Mavi Şehrin Kalemleri

Van Şair ve Yazarlar Birliği, Mavi Şehrin Kalemleri ve Vansesi Gazetesi işbirliğiyle her hafta yayınlanan edebiyat köşesi bir ay sadece depremle ilgili yazılar ve eserleri yayınlayacak. Bu yazılara aynı zamanda Simer Yayınevi yazarları destek verecek. (Anne diye haykırdı bir çocuk, beni bırakma üşüyorum!)

ON ŞEHRİN KIYAMET SAATİ

-1-

MÜŞTEHİR KARAKAYA

bir gün bir yerlerde

bebekler masal olduğunda

masallar da bebek

yerdeki ve gökteki

tüm melekler bizi alkışlayacak

 

ve on şehrin on günü kalmışsa

ve yurdumun kemeri

uzun bir yeryüzü kıyısına bağlıysa

ve elem sancı ağrı

beni hasta yatağımda yoklarken

gönlümün kanaması

hiç durmayan bir lezyonla

geceyi ve gündüzü de

tüm ülkemin insanı gibi

tüm dünyanın insanlığı gibi

on şehri görür seni görür gibi

bu kıyamet saati afette

seni de seviyorum

kendimi de artık seviyorum

ve bütün insanları

 

insan bilmez ki gökte ne var

yerde ne var onu da bilmez

bilse ne olur bilmese ne

ancak Allah bilir bunu

bilir ki bunu bidirmemek

onun şanına ve kudretine yakışır

hikmet yitik bir maldır

sahibi yittikten sonra bulunur

 

işte böyle bu on şehir

nice daha şehirler

nice daha ülkeler

nice daha dünyalar

arşın ve ferşin

dikildiği her sütunun dibinde

yer küreye diyor ki

sen sükuta erersen

bütün insanlık ölür!

-2-

gece sessiz bir adam gibi kolluyor

benim gibi ağrıyan yerlerini

ben üç buçuk okkalık adam

ne ölüm ne dirim arasında

uzaktan çok uzaktan

sahibini arıyor bir ses

bütün dünyaların hazin sesi

bu seste gizli

anlamam böyle oldu

ağrıyan yerlerim birden dindi

yüreğim ise birden kanadı

 

hikâyesi böyle başladı

on şehrin kıyamet saati

gecenin sağır sessizliğinde

saatin dört on yedisinde

ben de gitmek istedim

ancak kulağımın dibinde

patlayan bir tokatla

şifalar duasına sabırlar ipine sarıldım

ayıldım ki on şehrin silueti

on uğur getiren

on kuşun kanadına asılmış

 

ben kimim

ben iki kıyamet yaşamış adam

hangi yağmurlardan sel

hangi dağlardan çığ kopar

altmış bir kezdir

sınayan!

-3-

gecedir karanlıktır soğuktur

üşümek anasını kaybeden

bir kuzunun hıçkırmasıdır

her gece bir bilinmeyen

yine de sabaha çıkar donmadan

kış insanı yiyen acuze cadı olmasa

dört beş gün bir canı saklayan enkaz

sabahın güneşi doğurması gibi

ışıkla doluverir gönüller

ben umudumu sakladığım kadar

sen gel yaralarını benim yaralarıma bastır

 

anne diye haykırdı bir çocuk

beni bırakma üşüyorum!

 

korkuyorum dediğinde Enesler

"ama yarın benim okulum var"

diyen Ahmetlerin de muştusunu

unutma olur mu ebede dek

Masal Bebek gibi sizi de seviyorum

bir gün bir haberin

en güzel yanıyla döneceğim

gülücüklerimi sakladığım

bu zemheri ayında

fecrin sıcak ışıklarına salacağım

 

her şeyin bittiği anları kim bilmez

içinde büyük büyük umutlar taşımazsa!

-4-

kulağıma üflenen sesi söylesem

günah işleyeceğimi biliyorum

çok katlı ölüm kuyularını kazan

inşaatçıları öldürmeli diyor şeytan

şimdi kendime bir yol çizmeliyim

gökdelen mezarları yapanları öldürmeden önce

evlerin mezar olduğu her yer

daha dar daha soğuk

daha mahzenler gibi

melek beş yaşındaki Sidra'ya dokunduğunda

korkma bebeğim dediğini söylesem

hiçbiriniz inanmayacak

ne taş blok ne balkon ne demir çubuk

zarar vermeyecek dediği için

beni vur onu vurma

beni vur onu vurma

 

ölümün kolları neden bu kadar soğuk

her kış bir önceki kışı vurmada!

-5-

ey hasta yatağında

yüreği kanayan adam

bir çocuk ağlarsa cihan ağlar hitabını

duymadın mı yoksa

ve bir gün iyilik yurduna ayaklanırsan

kırılan fayların üzerine

sırattan bir köprü kur

 

her şehrin bir delisi vardır

on deli bir de ben

bağrını açmış deli taylar gibi

doğudan batıya koşan

nerede bir çığlık varsa ona yapışan

 

bütün gönüllerin üstünde bir gönül

bütün sütunların üstünde bir sütun

bütün duvarların üstünde bir duvar

dengede durmak için çırpınan

ama nihayetinde düşen

bana bir ip cambazını hatırlatır!

-6-

al öptüm baba öptüm

diyordu çocuk kısarak gözlerini

çocuk gülünce yeryüzü güldü

yerin ve göğün mazisi ve atisi

ülkemin insanına birer haber bıraktı

 

yüz on saatte bitti denilen dünya

nihayet bitmemişti

ve dedi dünya dönüyor

alem dönüyor

insan dönüyor

 

benim güzel ülkem hem dünyaya

hem kendine dönüyor

dönüyor!

 

/6-10 şubat 2023 -gece gündüz hasta yatağımda gönlüm kan ağlayarak/

(6 şubat 2023 tarihinde

7.7 ve 7.6 şiddetinde

ülkemizin güneyindeki on

şehirde meydana gelen

kıyamet gibi iki depremin

anısına yazılmıştır.

Kahramanmaraş-Gaziantep-Hatay-Adıyaman-Osmaniye-Adana-Şanlıurfa-Diyarbakır-Malatya-Kilis)

DEPREMİN ADI

ADEM KILIÇ

Yeri göğü inletti acı feryatlar

Soğuk bir bakıştı depremin adı

Toprağa gömüldü nice hayatlar

Zemheri bir kıştı depremin adı

 

Bir fecir vaktinde her yer toz duman

Bu dehşete tanık yer gök asuman

Aciziz bêkesın, Yarab el eman

Umut,  haykırıştı depremin adı

 

Habersiz nefisler uykuya daldı

Bir zelzele ki ne çok canlar aldı

Koca şehirlerden enkazlar kaldı

Zamanla yarıştı depremin adı

 

Gözlerde bir korku, dilde bir sahya

Dua için eller kalktı semaya

Yer gök cümle zerre durdu duaya

Uykudan uyanıştı depremin adı

 

Umut dolu gözler bir haber bekler

Mucizenin adı küçük bebekler

Bin bir heyecanla çarptı yürekler

Acı bir yakarıştı depremin adı

GÜN DOĞARKEN

LEVENT KAYAHAN

Gün doğarken bir enkazın üstüne

Nasıl düşünürüm gülümsemeyi 

Ümit yıkılırken hâyâl büstüne

Kalbim ister mi ki özümsemeyi

 

Her dünün sonrası yarına gebe

Hayatın kendisi zaten engebe

Hangi alternatif , hedef sebebe

Kim söyler cevabı,

çözümsemeyi ?

 

Ağrılar sızılar yılışık olmuş

Sevgiler, yalanlar karışık olmuş

Hasret ,sevgi ile barışık olmuş

Duygular unutmuş, benimsemeyi

 

Hangi çilelerin, sürgünüsün sen

Hangi fırtınanın durgunusun sen

Belki de bir hasret vurgunusun sen

Uğraşma, kaderi, temizlemeyi

 

Delikanlım, boşa çeneni yorma

Anlayan anlıyor daha da sorma

Gayrı buralarda çok fazla durma

Bırak başkaları kursun cümleyi

ÇIĞLIK

LOKMAN TEKİN

Bir Şubat mevsimi…

Sessiz ürpertilerin çığlıksız iklimi…

 

Bir ölüm ninnisiyle uyandı ülkem

Bir imdat ağıtıyla karardı güneş…

 

Önce damarları çatladı bulutların

Ardından, toprağa çakılan betonların öfkesi…

Bir değil, bin değil, binlerce…

 

Şaşkın ve darmadağındı yüzbinlerin nefesi…

“Deprem olmuş, yıkım olmuş oy”

Toprağa düşmüş canlar, zamansız, umarsız…

 

Yıkıldık… Ölümün en soğuk yüzü kesti nefesimizi

Ve aldı elimizden güneşi, soğuk betonların sesi…

 

Çığlıklar çığlığa, ağıtlar ağıda karıştı.

 

Unutmam, unutamam annelerin titrek bakışlarını

Ah kimler üzmüş, güzel ülkemin gülüşlerini

 

Sesim…

Sesimi duyan var mı?

 

Ah yavrum, ah güne hasret sabahların rüyası

Aç ne olur, bir kerecik o masmavi kucağını

Aç ki yavrum, sana koşsun yağmur…

 

Ey solgun düşlerin kanayan fırtınası,

Ey dumana bulanmış tozlu topraklı akşam

Şimdi nereye konacak, aşk selamlı çocukların masalı?

Hangi yürekten akacak, pıhtılaşmış zamanın kanı?

 

“Deprem olmuş, yıkım olmuş oy”

Yetim kalmış şarkılar, şiirler kimsesiz…

 

Anneler…Annen…Annem…

Enkazın altında uzanmış, yatıyorsun

Ah şimdi ne kadar da üşüyorsun

 

Dokunabilsem axxx bir dokunabilsem ellerine

Bakabilsem en derinden kapanan o dalgın gözlerine

Doyasıya sarılsam, beyaz saçının her bir teline…

 

Gitme bile diyemedim ya annem

Şimdi bütün hücrelerimle dokunuyorum sonsuzluğa

Yine de “gitme”… O korkutan karanlığa…

 

Gitme be annem…

O sıcak yanaklarını okşayıp son kez sarılmadan

Yüreğine dokunup “daye” diye fısıldamadan kulağına yağmurun

O acı karanlığı aşıp sabahına koşmadan

Ve seni nasıl özleyeceğimi söylemeden son kez

Gitme be annem…

 

Bugün yüzlerce yandı yüreğim

Birinde kor ateş, bininde cehennem

Yüzlerce ağladım, yüzlerce sustum

Yüzlerce haykırdım:

“Sesimi duyan var mı?”

 

Ah ömrüm, zamansız göçen ömrüm…

Sesim, soluğum, nefesim, yüzüm…

Bir çiçeğin zamansız açan günahına hasretim

 

Bütün denizler olduğundan daha hırçın şimdi

Bütün masallar iş grevinde…

 

Gittikçe daralıyor uzay kaldırımları

 

Zaman suskun…

Zaman darmadağın…

 

Zaman, göçüp giden öykülerin göz yaşı kahramanı

 

Bir Şubat mevsimi…

Sessiz ürpertilerin çığlıksız iklimi…

 

Bir ölüm ninnisiyle uyandı ülkem

Bir imdat ağıtıyla karardı güneş…

DURDU ZAMAN

MENDUH BAYEZİT

Bir gürültü koptu sessizliğin orta yerinde.

Yer sarsıldı, gök sarsıldı, karanlık sarsıldı.

İnsan sesleri birbirine değdi.

Yıldızların parlamadığı kan kırmızı bir renk sardı göğün yüzünü.

Bütün ışıklar bir anda terk etti şehirleri.

Kırmızıya döndü şehirler ölmemişlerin gözleri gibi.

Sağlam insanlar çaresizlik içinde ezik binalarla yıkıldı bir bir.

Ardından kulakları sağır eden büyük bir uğultu duyuldu.

Sonra dünya!

Saat dördü on yedi geçiyordu

Ve elvedaya kalkan mendiller yüz binlerce renkliydi.

 

 

Bakmadan Geçme