Bu gün rahmetli babam Mehmet Necati Kayaçelebi’den biraz bahsetmek istiyorum. Bizim Kayaçelebi ailesi resmi kayıtlarda teyit etmiş dir ki 1469 yılından beri Van’a gelmiş ve yerleşmiş bir ailedir.
Van’a ilk gelen ailelerden biridir Kayaçelebi ailesi. Bizimle Van’a ilk gelen ailelerde pek azdır. Kayaçelebi ailesi Evliya Çelebinin seyahatnamesinde de geçer. Evliya Çelebi Kayaçelebi ailesi için şunu der,’ Ben Van’a geldiğimde Mallı Kaya çelebinin misafiri oldum’. Mallı Kayaçelebi bizim atalarımızdandır. Yine Çelebinin seyahatnamesinde Doktor Mesut Çelebiden bahseder ki o da bizim ailemizin büyüklerindendir.
Van’da kaleye gittiğiniz zaman güney cephesinde ili cami görürsünüz ve bu iki cami den biride 15. asrın sonlarında yapılan Kayaçelebi camisidir. Kayaçelebi ailesi yaşadığı asırlar içerisinde yetiştirdiği insanlar Van’a hizmet etmiş ve önemli şahsiyetler kazandırmıştır.
Kayaçelebi ailesi iki koldan gelmiştir birinin büyüğü rahmetli Vehbi Kayaçelebi, eşi İstiklal harbi gazisi ve 103 yaşında hayata veda eda Cemile Kayaçelebi. Onların çocukları da Arslan, Ethem, Kaya, Ayhan ve Aynur Kayaçelebi.
Diğer koldan gelenlerde Eski 2.Mektep Başmuallimi Yusuf Ziya Kayaçelebi ve eşi Behiye Kayaçelebi. Çocukları, Hakkı, Hasan ve Mehmet Necati Kayaçelebi.
Ve bu her iki koldan şu anda yaşayan oğullar ve kızlar var. Son kuşağın seri başı olarak ailenin en yaşlısı ve en önde geleni olarak acizane ben kalmışım.
14. asırdan beri Van’da yaşayan ailemiz maalesef hepinizin de bildiği gibi 1915 yılında Van’ın rus ve Ermeniler tarafından İşgaliyle birlikte Van’da kalamayacaklarını anlayınca diğer Vanlılarla beraber buradan ister istemez göçmek zorunda kalmışlar. Ve o yıllarda Kayaçelebi ailesinin bir çoğunun Ege civarında olmaları hasebiyle İzmir’e gitmişler. Orada bir müddet kaldıktan sonra Dedem Vazife icabı Isparta’ya gitmek zorunda kalıyor. Orada muallim iken babam 1923 yılında dünyaya geliyor. O yıllarda 1918 den sonra seferberliğe gidenlerin hepsi dönmüyor ve büyük bir kısmı orada kalıyor. bazıları da tekrar eski yurtlarına dönüyorlar. Ama bizim aile 1934 yılında Van’a dönüyorlar ve Eski Ziraat Banka Sokakta yer yurt tutup oraya yerleşiyorlar. Bir buçuk dönümlük bir bahçeye iki katlı ve bir de tek katlı ev yapıp hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Babam ilk ve orta mektebi Van’da bitiriyor ama ondan sonra tahsilin devam ettiremiyor çünkü Van’da lise yok. Derken askerliğini yapıp döndükten sonra hayata atılma ve çalışma gereğini duyuyor her genç gibi. Elde ortaokul Şahadetnamesi Varsa’da kadrolu böyle münasip bir iş bulamıyor. Dedem o Yıllarda 2. Mektep de başmuallim olmasına rağmen orada istihdam edemiyor bir türlü. Ama devrin maarif müdürüyle görüştüğünde Kasrik (Kırkgeçit) te bir vekil muallim sıkıntısı var bir müddet gitsin orada vazife yapsın ben en yakın zamanda Van’da daha müsait bir yere tayim
İnin yapacağım diye söz verince bizm rahmetli pedere Kırkgeçidin yolunu tutmak düşüyor.
Yıl 1948 oraya ya at üzerinde veya kamyon üzerine gideceksin başka çare yok. Neyse babam düşüyor yola va Kasriğe gidiyor orası o zaman nahiye ve nahiye nüdürü var. Makama çıkıyor ve işte ben yeni muallim falankes diyerek kendisin tanıtıyor ve devrin maarif vekilinin de ismini verince Nahiye Müdürü babamın iltimaslı biri olduğunu anlıyor. Orada Babama okulun yanında bir yer tahsis ediyorlar ve derken Babam orada Vekil öğretmen olarak kalıyor. Şehre çok gidip gelme imkanı yok haliyle artık orası onun yeni yurdu oluyor. Şehirde büyüyen bir insan için ebetteki köy hayatı çok zor. Aradığın her şey yok mevcutlarla idare etmek zorundasınız. Tek oda salon bir mekan bir sac soba köylünün getirdiği tezek gevenle yakıp ısınıyor. Köylü şehirden bir muallim gelmiş diye çok seviyorlar yeni muallimi. Tabi o yıllarda ağalık düzeni var ve o civarında ağası var. Bir gün de ağa ile tanışıyor ama babam derdi hep ağaydı ama çok has bir ağaydı derdi hep. Ama ağalığın yanı sıra bir dağlarda eşkıyaların mavzerle kol gezdiği yıllar. Bilirsiniz o yıllarda Doğu ve Güney Anadolu’da dağlarda muhtelif sebeplerle dağlara çıkmış ve nam salmış çok eşkıya vardı. İşte efsaneleşmiş Koçero, Davudo, Hakimo, Şakiro, Hamido ve bir sürü devrinde herkesin eşkiya, şaki diye bahsettiği dağlarda nam salmış kişiler.
Nahiyede muallimlik devam ediyor ama babam bu hayattan çok sıkkın bunu her daim gelip dedeme söylüyorsa da o sabret maarif Müdürü söz verdi seneye seni oradan alacak deyip babamı teselli ediyor. Köy hayatı dediğin köyde iptidai bir bakkal ve birde uyduruk kahve.
Babam bunları keşke anlattığı zaman ne güzel anlatıyordu bilemedik keşke ses kaydı olsıydı Neyse efendim babam bir gün okul dağıldığında kahveye gittiğinde ufak tefek yaşlı bir adam selam verip yanına oturuyor. Oradan buradan derken yaşlı adam babama dönerek; Muallim bey biz seni çoğ sevdik gel sen heç buradan gitme hep bizimle kal senide buradan evereağ.
Babam yoğ diyi ben sizi seviyorum lakin burada kalamam ben mutlaka şehre gidip orada nuallimliğe devam edeceğim. Yaşlı adam ses çıkarmıyor ve ayrılıp gidiyor.
Aradan bir zaman sonra yine bir gün kahveye gidip oturduğunda yine o yaşlı adam yanına geliyor. Muallim bey ben sana diyorum ki sen bu köyden evlenmeden gitmeyeceksin. Babam yok mok derse de yaşlı adam babama bağ muallim bey köylüde bende seni çok sevdik bak bizim köyde bir sürü kızımız var hatta benim de 5 kızım var hangisini talep edersen al götür.
Babam şaşırıyor aniden. He diyebilirmi ki işin içinde baba var. Ona sormağ lazım elbette. Ve bir hafta sonu müsaade alıp şehre indiğinde mevzuyu açtığında dedem kızıp köpürüyor ben sana şehirden kız alacam olmaz diyor.
Babam tekrar köye dönüyor ve vazifesine devam ederken o yaşlı adam bir gün Mektebe gelerek muallim bey sen bu ağşam misafirimsin bize geleceksin der. Babam de yoğ demez. Akşam eve gider otururlar yemek yerler çay sohbet derken ev sahibi bağ muallim bey der sen bu bu gızlardan illaki birini alacağsan he demeden de bu evden çıkmayacaksın. Babam şaşırır kalır ama he de diyemez. O esnada yaşlı adam duvarda asılı olan mavzeri alır ve babama doğrultur. Muallim bey bağ bana eşkıya gado derlerle senelerce bu dağlarda eşkıyalık yapmışım vallah sen bunlardan birini hoşluğla almazsan seni vururum.
Beçara babam ne desin ele şaşırır kalıra. Çaresiz gelir durumu dedeme anlatır. Ama babamda gızlardan birini beğenmiştir. Genç adam aşığ olmasında ne yapsın. Gönlü Hanife adlı kıza (yani anneme)kaymıştır bir kere.
Babam çok ısrar edince dedem dayanamaz gönlü olmasa da bakar ki oğlan vazgeçmiyor en iyisi bir nahiyeye gdip görelim der. Alır rahmetli nenemi bir vasıta ile Nahiyeye vasıl olurlar Oradaki Nahiye müdürüne uğrarlar ve dedem kendisi tanıtır müdür onları o gece misafir eder ve der gidin Kadir ağayı çağırın gelsin. Jandarma gider kadir ağayı alır gelir. Otururlar ve nahiye müdürü Durumu anlatır ve Allahın emri peygamberin kavliyle şu kızınızı oğlumuza istiyoruz der ve o gün söz kesilir.Daha sonra azıcığ başlık parası, bi kaç teneke gaz yağı, Amerikan bezi, bi kaç torba şeker,verildikten sonra iş tatlıya bağlanır. O yıllarda o sayılan şeyler kolay kolay alınamayan ele geçmeyen şeyler.
Sonra köyden şehire bir gelin gelir. Gelin hanımı rahmetli dedem çok istemese de bir kere almış zaman içinde de sevmeye başlamıştır oğul hatırına.
Lakin yıllar sonra rahmetli o dedem Eşkıya Gado dedikleri Kadir Özcan’a sordum dede dedim babam annemi almasaydı gerçekten vurur muydun değdim de he vallah vuracaktım. Köye oğumuş bi adam gelmiş hem de muallim kim elinden kaçırmak ister.
Bizim rahmetli annemin babası eşkıya Gado dedikleri de bi kaç sene dağlarda avare kalmış çok tatlı ve güler yüzlü çok y cana yakın bir insandı. Munis sevimli bir adamdı asla onun eşkıya olduğuna dağlara da çıktığına hayatım boyu inanmadım.
Ben de hep ona döner dede derdim hayatta senden eşkıya olmaz iyi ki silahı aldın babamı tehdit ettin de bizimde bele zamanla bi Osmanlı hanımı anamız oldu.Anam zamanla mahallenin ve sokağın hanım ağası oldu.
Hal hikaye bele dostlar.
Allah cümlesine rahmet etsin mekanları cennet olsun.
İşte o köyden gelen gelin de bu gün aramız da değil ve ahrete gelin gitti.