İnsan ancak bu kadar iğrenç olur...
Ortaokul sıralarında iken gazeteler ilgi alanıma girdi.
O yıllarda (1950) Uzak Doğu'da Kore'de savaş çıkmış, Türkiye bu savaşa 4 bin 500 askerini "demokrasi cephesi" için savaşmaya göndermişti. Savaş, Güney Kore ile Kuzey Kore arasında idi ama, arka planda, Güney Kore'nin yanında başta ABD olmak üzere NATO güçleri ile Türkiye de yer almıştı. Türkiye NATO'ya henüz alınmamıştı. Kuzey Kore'nin yanında ise Kızıl Çin ve Sovyetler Rusya vardı.
Kanlı bir savaş vardı Uzak Doğu'da...
Savaşı izlemek üzere Türkiye'den de gazeteciler gitmişti Güney Kore'ye...
Hürriyet'ten Hikmet Feridun Es ve eşi Semiha Es, Cumhuriyet'ten Faruk Fenik, Yeni Sabah'tan Burhan Tan, Vatan'dan Selami Akpınar Türk basını olarak savaşı izliyor, gazeteler her gün dolu dolu savaş haberleri ve fotoğraflarıyla çıkıyordu. Tabi ki kapışılıyordu gazeteler. İşte o günlerde gazetelere ilgim başladı.
Haritalara bakıyor, Kore'nin dünyanın öbür ucunda olduğunu görüyor, bu denli uzakta olan bir ülkeden haberlerin/fotoğrafların gazetelere nasıl ulaştırıldığına şaşıyordum.
İlgi alanımdaki herşeyi zamanla öğrendim, okuyarak araştırarak...
O yıllarda Trabzon gazeteleri ikiye ayrılmış; bir kaçı Türkiye'de esmekte olan "demokrasi rüzgarı" için DP'nin, bir bölümü de CHP'nin yanında yer almıştı.
Babam Rahmetli yerel gazetelerden CHP yanlısı HALK ve DP'yi tutan YENİ YOL gazetesinin abonesi olduğundan Trabzon'da olan bitenden haberdar oluyordum. İstanbul gazeteleri ise üç/dört günde bir "posta vapuru" ile geliyor, üçünü/dördünü birden alıp okuma gibi bir durumu yaşıyorduk. Geçim zorluğu vardı üstelik...
Neredeeen nereye?
Gazetecilik okumadım. Gazeteler/dergiler üzerinde görüp/araştırıp, yorumlayıp, karşılaştırıp öğrenerek bu günlere geldim. Ancak, örmek alıp izlediğim, yaşam öyküsünü öğrendiğim ustalarım oldu elbet...
Gazetelerde ilk haberim 1953 yılında çıktı. Aradan tam 63 yıl geçmiş... Şükür, bugünleri gösteren Rabb'ime...
Trabzon ve İstanbul basınında hizmet verdim. Basın iş kolunda iş bulamayıp, finans sektöründe grev aldığımda bile bir gazeteci gibi çalıştım. İlginçtir; bu alandaki çalışmalarım; "Türkiye İletişim Tarihi"nde bir ilkmiş meğer. Bunun karşılığını 45 yıl sonra ödüllendirilerek alma mutluluğunu da yaşadım.
XXX
Zaman bugüne geldi.
Geçen Cumartesi günü Trabzon Gazeteciler Cemiyeti'nin olağan kongresi demokratik bir yarış olarak yaşandı. Ortaya çıkan tablo da; bir o kadar demokratik sonuç oldu. Başkan adayı da değildim. Ama, iki Başkan adayı da yaşanacak geçici dönem için "Hikmet Aksoy'u olağanüstü kongre yapmak üzere "Başkan" yapalım önerisinde bulundular. Onurlandım tabii ki...
Kongre sonucu üzerine yorum yapılan bir internet sitesinde "Haydaaa!.. Hikmet Aksoy TGC Başkanı oluyor" başlığının atıldığını görünce -çok af edersiniz- iğrendim, o sitenin tabletim üzerindeki haber görüntüsüne kusacağım geldi. Kendimi zor tuttum.
Çok üzüldüm.
İnsan birbirini aşağılayarak yücelmez ki... "Haydaaa!..." çekmenin yeri ve zamanı olgunluğuna/bilincine erişmemiş kişiye ne diyebilirim ki?
Bir kişi ancak bu kadar dengesiz olur, iğrenç olur.
Ne günlere kaldık?