HADİSLER GÜVENİLİR Mİ?
Fatih Perihan'dan Kıssadan Hisseler...
Peygamberin sünnet görevi olduğunu kabul etmek zorunda kalanlar bu defa da hadislerin tarihten güvenilir olmadığını, Hz Muhammed döneminde bunların yazılmadığını, yıllar sonra yazıldığını iddia ederler. Ayrıca hadislerin rivayet olmalarına dikkat çekerek bunların güvenilir olmadığını iddia ederler.
HADİSLER YAZILDI MI?
HZ Muhammed devrinde her göçebe kavimde olduğu gibi yazı kültürü değil ezber kültürü yaygındı. Zira siyasi birlik olmadığı için ve insanlar çoğunlukla göçebe yaşadıkları için yazı çok sınırlı kalmış ancak ezbere yardımcı olarak kullanılmıştır. Bu sebeple Kuran hafızlarca ezberlenmiş buna ek olarak yazıyla desteklenmiştir ana unsur ezberdir bu hadisler içinde böyledir. Ne zamanki ihtiyaç doğmuş Kuran o zaman kitaplaşmıştır. Ne zamanki ihtiyaç doğmuş hadisler o zaman kitaplaşmıştır. Ezber kültürünü İlber Ortaylı'dan dinleyin.
İşte peygamber döneminde bir hadis kitabı olmama sebebi budur. Buna ek olarak resulün vefatına yakın bir zamana kadar süren vahiyle karışma tehlikesi hadis yazımını yok etmese bile azaltmıştır. Zaten olayların şahitleri olan sahabelerin hadisleri yazmak gibi bir ihtiyacı da yoktur.
Peygamber döneminde niye hadis yazılmadı diyenlere biz de niye o dönemde Türkçe meal yazılmadı desek, ihtiyaç yoktu diyeceklerdir. İşte hadis yazımına da o dönemde ihtiyaç yoktu. Gerçi hadis yazımı sahabe döneminde sıfır değildir. Örneğin Hz Ali kişisel kullandığı Kuran'a sebebi nüzul gibi notlar almıştır ancak Kuranla bu notların daha sonra karışmaması için bu mushaf yerine resmi mushaf çoğaltılmış ve bu mushaf yakılmıştır. Peygamber döneminde hadis ilminin büyük oranda nakilde kalma sebeplerinden biride henüz kitaplaşmamış Kuranla karışmaması içindir. İşte artık Kuran'ın İslam coğrafyasında hem yazı hemde ezber olarak sağlamlaştığı dönemlerde, hicretten sadece 93 yıl sonra doğan (200 sene değil yani)İmam Malik ilk büyük hadis kitabını "derledi". Derledi diyoruz zira küçük yaşlardan itibaren İslam kültürünün merkezi, sahabeler mekânı, birçok tarihi olayın merkezi ve Hz Muhammed'in başkenti Medine'de birçok kişiden hadis dersi aldı. Anlayacağınız o yazmadan evvel de hadis ilmiyle uğraşan insanlar vardı. Bunu ülkemizdeki baş reformculardan Yaşar Nuri Öztürk'ün bile sık sık kaynak almak zorunda kaldığı âlim Muhammed Ebu Zehra açıkça ifade eder. Zaten dedikleri gibi ilk hadis kitabı 200 sene sonra yazılmış olsa bile, reformistlerin peygamber ve Ebu Hanife hakkında yazdıkları 1400 küsur sene sonradır. Mesele sadece seneyse bunlara da itibar etmemeli. Nitekim Yaşar Nuri'nin kitaplarında sıklıkla yer verdiği Ebu Hanife'ye atfedilen eserlerde de hadisler kullanılmaktadır. Ebu Hanife de İmam Buhariden önce yaşamıştır. Yine İslamoğlu'nun hem arif hem âlim dediği Hamidullah, gerek peygamber gerek sahabe döneminde hadislerin yazıldığını belirtmiştir. Yani 200 yıl sonra yazıldı iddiası asılsızdır.
TARİH İLMİ VE HADİS İLMİ
Mütevatir haber: yalan üzerinde birleşmesi mantıklı olmayan insanların aktardığı haberdir. Örneğin hiç İstanbul'a gitmeyen biri neye güvenerek İstanbul'a gider? Böyle bir şehrin olduğunu nereden bilir? Belki tüm ümmetin onları kandırdığını düşündükleri gibi tüm dünya onları İstanbul diye bir yerin varlığına inandırmıştır, belki orada sadece deniz vardır?
Hayır. İstanbul hakkında pek çok bilgi veren kaynak vardır, ancak bunların bizi anlaşarak kandırması için mantıki bir sebep yoktur. İşte bu yüzden İstanbul'un varlığına ikna oluruz. Mütevatir hadisler de böyledir. Tarih hakkındaki tüm bilgilerimiz de en fazla bu kadar güvenilirdir. Bir tarihçi ulaşabildiği en eski kaynaklara gider, bu kaynaklar çoğu zaman o kişiden daha sonra yazılmış kaynaklardır. Onları sınıflandırır, güvenilirliklerini yorumlar. Neticede bunları düzenler ve bizim tarih kitabı dediğimiz şeyler ortaya çıkar. Buraya kadarki adımların hepsini bir hadis âlimi de yapar. Hatta bununla da yetinmez kaynaklık teşkil eden kişilerin hayatlarını ve ahlaklarını araştırır. Bu tarih ilminde bile yoktur. Hadislere zan diyenler samimiyseler hiçbir tarihi bilgiye itibar etmesinler. Kendi şahit olmadıkları hiç bir habere inanmasınlar. Asla daha önce gitmedikleri bir şehre gitmesinler.
Rivayetleri zan görenlere başka neler rivayetmiş söyleyelim:
Kuran meali mütercimin Allah'tan/Arapça aslından yaptığı rivayettir, tüm Arapça sözlükler ve mealcilerin Arapça öğrendikleri kitaplar hadis uydurduğunu söylediğiniz gelenekten size ulaşan rivayetlerdir. Kuran'a peygamberden sonra konan ve yanlış olduğu takdirde anlamı da değiştirebilecek noktalama, harekeleme ve okuma da böyledir. Hatta Kuran'ın kendisi bile size o gelenekten ulaşmıştır. Samimi bir reformcu bunların hiç birini kullanmamalıdır. Şimdi "Ama Kuran'ın korunacağı bildirilmiş" derlerse şunu söyleriz. Kuran'ın korunacağını söyleyen ayetin Kuran'a eklenmediğini tarihi incelemeden nasıl anlarsın? Görüldüğü gibi İslam'a dair her şey bize hadisleri getiren insanlara gidip dayanıyor.
KURAN RİVAYETE KARŞI MI?
Kuran iki güvenilir şahitle bir adama borç ödetmeye, dört güvenilir şahitle bir adamı toplum ortasında zina cezası vermeye izin vermiştir. Peki, bu dört şahidin yaptığı şey "biz böyle gördük/duyduk" demek değil midir? İşte güvenilir şahitlerle/rivayetçilerle yapılan rivayet zan olsaydı Allah bunu emretmezdi. Demek ki bir şey rivayet diye zan olmaz.
ÇARPITILAN AYETLER
Reformcuların aslında Kuran'a bakışlarının da ne kadar çarpık olduğunu şu iki ayet bize gösterir:
Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır. (Ankebüt 51)
Bu ayeti kendilerine delil getirmeye çalışıyorlar. Ancak ayetin bir öncesine bakalım.
"Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. (Ankebüt 50)
Ayet mucize olarak Kuran'ın yeteceğinden bahsederken, ayeti bağlamından koparıp sanki hadislerle ilgili gibi gösteriyorlar. Birde Casiye 6.ayete Edip Yüksel'in mealinden bakalım:
Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH'ın ayetleridir. ALLAH'tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?
Ayetin orijinalinde geçen ve söz anlamına gelen hadisi terim anlamı anlaşılsın diye Türkçe'ye çevirmiyorlar. Bu şunu demeye benzer kâfir örten demektir. Edip Yüksel üstünü kıyafetle örttüğüne göre oda kâfirdir. Kuran'a göre kâfirler ebedi cehennemliktir. Bu yorumu kabul ederler mi? Nitekim başka bir reformcu olan Bayraktar Bayraklı ayeti şöyle çevirmiştir:
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
Neticede o hadislerde söz değil mi diye sorabilirler, ancak onların bu cümlesi de ya da ilahiyatçılarının konuşmaları da söz olduğuna göre kendi mantıklarınca ona da itibar etmemeliler. Ayet Mekkeli müşriklerin Kuran hakkındaki iddialarına cevap vermektedir. Yoksa peygamber ne derse desin uymayın dememektedir hâşâ.
Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. (Nisa 65)