Komşu komşunun külüne muhtaçtır
Ümit Kayaçelebi yazdı...
Komşuluk eskiden Van da çok önemliydi. Komşuluk akrabalıktan da öte olarak düşünülürdü. Çünkü İnsanların aynı sokakta aynı mahallede ki komşusunun aç yattığı bilinen zamanlardı o günler. Herkes herkesle dost, ahbap, tanış, herkes herkesle akrabadır adeta. Can kaygısı yok, mal kaygısı yoktur. Alışveriş bile kolaydır. Herkesin sözünün senet olarak kabul edildiği günlerdi o günler.
Kandırmaca hile yoktur insanların aklında. Herkes birbirinden emindir. Acılar ve sevinçler hep beraber paylaşılırdı. Doğanda da beraber ölende de beraber olurlardı.
Eski komşuluk ilişkileri, bu gün maalesef kaybolma noktasına gelmiştir, aynı binanın içerisinde bulunan dairelerde oturan insanlar, birbirlerine selam vermez olmuşlardır, yine maalesef, komşular birbirlerine gidiş geliş yapmaz ve misafir olmaz olmuşlardır.
Eğer komşulardan birisi birkaç gün görünmediği zaman nerde kaldı benim komşum diyerek merak edip kapısı çalınmaz olmuştur. Eski güzel komşuluklar yok olmaya başlamıştır. Oysa yüce dinimiz, komşu haklarına, komşuluk ilişkilerine çok büyük ehemmiyet vermektedir. Bu yüzdendir ki yüce peygamberimiz s.v. komşusu açken tok yatan bizden değil diyerek komşuluk ilişkilerinin önemini belirtmiştir.
Komşunun birisinde bir sıkıntı, bir darlık veya ufak – tefek bir felaket yaşanınca diğer komşular, o komşularına yardım etmek için adeta seferber olurlar, yardımlaşırlar, bölüşürler ve onu katiyen kendi hallerine bırakmış olmazlardı. Bir hastalık, bir cenaze vukuunda yine diğer komşular günlerce o komşularıyla bir ve beraber olurlardı.
Eski komşular. Ne gibi bir ihtiyaçları, sıkıntıları olsa evvel emirde en yakın komşuların kapıları çalınır, o hizmetler onlardan istenirdi. Komşunun ihtiyacına cevap vermek, hizmetini yerine getirmek eski göreneklerimizde çok önemli bir yer tutardı.
Çünkü eski komşuluklarda pişirilen yemekler ve tandır evlerinde yapılan ekmeklerin kokusu komşularda duyulur ve komşu hakkı olur diye birbirlerine az veya çok taze ekmek ve yemek ikram etmek en güzel ve en makul İslami inanç ve adetlerden idi.
Komşulardan biri hasta olunca onu günlerce ziyaret ederler, ellerinden geldiğince ona bir şeyler ikram ederlerdi. Cenaze vuku bulan her eve de komşuları günlerce sofra götürürler ve taziyede bulunurlardı.
Komşuluk anlayışı insanların sahip oldukları hakların korunması ve bunlara saygı gösterilmesi günümüzde artık amacını yitirmektedir. Bununla ilgili birçok etken vardır. Eskiden mahallelerdeki, sokaklardaki yerleşim genellikle müstakil, bahçeli kişiye özel mülkiyetlerdi. Geçmişteki Van’a baktığınız zaman böyle yüksek binaların, apartmanların, sitelerin olmadığı ve tek katlı, iki katlı toprak evlerde insanların oturduğu mahalle veya sokaklarda insanlar birbirlerine daha yakın ve samimi idiler.
Çünkü bizlere en yakın dost, akraba, üst komşumuz, yan komşumuz veya alt komşumuz idi. Onlarla berber hayatı paylaşmak ne kadar güzeldi. Oturup konu komşu bir araya gelerek bahçede serin bir yerde semaveri yakıp demli çayları yudumlarken, yanında hediği ve kavurgayı yerken büyüklerin sohbetlerini dinlemekte apayrı bir keyif verirdi bizlere.
Ben şahsen özlüyorum eski komşulukları, bayramlarda kapı kapı dolaşıp fındık, şeker, harçlık i topladığım çocukluk günlerimi. Ben özlüyorum şahsen komşumuzun bizim bahçemizde dut olmadığı için bize dut olanda getirdiği dutları, seyit efendinin bize gönderdiği o güzelim üzümleri. Dedem hasta olduğu bir gün Hacı Hidayet Efendinin kese kâğıdının içerisinde aldığı bir kilo yafa portakalı hala hatırlıyorum. Refo Dayının uzun kış gecelerinde anlattığı ciroklar (Hikâyeler) hala hatırımdadır. Sobadan çekilen mangalda pişirilen patatesler bize ne hoş gelirdi.7 numara gaz lambasının altında komşularla birlikte akşam ajansını , ‘Arkası yarınları’ dinlemek paylaşılan güzelliklerdi komşularla birlikte.
Eskiden müstakil evlerden oluşan sokaklarda belli sayıda insanlar yan yana, bahçeli evlerde sosyal açıdan birbirleriyle daha yakın ve samimi bir yaşam sürerlerken her anı, acıyı ve mutluluğu birbirleriyle paylaşırken birden bire yeni yapılaşmalarla kopmaya başladılar.
Sonuçta da eski bir deyim yavaş yavaş yok olmaya başladı. "EV ALMA KOMŞU AL"
Başladı.
O günlerde "Ev alma, komşu al". Sözünün büyük bir önemi vardı. Komşuluk her şeyin başıydı. Evleneceği kızı bile kendi görmeden, komşusuna seçtirirdi. "Komşum uygun gördü ise, neden olmasın derlerdi. O zamanlar her kadının sıkı-fıkı olduğu, bütün sırlarını hiç çekinmeden açtığı muhakkak bir kadın arkadaşı olurdu. Birbirlerine hediyeler verirler; zor günlerinde birbirlerine yardımcı olurlar; birbirlerini başkalarına karşı savunurlardı. Bu öyle bir dostluk idi ki, aralarındaki bu sevginin hiç bitmesini istemedikleri gibi, ölümden sonra da devam etmesini arzuladıkları için birbirlerine isimleri ile hitap etmek yerine, birbirlerini "ahretlik" diye çağırırlardı.
O zamanlar mahallede bilgi ve görgüleri ile ünlenmiş ve genellikle yaşlı kadınlara, mahalle kadınları tarafından büyük saygı gösterilirdi. Herhangi bir sorun veya hastalıkta bilgilerine başvurulur, yardımları istenirdi. Bu kadınlar da yardımlarını hiçbir karşılık beklemeden, fakat büyük bir gurur içinde yerine getirirlerdi. Bu kadınlar, ayrıca karı-koca arasındaki anlaşmazlıklarda bir nevi arabuluculuk yaparlardı.
Bilindiği üzere komşuluk ilişkileri yavaş yavaş ölmekte. İnsanlar birbirlerine karşı yabancılaşmakta. Samimiyetler dip yapmakta ve adeta en yakında olanlar birbirlerinden çok uzakta olmaktadırlar.
Artık aynı apartmanda oturan insanlar bile neredeyse birbirlerini tanımamakta. Küçüklüğümden hatırlarım mahallede bir evde o gün tandır yakılıp ekmek yapılacaksa ve o evinde kevenisi yoksa hemen yan komşu ona yardıma giderdi. Gün evvelinden hamur tutulur ve ertesi gün sabah namazından sonra tandır yakılır ve biri hamuru açarken diğer komşuda elinde mazraka ile ekmeği tandırın kenarına vururdu. Bu arada semaver kaynar içilen demli çayla yorgunluk bir nebze atılırdı. Ve güle oynaya lavaş ekmek, çörek, taptapa ve çöçe yapılır yardım eden komşuya verildiği gibi kim ekmeğin kokusunu almış ise ona da gönderilirdi.
Komşuluk öldü diye başlayıp eski komşulukları yâd edenler pek dertlidir. Onlara göre komşuluk gerçekten öldü: Eskiden böyle miydi canım? Komşuluk kıymetliydi, komşular önemsenirdi, evde yoksak “Komşuya gitmiştir.” denirdi. Bizi komşumuzdan sorarlardı, işin ucunda konu komşuya rezil olmak vardı, hâdiseleri komşudan duyar biz de komşulara haber verirdik.
Bir hacetimiz varsa komşudan isterdik, komşu kızı almak kalaylı kaptan su içmek gibiydi, komşu komşunun külüne muhtaçtı. Komşuda pişer bize de düşerdi, ev almaz komşu alırdık, komşusu açken tok yatmak olmazdı. Komşunun sakalını yoldularsa sen de sakalını kazıtırdın, gülme komşuna gelir başınaydı, kötüsü bile insanı mal sahibi yapardı.
Artık çevremizde yemyeşil bahçeleri olan, çeşit çeşit çiçeklerin yetiştiği evler yerine, önlerinde bir araç yığıntısı, kirlileşme ve gürültüye sebebiyet veren çok katlı apartmanlar ortaya çıktı.
Yitip giden sadece komşuluk değil elbette: “Eskiden bahçelerimizde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı meyveler, dalından yenirdi; böyle hormon, GDO bilinmezdi Çocuklar bol bol meyve ve sebze ile beslenirlerdi. Şimdiki gibi abur cubur şeylerle beslenilmezdi! Bizim zamanımızda kendimizden yaşça büyük olanlara karşı saygı vardı! Büyük büyüklüğünü bilirdi, küçük küçüklüğünü.
Nerde o eski terbiye edep komşunun çocuğu uygunsuz bir halde görülse kulağı da çekilirdi, tokat ta atılırdı ve dedesi, babası niye vurdun, demez ve komşuya ellerine sağlık derdi. İşte o zamanların komşuluğu böyle idi. Bütün mahalle, sokak birbirinden müteselsil olarak sorumlu bilirdi kendilerini. Bütün bunlar anlatıldığı zaman da şimdi alacağınız cevap hazırdır: Suçlu “devir” yahut “şehir” gösterilir.
Şimdi öyle mi? Eski komşular gitti yerini kavgacı, saygı bilmez; asansörde bile bir merhaba'yı esirgeyen komşular aldı. Eskiden yokluk vardı. Herkes bir şekilde komşusuna muhtaçtı. Sevmese de ona katlanmak zorundaydı. Bugün artık herkes ekonomik bağımsızlığa kavuştu. Herkes artık az çok ihtiyacını karşılayabiliyor. Kimseye ihtiyaçları yok.
Hani eskiden derlerdi ‘ Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane’ sözü o günler içinmiş meğerse biz bilememişiz. Şimdi o sohbetler ve muhabbetler, o seferberlik günleri hikâyeleri anlatılmıyor. Hatır gönül onlarla birlikte gitmişte haberimiz yokmuş.
O güzel zamanlarda kadınlar ve erkekler hep birbirlerine yardım için bir bahane aranırdı. Mesela yaz mevsimi geldiği zaman den dövülürdü. Her mahallede bir dibek mutlaka vardı. Bu zahmetli bir işti kadınlar becermesine rağmen onları yorardı. Bu nedenle yaz akşamlarında kadınlar dibeğin başında toplanır ve erkekler tokmakla den Dögerlerdi. Bu arada yine yorgunluk atılması için semaver kaynar arada bir mola verilerek farah dibalı çay tabaklarında o mis gibi semaver çayı yudumlanırdı.
Her gün sıra ile bir komşunun dibekte deni dövülür böylece kış hazırlıklarından biri ikmal edilirdi.
Yine erişte kesilirken de komşular birbirlerine yardım ederek. Beraber hamur tutar ve bahçede serin bir yerde başlarına gendik vurarak ayaklarında şalvarları ile erişte keserlerdi. Bu ve bunun gibi gerek kış hazırlığı olsun veyahut başka bir ortamda her zaman komşu komşuya koşardı.
Baklava yapmayı çoğu kadın bilemediği için bilemeyene bilen koşar ya bir hayır işinden önce veya bir ramazan veya kurban bayramı öncesinde gelerek bir güzel baklavasını yapardı.
Erkekler genelde hep aynı camide vakit namazlarını eda ettikleri için. Komşuların sayım merkeze cami idi. Vakit namazında camiye giden komşulardan biri diğer komşusunu camide görmediği zaman beraber oldukları kahveden gelip gelmediğini sorardı. Hem camiye ham de kahveye gelmemişse hemen namazdan sonra gelmeyen komşunun evine gidilerek niye gelmediği araştırılırdı.
Komşu hasta ise doktor çağırılır veya iğne gerekiyor ise iğneci kerim veya pansumancı Mehmet efendiye haber verilirdi. Doktor gerekiyor ise Ağzı Eğri Kemal, İzzet Beye gidilirdi. Ve o doktorlar ellerinde çantaları ile birlikte yayan gelir ve farklı vizite de talep etmezlerdi.
O zamanlar şimdiki böyle bol Kur’an bile yoktu. Kaset, CD vs. gibi şeylerde zaten yoktu. Kadınlarda hep evlerinde olmaları hasebiyle Ramazan Ayında Siirt’ten çoğu genç olmak üzere hafızlar gelirdi ve bu hafızlar bir miktar para veya hediye karşılığında istenilen evlerde her gün bir cüz okurlardı. Ve bu hatimde arife günü bağışlanırdı. Evde hafız okutmaya herkesin gücü yetmezdi gücü yetmeyenlerinde hafız tutanlar evlerine çağırır gidenlerde o ev sahibinin hayrına 30 gün cüz dinler ve hatim bağışlarlardı. Onlarda imkânları nispetinde ufak hediyeler getirerek hafız efendiyle helalleşirlerdi. Kadın olsun erkek olsun mahallede, sokakta akrabadan öte bir dayanışma sergilenirdi.
Mahallede veya sokakta biri vefat etmiş ise o gün hemen biri camiye salaya koşar, bir diğeri mezarlığa mezar kazılması için koşardı. Bir komşu camiden teneşir tabut getirirken biri kara kazanda su kaynatır, biri de erkekse erkek hocaya diğeri kadın hocaya koştururdu.
Derken ah vah içerisinde cenaze akköprüye götürülürdü ve üç gün süreyle sabah kahvaltıları, öğlen ve akşam yemekleri bakır sinilerde ve bakır kaplar içerisinde taziye evine gönderilirdi. Ve böylelikle o kederli ailenin acıları azda olsa dindirilmeye çalışılırdı.
Günümüzde,komşuluk ilişkileri her geçen gün biraz daha zayıflamaktadır..
Ayrıca örf adetlerimiz, toplumsal hayatımıza güzellik katmaktadır. Dinimiz, yardımlaşmayı ve gözetmeyi en ön plânda tutmaktadır.
Günümüzde maalesef örf adetlerimiz hızla unutulmaktadır.
Bayramlaşmak, hal hatır sormak, düğünler, hasta ziyaretleri, artık eskisi gibi yapılamamaktadır.
Aslında örf adetlerimiz toplum hayatı içerisinde gerekli olan kurallardır…
Bu kuralların içinde misafir ağırlama, büyüklere saygı, küçüklere sevgiyle yaklaşma, hasta ziyaretleri, komşularla hediyeleşme, komşu ziyaretleri yapma, düğün, cenaze, gibi durumlarda komşunun yalnız bırakılmaması, gibi çoğaltabileceğimiz birçok örnek bizim örf adet ve gelenek göreneklerimizdendir.