Gökkuşağının yurdu
Acılar peş peşe geliyor üstümüze. Van, Elazığ, Bitlis ve derken Gaziantep!
Tam otuz yıldır yaşıyorum Antalya’da… Bugüne bugün tek bir dostum ve arkadaşım:
“Hocam sen Türk müsün, Kürt müsün, alevi misin, Sünni misin?” Diye sormadı bana.
Soramazlar, çünkü hayata bakış açım insancıllığın yörüngesindedir.
Antalya eski oto garında Uludağ Turizmin sahiplerinden Ali Güllüpınar ağabey vardı.
Ne zaman yolum oralara düşse yakasından karanfili eksik etmeyen o güzel insanla selamlaşırdık.
Bizim oralardan kopup gelmiş genç kardeşlerimiz kabadayı, lümpen tavırlar içine girdi mi usulca ona yaklaşır bir baba şefkatiyle tavır ve davranışlarıyla ilgili kırıp dökmeden yapıcı eleştirilerde bulunurdu. Ve hiçbir delikanlı onun bu yaklaşımına olumsuz yanıt vermezdi.
Ali Güllüpınar’ı kökleri geçmişten uzayıp gelen bilge insanların bugünü olarak düşünürdüm.
Bazen okullardaki eğitim insanı biçimleyemez. Hayatın içinden çıkan Ali gibi değerler insanlara dokunur ve değiştirir.
Bu dünyada bir insan için en aşağılık davranış biçimi ön yargılı olmasıdır.
“Sen nerelisin, nesin, inançların ne?” Diyen o tip insanların mayalarında ya da son zamanların o çok söylenen sözcüğü fıtratlarında ötekileştirme, ayrıştırma, soyutlama vardır. Bu tipler birer mayın görevi üstlenirler. Geçtikleri her yer infilak eder.
Kim ne derse desin gökkuşağının yurdu Anadolu’dur.
Kültürel ve etniksel renkler o muhteşem gökkuşağını yaratır
Düne kadar onlarca bilgenin gelip geçtiği müthiş coğrafyamızda ayrılıklar yerine birliktelikler yeğlenmiştir.
Yunus Emreler, Mevlanalar, Hacı Bektaşi Veliler…
Âşık Veyseller, Nazım Hikmetler, Ahmet Arifler, Cahit Sıtkı Tarancılar hayata dair felsefelerinde, şiirlerinde hep bireylikten öte biz olmanın coşkusunu vermişlerdir.
Biz Anadolu’yuz!
Biz Anadolu kardeşliğinin dünden bugüne uzanan görkemli gökkuşağıyız!
Nasıl doğaya tek renk egemen değilse Anadolu kardeşliğinde de tek renk hükümranlığı yoktur!
Tek olan bir araya gelen yüreklerdir.
Ve o renklerdir ki bizi bin yıllık bir coğrafyada kardeş eylemiş, et ve tırnağa dönüştürmüş, ortak türkülerimizi doğurmuştur.
Bu saatten sonra sen busun, ben şuyum diyenler halk düşmanlarıdır. Onlar dünyayı boyunduruk altına almaya çalışan emperyalizmin alçak iş birlikçileridir.
Özellikle kan ve gözyaşını içinde olduğumuz bugünlerde hayatımızı cehenneme çevirenlere dikkat etmeliyiz.
Hepimiz hem Türk’üz hem Kürt’üz!
Biz bir bütün olmuş Türkiye’yiz!
Ömrünü Anadolu kardeşliğine adamış bir aydın olarak haykırıyorum!
Oyuna gelmeyin!
Oyunlara pabuç bırakmayın!
Gün tek bir yürekte toplanmanın günüdür!
Gün Yunus Emre’nin:
“Gelin bir olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.” Dizelerini hep birlikte söylemenin günüdür.
İnsanlar bulutlara benzer
Hangi bulut nerede yağmur, nerede kar olup düşer kimse bilemez…
Rüzgârlardır buluta yön veren, adres belirleyen...
Akdeniz’de göğe çekilen buhar Akdeniz’de yağmur olabilir mi?
Bazen öylesine bir rüzgâr çıkar ki; alır Karadeniz’den bulutları ta Van Gölü kıyılarına sürükler.
Doğanın kendi yasaları belirler iklimi…
Yazıların sarı bozkırları ansızın Akdeniz olur özgür bulutları önüne katan yelin gücünde. Deniz kokar çakırdikenleri… Menekşeler, dağ nergisleri şaşırmaz uzak diyarlardan gelen rahmete… Çünkü köklerindeki can suyu yalnızca dağ fırtınalarının topladığı beyaz bulutların serin damlaları olmaz.
İnsanlar da bulutlara benzer…
Hayatın yarattığı sosyal olaylar kimi zaman yurtlarından yuvalarından söküp alır insancıkları. Öylesine sürükler ki Ortadoğuluyu; an olur Avrupa’nın sınır kapılarına mülteci olarak bırakır.
Ne yaman rüzgârlardır ki onlar köklerinden koparır yeşili… Ne garip yazgıdır ki o alçak yöneticilerin beceriksiz yönetimleri yurtlarından yuvalarından eder insanları
İnsanlar bulutlara benzer…
Yoksa yaşama sahip olacak iradeleri… Bırakmışlarsa mücadeleyi… Koyun olmuşlarsa sürünün içinde, çobanların ardından vel vel gezerler.
O kader dedikleri aslında ellerinin arasındadır…
O yazgı dedikleri aslında adımlarının ucundadır.
Ya da boyun eğmektir her zorluğa ki o gurbetçi bulutlar gibi nereye savrulacakları meçhuldür.
İnsanlar butlara benzer…
Bulutların yolun rüzgârlar, insanın alın yazısını da seçtikleri düzenler çizer.
Sonbahar kapıda…
Mevsim güze dönüyor…
Bizim cennet coğrafyamızda ise o bilindik acımasız senaristler yazımıza kara çalmaya çabalıyor.
Ya bulutlar gibi bizi önlerine katıp dereleri, tepeleri aştıracaklar ya da hayata sahip çıkmak için biz onlara dur diyecek, çirkin oyunlarına gelmeyeceğiz. Seçenek ellerimizde…