Kolektif düşünce elbette ki eksiklikler ve yanlışlıkların azaltılması için sonuca giden yolda başvurulacak en akılcı yöntemlerden biridir. Ancak bireyin kendi tecrübelerinden biriktirdikleri ve hayata duruşunu biçimleyen kendine özgü doğruları da benim düşüncelerimdir diyebileceği somut gerçek için çok önemlidir. Bu doğrular, bireyi varış noktasına kazasız belasız taşıyabilecek risksiz değerleridir.
Bazen bencillik, önceden şekillenmiş doğru bir düşüncenin sonradan hatalı olduğu görüldüğünde, bireyi:
"Tükürdüğümü yalamam." Yanlışında diretebilir. Böyle bir tavır, yanlışlığı fark edilen doğru sanılanı ön plana geçirir ve zaman içinde hatalar zincirini hızla çoğaltır.
Ama öyle doğrular vardır ki, diyalektik yasa gibi değişmezdir. Ne var ki hayat koşulları gerçek doğrulardan bireyi küçük çıkarlar için koparıp, yanlışa yönlendirebilir.
Bu hastalığın kaynak noktaları politika ve ticaret alanlarıdır. Zikzaklar siyasi ve ticari kimlik sahiplerinde çok daha net görülebilir. Toplumun doğruları, politik kimliklerin çıkarlarında çeliştiği zaman doğru dediğimiz gerçeğin karşıtı yanlış klın ve yüreğin tüm yollarını keser. Siz ne kadar:
"Kral çıplak!" Diye bağırırsanız bağırın, sesiniz yankıya dönüşmeyen bir boşlukta yitip gider.
İçinde olduğumuz şu günlerde, var olan doğruların siyasi kaygılar nedeniyle üstünün örtüldüğüne, içi boş söz dalaşları ile çarpıtıldığına tanık oluyoruz. İşte bu noktada devreye sağduyumuz ve kendi doğrularımız girdiği zaman, gözlerimize takılmaya çalışılan pembe camlı gözlüklerin farkına varabiliriz.
Bakınız bütün bu anlatmaya çalıştıklarımı evrenselliğe adını yazdırmış Mevlana birkaç dizeyle nasıl anlatıyor:
''Hiç bir zaman geç kalmadınız,
Kaç kere yoldan dönmüş de olsanız,
Kaç kere döndürülmüş de olsanız,
Dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız,
Hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız,
Kendinizin "Yüreğiniz" tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da
Siz yine de "kendinize, yüreğinize" yürüyünüz....
Hiç kimse size inanmasa da, siz kendinize inanın...''