İzdivaç
Bizim neslin âşıkları maşukları ile konuşmayı pek beceremezlerdi. Hani pek mümkün değildi ama velev ki bir köşede denk geliverseler sıtmaya tutulmuşçasına titrer, rahmetli Kemal Sunal'ın borçlandığı kasaptan kaçtığı gibi kaçıp giderlerdi. Bir şairin(Her halde bu şairin kim olduğunu anladınız.) gayet veciz bir şekilde:
"Düşmüşüm içine bir acayip hal
Gönlüm haykırsa da dillerim lal"
mısralarıyla ifade ettiği üzere garip bir durum yaşanırdı. Garip dediysem de bugünün telakkilerine göre böyle ifade ediyorum. Yoksa bizim zamanımızda bu davranış muteber sayılır, hatta bu utangaçlık hali karşı tarafın nokta-i nazarında ekseriyetle müspet tesir icra ederdi. Yeri gelmişken ve müsaadenize sığınmak suretiyle bir itirafta bulunayım. O devrin insanı olmak payesine erişmiş bendeniz de onca yakışıklılık ve şahsıma ithafen cumbalardan salınan nice işlemeli mendile rağmen bu utangaçlık illetinden kurtulamazdım. Mesela sıbyan mektebinde müşerref olduğum Dilek Hanımefendi ile üç yıl aynı sınıfı paylaşmış lakin bir tek kelime olsun edebilme bahtiyarlığına erememiştim. O günler ekseriyetimiz bu haldeydi fakat bendeniz belki işe yarar mülahazasıyla ilginç bir yöntem bulmuştum. Merak buyurmayınız, hemen yazıyorum.
O günler her aile en az beş-on çocuk yaptığından maşallah düğün dernek hiç eksik olmazdı. Bahar ayı ile birlikte startı verilen söz, nişan, kına ve toylar(düğün) Kasım ayına değin sürüp giderdi. Ben de bu mübarek etkinliklerde sevaplanmak niyetiyle mutlaka bulunur ve herkesin halaylarla iyice kendinden geçtiği bir hengâmede çerezlerin saklandığı odaya girerek payıma düşen(!) miktarı alır ve sırra kadem basardım. Ertesi sabah da sınıfa gelir ve çerezleri dağıtmaya başlardım. Sırayla gidince maşuk ile karşılaşmak imkânı doğar ve bu vesile ile birkaç saniyelik de olsa göz teması kurabilme bahtiyarlığına ererdim. Hele bir de 'teşekkür' almış isem artık bu iltifat gönlü avutma sadedinde en az kırk gün yeterdi.
Konunun gidişatını bölmeden bir parantez açıp telefon gibi bir icattan söz etmek istiyorum. Her ne kadar telefon ülke sathında var idiyse de ilk kez gören biz fakirler için elbette yeni bir icat sayılırdı. Eğer âşık gibi maşukun da evinde telefon var ise konuşma ameliyesi biraz daha kolaylaşırdı. Çünkü o göz kamaştıran mâh yüz, o tüm hücrelere bir serum misali yayılabilme kapasitesine sahip ahu bakışlar, o aslanları dahi yere yıkan bir çift gamze olmayınca konuşabilmek daha bir kolaylaşırdı. Yalnız burada da şöyle bir sıkıntı vardı. Telefon son derece kıymetli olduğundan, en değerli işlemeler içerisinde mahfazaya alınıp salonun en yüksekçe yerine konuyordu. Bu durumda aradığınız vakit, sevdiğinizden önce annesi veya babası ile hatta duruma göre abisi ile mülaki olmak zorunluluğu ortaya çıkmaktaydı. Ancak âşık sevgilinin sesini duymadan durabilir miydi? Belki ona denk getiririm deyip defalarca aramanız ve bu arada yukarıda sözü edilen ekâbirden yediğiniz küfürler işin bir başka sıkıntılı noktasıydı. Ancak aşığımız, bu küfürlere asla alınmaz tam tersine sevgilinin ailesiyle samimiyetin artmasına vesile görerek mutlu dahi olurdu. Ertesi gün arkadaşlarla toplaşıp kim kaç küfür yemişse çetelesi tutulur ve bir övünç vesilesi olarak cepte taşınırdı. Muska niyetine boynunda taşıyan kişilere de rastlanır idiyse de erkekliğin vakar ve ciddiyetine halel getirdiği düşüncesiyle bu tiplere pek itibar edilmezdi. Hazır samimiyetten söz açılmışken şunu da ifade edelim ki; samimiyet tek taraflı olmazdı. Eve gelen faturalar neticesinde babanızla da samimi olurdunuz ancak bu faslı, konunun gidişatını yüz seksen derece değiştirme potansiyelinden dolayı bir başka yazıya havale edelim.
Şimdilerde iki genç birbirini sevince hemen düğün dernek kuruluyor. Bizde böyle miydi azizim; Biz ki Mecnun gibi çöllere düşsek, Ferhat gibi dağları delsek, Abelard gibi edebiyat döktürsek ve sonuçta sevgilinin gönlünü çelsek yine de iş bitmiş sayılmazdı. Kızın ailesini ikna etmek hem çok mühim bir safha hem de son derece meşakkatli bir aşama idi. İşte burada 'Kuşak yöntemi' devreye girerdi. Ancak bu yöntemin uygulanabilmesi için sevgilinin evinin tek katlı ve de bacalı olması gerekiyordu. Allah'tan o günler hepimiz fakirdik ve ekseriyetle evlerimiz hep tasvir etmeye çalıştığım üzereydi. Yöntem gayet basit olup her seviyede aşığın rahatlıkla uygulayabileceği türdendi. Şöyle ki; Yaklaşık beş metrelik bir kuşağa kendini tanıtan bilgiler yazan âşık, kuşağı bacadan sarkıtır ve beklemeye başlardı. Bir süre sonra içeriden 'Kuşağı çek' işareti gelirdi. Kuşağı çeken âşık, kuşağı boş görürse bu ailenin gönülsüz olduğuna işaret sayılırdı. Şayet kızın işlemeli bir mendili kuşağa iliştirilmiş ise bu da olumlu bir işaret olarak telakki edilirdi. Bu yöntemin dezavantajı ise her iki durumda da aşığın kendini kaybedip damdan düşmesi idi. Ancak bu da pek sorun teşkil etmezdi. Zira o günler damdan düşmek adiyattan sayıldığından damdan düşenin halinden herkes anlardı.
Sonuç: Hem kızdan hem de aileden olumlu cevap alan aşığımız hala yaşıyorsa ve başlık parasını da denkleştirebilmişse bir izdivaç gerçekleşir ve nihayet sevenler kavuşmuş olurdu.