Hayatınızın ne kadarını beklemeye ayırdınız?
Doğduğumuz andan itibaren anne, baba, öğretmen, medya, kısaca toplum tarafından çeşitli yargılarla donatılıyoruz. Doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü, zengin-fakir, başarılı-başarısız gibi yargılar. Bu aynı zamanda kaçınılmaz bir süreç. Ne de olsa toplum içinde yaşıyoruz. Her an yeni bir şeyler görüyor, duyuyor ya da öğreniyoruz. Görünürde bilgi bombardımanı altındayız..Ama değil.Yargılar ağır basmakta.
Bizler, herhangi bir durumla ilgili fikrimizi belirtirken, o düşüncenin gerçekten bize mi ait olduğunu düşünmeyiz. Kendi düşüncemiz zannederiz. Fikirleri o kadar çok duymuşuzdur ki, ya da az duyup çok etkilenmişizdir zamanında. Duyduklarımızın yargı olduğunu fark etmeksizin, doğruluğunu sorgulamaksızın, kendi akıl süzgeçimizden geçirmeksizin, hafıza dosyasına kaydederiz. Uygun yer ve zaman geldiğinde kayıt altındaki bilgi, kullanılmak üzere su üstüne çıkar. Bu da bizim hangi düşünce, duygu, tutum ve davranışı sergileyeceğimizi belirler.
Derslerde sorun yaşadığını söyleyen öğrenci, hafızasının zayıf olduğundan dolayı başarılı olamadığını belirtiyor. Bakın yargısına 'benim hafızam zayıf' diyor. Yaşadığı durumda bu yargısını destekler yönde. Çalışmalarda elde ettiğimiz bulgu ise hafızası zayıf değil, bir gün ders çalışırken bir büyüğü 'senin hafızan zayıf' diyor ve çocuk buna inanıyor. Bu yorumu içselleştiriyor. Kendini öyle zannettiği için öyleymiş gibi davranıyor. Çözümü ise basit, bunun bir yargı olduğunu fark ettikten, hafızanın zayıf olmadığını idrak ettikten sonra, ders başarısında yükseliş kendiliğinden oluyor.
İş arıyor ama bu yaştan sonra iş bulmam mümkün değil diyor. Yeni bir yargı geldi. Kim böyle düşünüyor, bu düşünce size mi ait? Yoksa yazılı medyada çoğu zaman '35 yaşını aşmamış eleman' ifadesini mi tekrarlıyorsunuz. Sonuçta 'bu yaştan sonra iş bulamam' ifadesinin, kendisine bile ait olmayan bir yargı olduğunu idrak ettikten sonra, 45 yaşın üzerinde ve istediği gibi bir işte çalışmaya başladı.
İşte farkındalık denilen olgunlaşma ve gelişme sürecinde, payımıza düşenlerden biri de yargılarımızı tespit etmek. Yargılarımızla kendimizi neden sınırlayalım. Neden bu sınırlı düşüncelerle hayatımızı beklemeye alalım.
Gözlemlerime ve vaka çalışmalarıma dayanarak, şunu söyleyebilirim ki, çoğu zaman bize ait olmayan bir fikre, öyle sıkıca tutunuyoruz ki sonrasında da o fikre uygun yaşıyoruz. Yaşadıkça tutunduğumuz yargıya olan inancımız artıyor. İnancımız arttıkça gerçeğimizi oluşturuyoruz sanki. Ve bu kısır döngü devam edip gidiyor. Ta ki günün birinde fark edene kadar.
Mevlana'nın 'Sen tefekkürden (düşünceden) ibaretsin' ifadesi, sanki işin bu boyutuna da ışık tutuyor.
Kendimize kendimizin koyduğu sınırları ve yargıları fark etmek dileğiyle.