KORKU

Udban Berk yazdı...

Korku belirli tanımların ötesinde, erişilmez değerli hislerin, düşüncelerin, duyguların, hayallerin ve iradenin ipotek altına alınmasıdır.

Bireylerin yaşam ve gelecek kaygılarının oluşmasındaki en önemli etkendir.

Çocuklarda korku duygusunun meydana gelmesi; yetişmelerine ve kendilerini ifade etmedeki kabiliyetlerinin kırılmasına, özgüven eksikliğinin yeşermesine ve içe kapanık bir bireyin varlığından söz edilebilir. 

İçlerine kapanık olmalarına, duygu ve hislerinin içte yoğunlaşmasıyla gelen korkuyla, ailelerin psikoloji şiddetle susturulan çocukların,  gelecekte kendilerini ifade etmedikleri için, istedikleri ve arzu ettikleri her şeyi, zorla ve şiddet ile çözmeye çalışan bir neslin var olmasına ve toplum- birey ikileminin gelişmesinin önünde kalıcı bir hasarın oluşmasına ve en elzemi de bu korku ile yetişen çocukların iş ve aile hayatlarında bu duygunun varlığı, kendi yaşamları bir yana, birçok kişinin yaşam haklarını elinden almalarına sebebiyet veriyor. 

Çocuklardaki bu korku,  belirsizliğin verdiği acı ve kaygıyla çabuk sinirlenmelerine, öfke probleminin oluşmasına ve kendi iç dünyalarındaki sessiz bir çığlık ile yalnız ve baş başa kalırlar. Ve kendilerini dış dünyadan soyutlayarak, aile ve toplum baskısından uzaklaşarak kendi iç dünyalarına kapılırlar. Buda tarif edilemez acıların yaşanmasına olanak sağlıyor.

Belli bir zaman diliminden sonra  çocuklara verilen cezanın şiddetli bir korkuya neden olur.

“Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağırda olsa, hafifte de, hiç bir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.” diyor S.Zweig.

Çocuklukla başlayan bu korkunun gençlik ve yetişkin silsilesinde değişime uğramamaksızın gelecek ve belirsizlik karmaşığıyla daha beter bir hal alıyor.

Şu an Türkiye’de yaşayan gençlerin çoğunluğunda yönetimin ( iktidar) verdiği korku, bahsettiğimiz korkunun ötesinde bir varolma mücadelesinden kaynaklanmaktadır.

Varolma ve onurlu yaşamın kısıtlandığı, korku imparatorluğunun baskısıyla, toplumda gelecek kaygısı ve ekonomik riskiyle karşılaşılan nesillerin nezdinde, intihar sürecinin başlanmasına veya ülkeyi terk etme düşüncesi peydah oluyor.

Gelecek ve ekonomik kaygısı, hayallerin ve umutların eriyip gitmesi demektir.

 Yaşadığımız bu coğrafyada korkunun en belirgin olduğu dönemdeyiz. Bir grubun insafına bırakılan ülkenin, içler acısı yönetim anlaşıyla, tekçilik ve dikta rejimle susturulan muhalefet kesimleri ve medya gurupları...

Medyanın sesi; gerçeklerin halka doğrudan yansıtılması, anlatılması ve açığa çıkması demek.

Medyanın susması;  bütün gerçeklerin, haklıların, faili meçhullerin, kadın cinayetlerinin, çocuk tacizcilerinin, ifade özgürlüklerinin, adaletin, hayallerin, umutların ve barışın karanlığa gömülmesi demek.

Evet şu an; bu saydıklarımın tamamı mevcut yönetimin aşıladığı korku ile, medyanın eliyle örtbas edilen gerçeklerdir.

Bir yazarın kaleminden dökülen gerçekle özdeşleşen bir olayın anlatımını bile paylaşmayan, haber yapmaktan korkan bir medyanın varlığından daha acı bir şey yoktur.

Hâlâ ceza evlerinde binlerce düşünce suçlusu yatıyor. Bu ne korkunç bir gerçektir.

Sessizliğin verdiği acı, acıların en büyüğüdür...

İyi insanları atarlar bunların önüne, onlarıda yem ederler topluma.

Gençleri, sendikacıları, siyasetçileri, solcuları, sağcıları, tarafsız gazetecileri, yazarları, çizerleri, hukukçuları, onlardan olmayan herkesi alıp alıp götürdüler.

Ülkenin her yanındaki hapishaneler tıklım tıklım dolu.

Bunca hukuksuzluğa adaletsizliğe susarak tepki vermemek, biat etmenin teslim olmanın resmidir. Biat etmenin ve istediklerini vermenin sınırı yoktur. Verdikçe daha fazlasını isterler çünkü. Vereceğin bir şeyin kalmadığında, acımasızlar, tıkı verirler seni bir karanlığa.

Dik durun!

Eğilmeyin!

Biat ve itaat etmeyin.

Çünkü; İnsanın özgürlüğü kendi yolunu seçmektir.

Cesaret bulaşıcıdır.

Korku da bulaşıcıdır.

Seçim sizin?

 

Bakmadan Geçme