Taksim Gezi Parkı ile ilgili başlayan eylem sonrası olaylarda bazı gruplar çevrede bulunan iş yerlerini, araçları, kamu malını yıkıp yakarak etrafa ciddi zarar verdiler/veriyorlar. Şiddet yaratan, akıl tutulmasına giren bu grupların yaptıklarını kabul etmek, demokratik tepki içersinde değerlendirmek mümkün değildir. Şiddet saçan gruplar her fırsatta bu tür kitlesel eylemlerin arkasına arasına sığınarak ruhlarını tatmin ederler.
Esnafın işyerini kırıp dökmek, insanların araçlarını yakmak, kamu malına zarar vermek, demokratik eylemin, ifade özgürlüğünün neresine sığar ki. Sormak gerekir. Yakıp, yıkmaya, dökmeye, kırmaya insanların malına ve çevreye zarar vermeye ne hakkınız var? Toplumu tedirgin etmeye, yabancı güçlere açık müdahale alanı yaratmaya ne hakkınız olabilir.
Bu denli yıkmayı dökmeyi, kırmayı, yakmayı, kamu malına zarar veren üzücü şiddet olaylarını ilk kez 1992 yılında Van'da nevruz olaylarında yakından görmüştüm. O gün eline sopa, demir, tahta alan farklı yaşlardaki bir takım insanlar; seyyar satıcının, büfecinin, esnafın, bankanın, okulun camını kapısını parçalıyor, araçlara, trafik ışıklarına, reklam panolarına acımasızca zarar veriyorlardı. Maddi manevi yıkıma neden olan, üzüntü yaratan, tedirgin eden o sahneleri maalesef Van'da yıllarca izledi. Hatırladıkça üzülür ruhumda sarsıntı hissederim.
Geçmişte Van'da, bugün ise Taksim'de ya da başka yerlerde; kırp dökerek, yakarak yıkarak kim kazançlı çıktı? Hiç kimse. Kim kaybetti? Hepimiz kaybettik.
Yakıp yıkma, dökme kadar dış ülkelerin olaylara yaklaşımları ve tepkilerde insanın canını sıkıyor. Dış tepkilerin amacı bilinsin ki kesinlikle pekte iyi niyetli değildir. Bu ülkeler olayları izledikçe ellerini ovuşturuyorlar. ABD, Rusya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere dış ülkelerin eylemcilere desteklerinin altından mutlaka "çapanoğlu" vardır. Ucu dışarıda olan destekler hayra alamet değil. Dışarıdan kötü kokular geliyor. Tarih bunu örnekleriyle bize öğretmiştir.
Hatırlatmak isterim.
AB, batı ülkeleri 80 yılın en büyük ekonomik krizini ve işsizliğini yaşıyor. AB ülkelerinde doktora yapmış insanlar bile sıradan işlerde çalışmaya razılar ama işsizlik var, iş yok. Batıda ekonomik çöküntü var. Van'da yapılan sempozyumda dinlendiğim AB ülkelerinden gelen konuşmacılar yaşadıkları ağır krize ilişkin endişelerini dile getirirken beş yıl içinde krizden çıkmayı bile başarı saydıklarını ifade etiler. O nedenle dıştan gelen tepkiler, tavsiyeler doğru analiz edilmelidir. Unutmamak gerekir ki malum ülkeler için geçerli kural daima kendi çıkarlarıdır.Siyasi ticaret hesabı yaparak kim güçlüyse onun yanında yer alırlar/aldılar. Senaryolarına yarayacak her olaya sponsor olur, açık-gizli desteklerler.
Gezi Parkı eylemlerine nerden bakarsanız bakın, hangi eleştiriyi- analizi yaparsanız yapın ama yabancı güçlere sakın gereğinden fazla itibar etmeyin, değer vermeyin. O nedenle aman ha.
Her gün Suriye'de yüzlerce Müslüman sivil halkını acımasızca katletmekten çekinmeyen İran, Rusya ve Çin'in kuklası Esad diktatörünün kalkıp ülkemize akıl vermesi, burnunu Gezi Parkı'na sokması ise insanın kanına dokunuyor.
Bu arada bazı sendikaların sivil toplum kuruluşlarının tavrı da garabettir. İşçi hakları konusunda esamisi okunmayan, sınıfta kalan Van deyimiyle " yaralı parmağa işemeyen " bu kuruluşlar şimdi saçma sapan kararlar alarak güya Gezi Parkı eylemcilerine destek veriyorlar. Halkın başlattığı demokratik protesto eyleminin sütre gerisinde rol çalarak, meydanlara çıkarak sendikal gösteri yapıyorlar. İzmir'de Genel-İş Sendikası'nın aldığı kararda böyle bir şey. İZELMAN kadrolu belediye otobüs sürücüleri önceki gün sabahtan öğlen saatine kadar iş bırakarak vatandaşı mağdur ettiler. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ulaşımda yaşanan sıkıntıya "Bugüne kadar hayatım boyunca örgütlülüğün yanında olmuş, emeği savunmuş bir vatandaş olarak sendikacılığın geldiği bu durumu uzunca bir süredir üzülerek izliyorum" sözleriyle sert tepki gösterdi.
Gelelim gerçeğe.
Sivil halk iktidara açık mesaj vermiştir. Kem küm edip topu taca atmaya gerek yok. Sağduyulu, akılcı, toparlayıcı karalar almak zorunludur. Yükselen tansiyon beyin kanaması yapmadan, ateş vücudu sarmadan.
Ağır hasta olan bir insan hastaneye kaldırıldığında acil serviste öncelikle birkaç işlem yapılır; Kanaması varsa durdurulur, ateşi tansiyonu yüksekse düşürülür, nabız atışı normale dönüştürülür. Sonra tedavi başlar. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yatıştırıcı üslubu, akılıcı yaklaşımı, gerçekçi bakışı ile olaylara bu mantıkla müdahale etmiştir. Toplumun tansiyonu, ateşi düşürülmüştür ama geç kalınmıştır. Testi kırılmış, eşik aşılmıştır.
Şimdi, herkes soğuk kanlılıkla öz eleştirisini yapmalı, şapkasını önüne koymalı, meseleyi bilek güreşine çevirmeden, toplumu germeden, ekonomiye zarar vermeden soruna uzlaşarak rahatlatan nokta koyulmalıdır. Mesaj alınmışsa gereği yapılmalı, toplumun tamamı kucaklanmalı, eksiklikler zamanında giderilerek fazlalıklar da törpülenmelidir.
Olan olmuştur. Keşke olmasaydı.
Fitne fesat, kin, nefret saçan dış güçlere konuşma şansı vermek yerine inatlaşmadan kendi vatandaşlarımızın sesine kulak verilerek görüşleri, önerileri, beklentileri sükunetle dikkate alınmalıdır.
Aklın yolu budur.