci tanelerini gül kokan şehrimin üstüne. Arayan gözlerimde Sacit'i göremiyorum. Tenlerde ayrılık kokusu var. Üşüyorum çadırlar çok ıssız. Gül kokulu şehrimin üstünde nefes yok. Van Gölü küsmüş.
Geçen yıl bu gündü. Depremin güzelim kentimizi mahşer yerine çevirdiği gün. Bir daha aynısını yaşamak istemediğimiz gün. Çadırdaydım. Yağmur inadına aralıksız yağıyordu. Yağmuru seyrederken kalbimden gelenleri sigara kâğıdına yazmıştım. Yazdığım esnada karşımda duran komşumuzun oğlu, duygularımı örten ve yazmaktan vazgeçiren ilginç bir olayı anlatıyordu. "Şehrin zengin esnaflarından birini canla başla boş salça kutusu aradığını gördüm. Ağabey ne yapacaksın diye sorduğumda, çadırı kurduk. Soba yakmasın diye soba borusunu salça kutusuna geçirmek istiyorum" dediğinde donup kalmıştım. Yeniden hüzünlenmiştim. Yürekleri burkan, sevdiklerimizden ayıran, yüreğimizden kan damlatan bu mahşeri tabloyu Allah bir daha kimseye göstermesin… Kaybettiklerimizin mekânlarının cennet olduğunu bilmek en güzel teselli kaynağımız…