Kara tren...
1977 yılında, Van'dan İstanbul'a amcaoğluyla yolculuk yapacağız, Gece yarısı 0'30 da Van iskelesinden Feribota bindik. Feribot tren vagonlarını alır, İran'dan gelen yükleri batıya taşımak için Feribota yüklenir ve yolcular ile birlikte Tatvan'a oradan Trenle İstanbul'a giderdi.
1977 yılında, Van'dan İstanbul'a amcaoğluyla yolculuk yapacağız, Gece yarısı 0'30 da Van iskelesinden Feribota bindik. Feribot tren vagonlarını alır, İran'dan gelen yükleri batıya taşımak için Feribota yüklenir ve yolcular ile birlikte Tatvan'a oradan Trenle İstanbul'a giderdi.
Bizde o kara tren ile yolculuk yapacağız. Daha önce birkaç kez gittiğimden tecrübeliydim. Kumanyalar hazırlanmış ve yanımıza bir kitap ve aldığımız gazeteler ile yola çıktık.
Yol uzun, 4 gündüz 3 gece sürüyor. Kara Tren bu tıngır mıngır ağır aksak giderdi.
Kömürlü ve vagonları ayrı ayrı adlandırılır. Normal ve Kuşetli diye. Normal vagonlarda 6 yolcu olur. Kuşetli biz Vanlıların dediği gibi, Tango (sosyete) olanlar Kuşetli de giderdi, O da 6 kişi alır. iki aşağıda iki yukarıda, iki de orta kat olmak kaydıyla yataklı vagonlardan iki tane olur ve her vagonda 4 oda olurdu. Gece saat 23'00 suları kondüktör gelir yatakları açar ayarlar iyi geceler der giderdi.
Evet, yolculuk feribotla başlar Tatvan'da Kara Tren'e aktarma yapar yolculuk başlardı. Trenler hareket etmeden mutlaka düdük çalardı.
O düdük sesi her nedense beni hüzünlendirirdi, Ayrılığın verdiği bir burukluk sanırım.
Vagonlardaki diğer yolcular ile Muş ovasına gelene kadar tanışma ve yakınlaşma olurdu, İlerleyen zamanda kumanyalar paylaşılır ve samimiyetin ilk adımları atılırdı. Yol uzun 3 gece 4 gündüz, sanki bir ömür gibi gelirdi. Hiç konuşmadan bu yolculuk çekilmeyeceğinden kısa zamanda diğer yolcular ile kaynaşma sağlanırdı.
Kolay değil, uzun zaman bir aradasın ve hayatına giren insanları tanıman lazım.
Kimisi ortak tanıdık kimisi uzaktan akraba kimisi de tamamen yabancı.
Ama o ortamda Yoldaşsınız.
Ve Tren yolu tükettikçe, zaman geçirmek için cam kanarından dışarıyı seyreder ve koridorlarda tur atardık. Gece uzun ağırlık çöküp yatmak ister beden. Trenin ritmik sesi ve hareketleri bir güzel uyku çekmemizi sağlardı. Arada üst yataktan düşenler olurdu ama alttakinin canı çıksın misali kahkahayla yolculuk sürerdi.
İnanın saydığım telgraf telleri anılarımda yer edinmiştir.
Kasabalardan şehirlerden, ilçelerden köylerden geçer, bazen tren kazanına su koymak için yarım saat mola verilirdi. Bu molalar da haşlanmış yumurta başta olmak üzere bazı yiyecek ihtiyacını satın alarak karşılardık. Hele ıssız kasabalardan geçerken kasabalı çocukların okunmuş gazete var mı diye sorup isteyerek, dış dünyadan haberler almasını sağlardı.
Nedendir bilinmez bazen çocuklar tren'e taş atardı, yaralananlar olurdu, bazen cam kırılırdı. Haylazlar der kızardık.
Batıya yaklaştıkça bizden istekler azalır, bize bir şeyler satmalar başlardı. Bazı satıcılar trene biner bir sonraki durağa kadar satış yapardı.
Ama yolculuğun en zor kısmı, ki hele kışın yolculuk yapıyorsan, Sivas ve Kayseri olmak üzere zemheri soğuk bölgelerde iliklerimize işlerdi.
Ankara da yolcuların bir çoğu inerken, eğer aynı kompartımandaysak vedalaşmalar başlardı. Sanki yakınlarından ayrılıyorsun gibi, bir ayrılık hüznü de orda yaşardık.
Ve Ankara İstanbul, arası Eskişehir Sakarya ve Kocaeli yani Pişmaniye cennetine yolculuk başlardı.
Ve Pişmaniyecilerin, almayan Pişman dediğini dün gibi hatırlarım.
Ve;
Derken İstanbul,
Yani İstanbul'un kapısı Haydarpaşa Gar'ında, son bulurdu yolculuk. Şimdi ne Haydarpaşa kaldı ne İstanbul'un kapısı.
Tüm Yolculuğa çıkanlara, yakınlarına Kavuşmak dileğiyle, Allah Kavuştursun diyorum. Aze…