Gürpınar'da zamanın ruhu
1970'li yıllardı. Van'ın küçük şirin bir ilçesi olan Gürpınar'a tayinle gelmiştik. Babamın görev süresi burada iki yıldı, çalışma arkadaşlarının bize tuttukları eve yerleştiğimizde bu şirin ilçe kadar evimizin de küçük olduğunu gördük. İki merdivenle elma ağaçlarının da bulunduğu büyük bahçeye açılan mutfak kapımız, bize ayrı bir yaşam alanı açıyordu. Bu küçük şirin ilçenin sonbaharı da diğer mevsimler gibi çok güzeldi. Sararmış hatta çürümeye yüz tutmuş yaprak ve ot kokusu Gürpınar'a mistik bir hava veriyordu.
Ama ben bu ilçeye kış mevsiminin de çok yakışacağını düşünüyordum. Kar yağışını dört gözle bekler olmuştum.
Akşamdan sertleşen rüzgar yerini önce yağmura, ardından da seyrek cılız kar yağışına bırakmıştı. Birden hızlanıp arada bir yavaşlayan, zaman zaman dolgunlaşıp aniden cılızlaşan, rüzgarın da etkisiyle savrularak yağan kar taneleri bir kelebek gibi uçuşuyor sonra gelip camımıza yapışıyordu. Hiç biri diğerine benzemeyen buz kristalleri, rüzgarın da etkisiyle havadaki diğer kar tanelerini de kendilerine çekerek filizlenmiş beyaz küçük mineler gibiydiler.
Adeta ritmik bir müziğin eşliğinde dans eden küçük şakacı balerinlerdi onlar. Uyur gibi sessiz duran ağaçların kurumuş dallarına da savrularak yapışıyorlardı. Çocukluğumdan kalma bir heves olsa gerek kar tanelerine çok dikkatli bakarım. Hepsi birbirinden farklı. Bunun nem oranıyla ilgili olduğunu bir makalede okumuştum. Düşük nem koşullarında daha basit yapılı, nem oranı yükseldikçe şekiller de daha karmaşık bir hal alıyormuş. Ama lapa lapa kar da yürümek bambaşka bir zevk.