Karıncanın yendiği fil

'Kocaman hatta devasa, etrafı kalın duvarlar yerine en hassas kameralarla çevrili saray yaptıracağım. Odaları olacak ki say say bitmeyen. Geceleri yattığım odayı bir ben bileceğim bir de hatun. En değme törenlerde bile halkla aramda uzak mesafeler kalacak ki densizin birinin nefret saçan gözleriyle karşı karşıya kalmayayım.'Diye buyurmuş.

Tekmil yalakalar önünde ceket düğümleyip, iki büklüm durup:

 "Baş üstüne." Demişler.

Saray yapılmış, içi sayısız odalar, dışı kurşungeçirmez duvarlar, baykuş kanat çırpsa sesini ve gölgesini algılayan aygıtlarla donatılmış.

 Yetmemiş tüm güvenlik tedbirleri, en değme güvenlik birimleri konuşlandırılmış saray civarına. Ve altında kaçış için bir tünel yaptırılmış, zinhar olursa bir isyan tüymek maksadıyla.

 Ama yenememiş diktatör bir türlü korkusunu.

Tarih yazmıştır ya benzerlerini…

Sırtından hançerlenen Sezar'ı, kurşuna dizilen Çavuşesko'yu, ele geçirilirsem paramparça edilirim diyen Hitler'i, Franco'yu, Saddam'ı ve bir cümle diktatörleri… Onların hayatları resmi geçit yapmış gözlerinin önünden.

Zalimleştikçe korkmuş, korktukça artırmış güvenlik önlemlerini, korumalarının sayısı orduya dönüşmüş.

Yediği yemekten kuşkulanmış, önünde dizi dizi duran muhafızlardan, çıkıp konuşacağı kürsüdeki mikrofondan... Maazallah, ya bir muhafız kınından çekse, indirirse kılıcı boynuna? Ya konuşmak için çıktığı mikrofona püf derken harekete geçerse bomba düzeneği…

 

Korkuları büyümüş ve kuşatmaya başlamış her yanını.

Bindiği makam aracından, uçaktan, helikopterden işkillenmeye başlamış. Ve hatta gökyüzünde gösteri yapan sesten hızlı jetlerden bile korkup, tırsımış. Hani biri şeytana uyup dalış yaparsa seyir protokolüne?

Geceleri uykuları kaçmış… Hani pırt dese yanında yatan hatunu fırlayıp oturur olmuş geceler boyu.

Sonunda dayanamamış anlatmış en yakın bulduğuna korkularını.

 "Ölüm Allah'ın emri ama öyle vakitsiz de gitmek istemem."Demiş.

Titreyen sesini, buz kesen nefesini dinleyen sırdaşı:

  "Bak sana bir masal anlatayım da ana fikrini sen çıkar." Demiş.

 "Bir fil varmış yerden minare yüksekliğinde. Yürürken sarsarmış ayakları yeri göğü. Canı sıkılıp, kafasının tası attığında tarumar eylermiş her bir yanı. Öyle ki ormanların kralı aslan bile tırsır olmuş filden. Oturup konuşmuşlar filin zalimliğini tekmil hayvanlar, nasıl dize getireceğiz diye bu azgın fili. Ne aslan, ne kaplan, ne de panter hiç birisi cesaret edememiş fille karşı karşıya gelmeyi. Tüm hayvanların bu çaresizliğini gören karınca seslenmiş. O fil mi? Siz onu bana bırakın demiş. Şaşırmış onca hayvan. Sonunda katıla katıla gülmüşler. Sen mi? Hay biçare! Sen kışlığının hazırlama telaşındasın var git işine demişler. Karınca direnmiş. Siz he deyin gerisini ben hallederim demiş. 'Hadi len!' Demekten vazgeçmiş tüm hayvanlar, 'De hadi!' bakalım demişler. Karınca, filin ayaklarından yukarı dolanıp ta kulağının içine kadar sokulmuş sessizce… Sonra da başlamış ısırıklarına inceden ince. Koca fil önce kaşınmış, sonra sürmüş başını ağaçlara, yerlere atmış kendisini bir türlü çıkaramamış kulağının en derinliklerinde dans eden karıncayı. Irmaklara salmış dev vücudunu nafile. Karınca, filin kulağındaki uğultuyu artırdıkça artırmış. Zaten huysuz, densiz olan fil daha fazla dayanamamış atmış kendisini uçurumun birinden aşağılara."

Masalı dinleyen astığım astık, çaldığım düdük diktatörün canı iyice sıkılmış ve çatmış kaşlarını:

 "Buradaki fil bensem ya karınca kim?" Diye gürlemiş.

Masalı anlatan sırdaşı, ürperten ve tüylerini ayağa kaldıran bir sesle fısıldamış:

 "Hiçbir zaman tükenmeyecek korkularınız efendim."Yanıtını vermiş.

Bakmadan Geçme