Karne

Yıl 1984'tü. İlkokul birinci sınıfa güle oynaya başlamış ve arkadaşlarla çabucak kaynaşıvermiştik. Okulun en haşarı öğrencisi ben değildim elbette. Fakat yine de yaramazlık konusunda hatırı sayılır bir ünümüz vardı. Ne de olsa sınıf öğretmenim babamdı.

 Henüz birinci sınıf olmama rağmen herkese karışır, babamın tüm ikazlarını kulak ardı ederdim. Gerçi yaptığım her yaramazlığın bir bedeli vardı; Bazen babam bazen de diğer öğretmenler bir güzel kırıverirlerdi kemiklerimi ama olsundu. Bizim nesil alışıktı cennetten çıktığına inandırıldığımız dayağa. Dayak sonrası yarım saatlik süt dökmüş kedi kıvamındaki sessizliğimizin ardından fabrika ayarlarımıza geri dönerdik çabucak. Hele zil çaldı mı ipini koparmış buzağı gibi koştururduk futbol sahasını andıran genişçe bahçemize. Şayet eli ayağı düzgün bir top da bulduk mu cennetle müjdelenmişçesine sevinç duyar ve adeta kendimizden geçerdik.

  Derken günler çabucak geçivermiş ve karne günü gelip çatmıştı. O günler öğretmene kutu bisküvi, çorap, mendil ve yapay çiçek gibi şeyler getirmek adettendi. Bu yüzden babamın masası da gelen hediyelerden adeta kaybolmuştu. Karne dağıtılırken ismi ilk okunan kişi, boyca en uzunumuz olan Nizamettin'di. Karnesinde bir hayli kırık olan o koca çocuğun hüngür hüngür ağladığını bugün bile hatırlıyorum. Acaba benim karnem nasıldı? İçimden bir ses, tek rakibimin 'Özge' olduğunu söylüyordu. Babamın da çok sevdiği bu öğrencinin her dersinin 'Pekiyi' olduğuna emindim. Ama ben de öğretmenimin oğluydum neticede. Birkaç öğrenciden sonra Özge de tüm dersleri 'Pekiyi' olan karnesini almıştı. Açıkçası karnem Özge'ninkinden daha düşük olursa kararlıydım; hediyelerin eve götürülmesinde babama yardım etmeyecektim.

    Sınıfımız bir hayli kalabalıktı ve nedense babam beni en sona bırakmıştı. İki de bir tahtaya çıkıp karnemi soruyor, babam ise her defasında "Sürpriz!" diyerek beni sırama postalıyordu. Derken sıra bana gelmiş ve ismimin anons edilmesiyle sınıfta ciddi bir tezahürat olmuştu. Coşkulu kalabalığı biraz da mahcup bir edayla selamlayarak güzel olduğunu umduğum karnemi almaya tahtaya yönelmiştim. Bu arada göz ucuyla da Özge'yi takip ediyordum. Güzel karnesiyle sınıfa bolca hava atan bu kıza haddini bildirmek de farz olmuştu icabında! Şahsıma gösterilen ilgi ve teveccühten dolayı masaya zorlukla ulaştığımı da belirtmek isterim.

     Derken beklenen an gelmiş ve babamın gülümseyerek uzattığı karne elimdeydi artık. Padişahtan gelmiş bir name titizliğiyle içini açmıştım ki gördüklerime önce inanamadım. Tüm derslerim zayıftı. 'Acaba bir yanlışlık mı var?' deyip tekrar tekrar baksam da sonuç değişmiyordu. Öylece kalakalmış ve bunun bir şaka olduğuna dair küçük de olsa bir işaret beklemiştim babamdan. Ama babamın şaka yapmış gibi bir hali yoktu. Başım önümde çaresiz bir şekilde sırama geçerken anlıyordum ki Babam yani birinci sınıf öğretmenim, bir yıl boyunca bana vereceği en anlamlı dersi en sona saklamıştı: "Sınıfta kalmıştım."

Not: Karne alıp tatile girecek tüm öğrenci kardeşlerime hayırlı tatiller dilerim.

Bakmadan Geçme