Kentsel gelişmede yeni yaklaşımlar, yeni kavramlar ve yeni modeller
Artık Kır-Kent ayırımı yok oluyor Bilgilerin, kavramların ve kuramların hızla yenilendiği, yeni sandığımız unsurların da hızla eskidi başdöndürücü gelişmelerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz.
Kuşkusuz kentsel gelişmeler de bundan azade değil.Öncelikle kent ve kentsel gelişme dediğimiz zaman sadece fiziki bir yapılanmadan bahsetmediğimiz bilinmeli; yanısıra beşeri ne varsa ondan da söz ettiğimzi bilmek gerekir. Üstelik de artık kırın giderek silikleştiği hatta kır-kent ayırımının giderek ortadan kalktığı bir süreçten geçiyoruz.
Kentin ne formu ne de sınırı belli
Artık kırda OSB’leri var, turizm bölgeleri kuruluyor, buna karşılık kentlerde hobi bahçelerinin ötesinde kentsel tarımdan bahsediliyor. Avrupada teras tarımı başlamış. Organik tarıma olan ilgi kenti de bu sürecin içine çekiyor. Kentler artık eskiden olduğu gibi yağ lekesi şeklinde değil “saçaklanarak” büyüyorlar. Birçok yerde bir kent nerde başlıyor nerde bitiyor belli değil. Ve artık kentlerin bir merkezi de yok, çok merkezli bir yapı oluşuyor, bu merkezler ulusal ve uluslararsı ağlarla birbirine bağlı.. Ekonomik, kültürel sosyla iletişimdeki networklar biçiminde.
Yeni kavramsallaştırma nasıl olabilir?
Peki bu sistem nasıl bir sistem? Önerilen mi yani acaba bu tasarlanan ve dışardan şekilendililen bir sistem mi, yoksa kendi kendini organize eden, yani selforganization bir sistem mi? Bu aslında oluşmuş, iradi olarak şekillendirilmeyen, yığılmayla oluşmuş bir sitem. Giderek büyüyecek ve kır denilen olguyu tamamen yutacak, yok edecek. Böylece kır - kent ayırımı yeni yığılmalarla ortadan kalkacak.
Meselenin sosyal boyutu daha önemli
Biz kentleri küresel, tarihsel, geleneksel, finanasal, sosyal yönleriyle ele alabilir ve böyle tanımlayabiliriz. Sanayi kenti, turizm kenti, liman kenti, ticaret kenti, teknoloji kenti, maden kenti, erkek kent, dişi kent vs gibi.. Yada bunların bir kısmının senkronize geliştiği ve birarada yürüdüğü çok kimlikli kentler de olabilir. İşlevleri dolayısı ile dünya bağları nedeniyle küresel, bütün ülkeye hitabı nedeniyle ulusal, kendi değrlerini üretmesi ve koruması nedeniyle yerel olabilir.. Yani Yerelden küresele –küreselden yerele açılan kentler. Yenilikleri redetmeyen ama kendi değerlerini de koruyan.. İkisi bir arada olabilir mi? Pek ala olabilir. Mesela İstanbul biraz böyle..
Yeni kentleri nasıl yönetip yönlendireceğiz onları hangi kavramlarla açıklayacağız?
Bir kere günümüzde en çok İngilizce baş harfleri ile “3T” den bahsediliyor. Bizdeki tarım, ticaret, turizm değil bu. Bunlar Teknoloji (Technology), Yetenek(Talent) ve Hoşgörü(Tolerans); ancak yeterli değil. Bunlara yaratıcı, akıllı ve sürdürülebilirlik ekleniyor. Tamam, da bu üç unsur daha çok orta ve orta üstü gelir düzeyine hitap ediyor. Böyle bir dizayn ve işleyişte yoksulların, alt tabakaların, dışlanmış grupların hali nice olacak? Asıl soru bu.
Varsıllar karşısında yoksulları da korumalıyız
Çünkü günümüzde dünyadaki sadece 85 zenginin geliri dünyanın nüfusunun %50’sinin gelirinden daha fazla. Ve dünyanın bu yoksul yarısı günde sadece 2 (iki) dolarla geçinmek zorunda. Bunların yarısından çoğu günlük temiz içme suyu bile bulamıyor. Türkiye’de de benzer bir tablo var. Bir tarafta boğazına kadar dolmuş bir varsıllık, öte yandan bunun dizi dibinde açlıktan ölmek üzere yoksulluk. Bu sadece siyasi ve ekonomik açıdan değil aynı zamanda insani ve vicdani açıdan da sürdürülebilir değil.
Peki o zaman ne yapacağız?
Habitat II Zirvesinde de üç kavram öne çıkmıştı. Sürdürülebilir, yaşanabilir ve hakçalık kavramlarıydı bunlar. Yani toprağı ve suyu gelecek kuşaklara yetecek biçimde kullanmalıyız. Çünkü “bu dünya babalarımızdan miriras aldığımız bir dünya değil çocuklarımızdan emanet aldığımız bir dünya.” Öyle işler yapalım ki torunlarımız gelecekte bize teşekkür etsin. Yaşanabilrlik de önemli. Sadece güvenlik açısından değil çevre açısından da. Evet bir risk toplumundayız ama çevreye açgözlü biçimde saldırıyoruz. Tahribatın boyutları çok büyük, böyle giderse insan oğlu gelecekte sunni plastik yapraklara muhtaç kalacak. Kızılderili Şef ne demişti: “Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda ve son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak ama o zaman iş işten geçmiş olacak.” Hakçalığa gelince bu da aç gözlülüğü işaret ediyor. Biri hep bana rab bana diyor. Oysa hepsini kendine aldığında “aç insan kızgın insandır” birgün kapını çalabilir, onu sana yar etmeyebilir. O zaman sadece endişeden dolayı değil, insani açıdan da yaratılan değerleri bölüşme konusunda duyarlılık gerekiyor.
Sonuç
Burada kapsayıcılık devreye giriyor. O halde şöyle förmüle edebiliriz: Günümüzün ideal kenti insani gelimeye sahip, erdemli, kapsayıcı ve daha özgürolmalı. Kapsayıcı eğitim, kapsaycı işgücü, kapsayıcı çevre, kapsayıcı altyapı,kapsayıcı kamu hizmetleri, kapsayıcı konut ve barınma, kapsayıcı beslenme.. Yani kentte üretilen rantı, katma değeri tabana yayan bu vesile ile herkesi kapsayan.. İşte bizim ihtiyacımız olan kent ve işte bizim ihtiyacımız olan yeni Türkiye kentleşmesi..