BEN İBRAHİM DEĞİLİM Kİ
ŞÜKRULLAH YAVUZER
I
Bir akşam üstü yelken açtım,
Dingin sularına yalnızlığın.
Uçuşur rüzgarda,
Buğday başağı saçların.
Çeker beni bir girdap gibi,
Denizler kadar derin gözlerin.
Geceden kalma izmaritler,
Ve şarap damlacıkları,
Kumsalda bir martının ayak izleri.
Elimde ne bir harita,
Ne bir pusula ne bir yıldız,
Etrafta Ne de sığınılacak
Bir liman var.
Önümde uçsuz bucaksız,
Deniz gözlerin.
Koyma beni denizlere,
Ben Musa değilim ki,
Umman yaramam...
II
Ateşin sudan korktuğu gibi,
Korktum insanlardan,
Kaçtım, uzaklaştım tenhalara.
Çocuk aklımla,
Çelme takmayı düşündüm,
Hiç durmadan dönen dünyaya.
Bir tennur, bir feveran,
Bir yangın yeri yüreğim.
Atma beni yangınlara,
Ben İbrahim değilim ki,
Ateşi güle çeviremem...
III
Düşen param parça,
Uçurum gözlerinden.
Görüyorum görüyorum,
Girdap ve dipsizlik var gözlerinde.
Salma beni bilinmez kuyulara,
Ben Yusuf değilim ki düze çıkamam...
IV
Çisil çisil bir yağmur,
Yanağımdan öpüyor,
Yağan yalnızlık yağmur değil.
Rüzgar tarıyor saçlarımı,
Esen sensizlik rüzgar değil.
Hezeyanlar gaseyanlar seller gibi,
İzliyorum titrek suya düşen aksimi.
Hayır hayır bu olacak iş değil
Kaptırma beni azgın sulara,
Ben Nuh değilim ki,
Tufan bilemem...
V
Ey Yar!
Ey Gece!
Düştüğüm yerden kaldır beni
Babamın bıraktığı yerden tut elimi
Oyalanma izbelerde
Ben Eyüp değilim ki sabredemem
Üşüyorum hadi karanlığınla ört beni..
İŞTE HAYAT
ŞENAY TEK
Soğuk karlı bir kış günü, ayaklarımda annemden kalma lastik ayakkabılar, üç numara büyük ayağıma. Karda yürürken lap lap ayağımdan çıkıyor. Ablam dedi iki çorabı üst üste giy, çıkmaz o zaman. Zaten hep iki çorap giyiyorum ben, ayaklarım çok üşür çünkü. Bir de, bir de çoraplarım hep yırtık olur, diğerinin sağlam tarafını yırtık yere denk getiririm giyerken. Baş parmaklarım acır yırtıktan dışarı çıkınca. Annemiz yok bizim. Ablam annemin yarısıymış. Anne nasıl bir şey bilmem ben, beni doğururken ölmüş, babam pek sevmez beni, ben olmasaymışım ölmezmiş karısı. Kapının önünde Hasan emmiye söylerken duydum. Hiç eli elime değmedi babamın, hiç yüzüme bakmaz konuşurken, adımı da söylemez. Ablama Nazlı bazen de kızım der. Benim adımı bilmiyor mu acaba diye düşünürüm. Ablama sordum, boş ver takma kafana bunları dedi. Büyüyeceksin okula gideceksin, alfabeler öğreneceksin, hikaye kitapları okuyacaksın. Sonra da bana anlatacaksın, tamam mı, sen onları düşün dedi. Sekiz yaşına girdim, daha ne kadar büyüyeceğim abla dedim, daha küçüksün, babam yazdırır belki bu yıl dedi, hele kış geçsin, yollar açılsın. Boyum da kısa benim, yoksa su dolu kovaları taşırken yere takılır mı hiç. Kardan görünmüyorum neredeyse. Muhtar Ali dayı geçen bize gelirken çeşmede beni gördü, gız kovalar senden büyük, dedi gülerken. Ablam aşağı mahalleden bir oğlanla konuşuyor bizim damın arkasında. Bir gün sordum, ne konuşuyonuz, diye, sen küçüksün anlamazsın, beni seviyor, evlenecek benimle, dedi. Evlenince o da mı bizde kalacak dedim, salak mısın kız ben gelin gidecem onların evine dedi. Ben ağlarım ama sen olmasan ben neylerim, yemek yapmayı da bilmiyom. Baba da benimle konuşmuyor, naparız biz. Ne yapayım ömür boyu sizinle mi kalayım kız, zırlama diye azarladı beni. Babaya söylesem, ablam gitmesin o oğlanla da konuşmasın desem, dinlemez ki beni.
Gece rüyamda ablam oğlanın elinden tutmuş gidiyordu, gitme abla diye ağladım arkasından, oysa hiç dönüp bakmadı yüzüme. Koştum sonra peşi sıra koştum yetişemedim. Ayaklarım üşüyordu. Baktım dizlerime kadar çamurun içindeyim. Beyaz bir gecelik üzerimde, etekleri çamura bulanmış. Ablamla oğlan kayboldu, geriye, evimize dönmek istedim, adım atamıyorum. Çamur içine çekiyor beni. Babamı görüyorum pencereden bana bakıyor. Elimi tut baba diye bağırıyorum. Pencereyi kapatıp içeri giriyor. Baba, baba, bab, ba…….. Kız uyan, ne oluyor baba baba, uyan hadi. Ablaaa, sen geri mi döndün, beni sen mi kurtardın çamurdan. Rüya görmüşsün aptal. Hadi yat uyu. Abla çamur içine çekti beni, sen o oğlanla kaçıp gittin, babam elimden tutmadı. Ooo bayağı film gibi rüya görmüşsün, buradayım bir yere gittiğim yok, ama gideceğim bir gün, hadi uyu. Uyudum, bir kış uyudum. Karlar erimeye altından kardelenler görünmeye başladığı bir sabah uyandım. Ev soğuktu sobayı yakmamıştı ablam. Tuvaletimiz dışarıdaydı, taa bahçenin sonunda. Gece korkardım karanlıktan çişimi tutardım, öyle geceler çok karnım ağrırdı, aklımda çişim varken uyuyamazdım da. Kapının arkasında asılı ablamın hırkasını alıp üzerime tuvalete gitmek için dışarı çıktım. Hava güneşli olsa da çok soğuk, rüzgar yüzümü yaktı. Babam sokağa bakan avlunun içinde sigara içiyordu. İlk defa babamı böyle gördüm. Sanki birini bekliyordu. Eriyen kar sularından çamura bulanmış bahçe yolundan tuvalete ulaştım nihayet ayaklarım ıslanarak. Ablam niye sobayı yakmadı ki bugün diye düşündüm, rahatlarken, babam da bir tuhaf ne yapıyor avluda. Ablam dediğini yaptı, bir bahar sabahı, cemre henüz toprağa düşmemişken o gönlünü düşürdüğü çocukla kaçmıştı. Babam günlerce pencerenin önünde aç oturdu. Ablamdan öğrendiğim bulgur çorbasından yapmıştım bir sabah, o da annem yaparken görmüş, aklında kaldığı kadarıyla yapardı bize, bazen çok sulu olurdu. Bize göstermeden musluğa dökerdi çorbanın suyunu. Bazen de çok koyu olurdu. Su katardı. O zamanda tadı tuzu kalmazdı. Babam ses etmez az buçuk yer yemez çekilirdi sofradan. Önüne çorbayı koyduğumda gözlerini dikmiş bana bakıyordu, suç işlemiş gibi başımı önüme eğdim, ne yapacağımı bilemedim. Kızgın mıydı, sevinmiş miydi? Acı doluydu bakışları, kızgınsa ablamaydı bu defa. Yani ben öyle düşünmüştüm çocuk aklımla. Hiç de öyle olmadığını kısa zamanda anlayacaktım. Evden dışarı çıkarmıyordu beni, mahalle çeşmesine su almaya gidip gelene kadar sokağa çıkan avlunun kapısında bekliyor, mahalleden biriyle konuşsam ya arkadan saçımı çekiyor ya ayağıyla belime tekme atıyordu. Beni sevmediğini bilirdim de bana vuracağı hiç aklıma gelmemişti. Ablama kızıyordum gidip beni yalnız bıraktığı için, ama yatmaya gidince ablamın boş yatağına bakıp saatlerce şilte yorganına sarılıp ağlıyordum. O kadar çaresizdim ki, o kadar kimsesiz. Ablamın kaçtığı çocuğun köyü çok uzaktı. Kaynanası kaçtığı için hiç sevmemiş ablamı, ben oğluma muhtarın kızını alacaktım, şanlı şöhretli düğün yapacaktım, dul kadın gibi geldin evime, babasını ezip kaçan kızın değeri yoktur gözümde, aklın varsa tez vakit var git babanın evine, dengini bul, demiş. Köy çalkalanıyor bu sözlerle babamın gözlerine kan oturmuş, geceleri uyumuyor, sigara üstüne sigara. Dönse kabul eder mi, hiç aklim kesmiyor. Gelsin istiyorum ben. Bu kimsesizliğim bitsin istiyorum. Bütün dünyam ablam benim.
Böyle bir kaç yıl geçti geçmedi, bir akşam üzeri ablam kucağında bir bebekle avlu kapısında göründü. Babam içeride sedirde sigara içiyor her zamanki gibi, elimdeki bakracı fırlattığım gibi abla diye koştum yanına. Benim sesime babam da çıktı kapıya. Ablam kucağındaki çocuğu benim kucağıma verdi. Babama doğru yürüdü. Eline uzandı öpmek için, babam suratına öyle bir tokat attı ki ablam afallayıp yere düştü. Düşerken bahçemizdeki tek ağaç olan eriğin dalından tutunayım derken dal kırıldı kafasını ağaca çarptı. Yanağından kan süzülmeye başladı. Ablama doğru koşayım derken kucağımdaki bebeği fark ettim. Bir yere de bırakamıyordum. Yanına gittim tek elimle eline uzandım. İteledi beni. Kalktı ayağı, yüzünün sol tarafı kan içinde babama doğru yürüdü. Hiç beklenmedik bir hareketle başından omuzlarına düşen eşarbıyla yüzünün kanını silip babama uzattı. Kapına sığınmaya gelmiştim. Babam var sanmıştım, hiç gülmeyen yüzünü bile özlemiştim. Bana kol kanat gerersin sanmıştım. Beni sevseydin ne olurdu baba, ilk gördüğüm adama kaçmazdım sen beni sevseydin. Hadi şu kızı sevmedin annemin katili gibi gördün, kadere de inanmadın. Benden ne istedin. Biraz sevesin diye gözlerinin içine bakardım, orada gördüğüm hep nefretti. Hayatından hatta kendinden bile nefret ediyordun, bizden önce. Sevgi senin neyineydi. Aniden arkasına döndü, kucağımdan bebeği kaptığı gibi babamın kollarına bıraktı. Geldiği gibi değil, şimşek gibi avlunun kapısından çıkıp gitti. Tüm olanlardan habersiz uyuyan bebek, biri etini çimdiklemiş gibi çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Babam burnundan soluyor kucağındakine bakıyor, ne yapacağını şaşırmış halde sağa sola bir kaç adım atıp tekrar duruyordu. ileri atılıp ağlamaktan çatlamak üzere olan bebeği aldım kucağından, doğru eve girdim. Belki babam ablamın arkasından gider geri getirir diye umut ettim. Bebeğin altını açtım, bebek kızdı. Adı ne acaba diye düşündüm. Koymuştur ablam bir isim, gelince sorarım dedim. Ablam hiç gelmedi. Babamı dizlerinin üzerine düşmüş bir şekilde gördüm bebeği sedire yatırıp dışarı çıktığımda. Yanına gittim, koluna girip kaldırmak istedim, dayağı göze alarak. Zaten artık canım hiç acımıyordu. Öylesine alışmıştım ki vurmalarına. Hiç kıpırdamadı. Arkasına geçtim, koltuk altlarından tutup kaldırayım diye, gücüm yetmedi. Yüzüne eğildim, bir gayret hadi kalk buradan demek istedim. Gözleri buz gibiydi, bir yere dikmiş hiç kıpırdamıyordu. Baba diye seslendim. Kendi sesim kendime yabancı geldi, ilk defa baba diyordum, eğrelti geldi ağzıma baba sözcüğü. Zaten onun ölümüne kadar da baba demedim. Bağırmama komşular geldi avluya, felç geçirmiş dediler. Ne konulabiliyor ne bir hareket, kaskatı kesilmiş. Altı yıl altını temizledim, yemeğini elimle yedirdim, yıkayamadığım zamanlar ıslak bezle vücudunu yıkar gibi sildim. Yanlarında yara açılır demişti doktor, tek tarafa yatmasın, her gün sağına soluna çevirdim. Altı yıl, dile kolay, size kolay, herkese kolay, bana zor, çok zor, ömür tükettim. Ablamdan hiç haber alamadık. Neredeydi, ne yapıyordu. Kızım büyümüştü. Altı yaşındaydı. Meryem. Annemin adını koymuştum. Babam hiç bilmedi Meryem’i. Ne yürüdüğünün farkına vardı ne konuştuğunun. Gözleri buz gibi ,dışarıda damdan sarkan buzlar gibi. O sabah ilk defa yumuldu, bir daha açılmamak üzere. Hiç ağlamadım, evden mezara kadar arkasından yürüdüm, elimde Meryem'in eli, dedemi nereye götürüyorlar anne dedi. Deden çok yorgundu kızım, dinlenmeye gidiyor, dedim. Hoca hakkınızı helal ediyor musunuz diye sorduğunda, cevap veremedim. Hak neydi ki. Beni dünyaya getirdiği hakkını, beni hiç sevmeyerek ödetmişti. Peki benim ne hakkım vardı üzerinde. Çekerken kopardığı saçlarım mı, yediğim tekmeler mi. Boş ver dedim, kendi kendime, boş ver. Artık eskisi kadar çok yağmıyor kar. Ayaklarımda çok üşümüyor. Çünkü Meryem var artık, yanımda yatağımda, koynumda, onun nefesi tüm dünyamı ısıtıyor. Bazen ablamı düşünüyorum. Şimdi ne yapıyor, özlüyor mu bebeğini, merak ediyor mu? Sonra babam geliyor aklıma. Yoksa ablam da babam gibi…. Tövbe tövbe Allah korusun diyorum. Bir gün gelecek biliyorum. Meryem’i alır mı benden, alsın. Annesi o. Nasıl yaşarım Meryem ’siz bilmem ama gelsin ablam. Meryem annesiz büyümesin. Ablan da olsa teyzen de olsa kimse annenin yerini tutmuyor, biliyorum.
ANNE
YAŞAR ADIYAMAN
tüm anneler
"yüreğim"
hayata hançer değişinde, aktı gitti
gönül şiirlerine
ağıtlar Kürtçe
yüreğim Türkçe sevdaya düştü yine
nağmeler döküldü ana dilde
annem varken dil yoktu oysa
şimdide dil var annem yok,
Allah'ım dıldarım.
"annem"
sevda düşlerimi pay tahtına koymuş,
Sevgi ile doldurmuş, heybemi
zaman demini almışken gitti
zemheri umut düşler bahar uzaklardan ademi,
yoklukta geçti vakit
daha ondördüncü yaşındaydım dün,
gençtim,
vaz geçtim devri diyarından ömrün
düzeni olmayan birkaç anafor
elimde bir parça çocukluğum kaldı
ve aklıma "hiç" geliyor
Annem dediğimi hatırlıyorum nedense
"daye" dermişim, geçmişi olmayan bir zamanda,
hatırladıklarım arasında,
ah deye deye cümlesi yankılanıyor uzaklarda
bana annemi hatırl(v)atanda.
"gitti"
gelmiyecek bir daha
Hayata çoçukluğundan kalma
Bir kaç anı topladım annemden
gözlerimi açtığım sabaha
annemi kaybettiğim gündü
dünyam senssizliğe büründü
düştü dudaklarımdan
tizi göğe yükselen anne fer/ya(N)dam
ellerim üşüyor,
dudaklarım her rengin suyundan içiyordu,
mezar toprağının kurulduğundan güller açar,
sandım
muhür basılmış alevli bir kor gibi kesti sesimi
süküt eyledi sözcükler,
içimde bir volkan fışkırıyordu
gözlerimden kan kırmızısı yaşlarla
Annem gitti, evim yitti, ömrüm naçar
aslında giden benmişim bu ayaklı mezar
zamanın girdabın da üşüyorum şimdi
Bir fırtınanın taş rolündeyim,
sessiz bir babayı oynuyorum
birazdan bitecek gibi,
ama bitmiyor,
biliyorum bir avuntu sende gelmiyeceksin
yanlız yaşamaktır seni şimdi anlıyorum
'anı yaşa her yaşta' demiştin ya bana
bazen bir kahve falında bazen de hayat dalında
yaşa yoksa bilinmez düsturları,
hataya tabi kuldurbeşer, anlında yazılıdır kader
mahsenimi bana sen ettin mahşer
"ses"
hayat keskin bıçak, yarası unutulur
söz köz olur sonra lokma olur yutulur
velhasıl öyle oldu
geçti zaman, düş olduk cihan tahtına
unutulmaz anılarım gelir aklıma
haydi anne, bak bana,
ihtiyar bir gelinciği oynuyorum,
düştüğüm yanlışlardan şimdi kandıra'dan.
düşlerim intihara meyilli bir kurşuni bulut
unutulmuş düşlerde serzeniş eder umut
gidenlerin ardından yas, kopuyor
kalanların ardından hayat
tutunduğum diller kırılıyor bir bir
seslenen dönermisin annem?
"tutunamıyorum"
el attığım herşey çürük sicim gibi
kopuyor her yerinden sen olmayınca
koynumda besliyorum tüm yalanları
sonra bir parça rüya olsan diyorum
Gecenin fazından korkuyorum
koptu kopacak bu rüyaya
Anne düştü dudaklarımda
kal diyemedim anne,
yorgunum gönlümü avutamıyorum
git cennet köşelerinde bir gecekondu bul,
sana gelmek istiyorum diye
ANNE
ALİ ÖZKANLI
Mübarek ellerin sıcacık kucak
Analar var ise tütüyor ocak
Şefkatli kolların değince ancak
Ağlayan bebekler susuyor anne
Hayâlin gözümde sevgin özümde
Muhabbet izleri sanki yüzümde
Seni andığımda yaşlar gözümde
Yaralı yüreğim kanıyor anne
Evlat pîr olsa da onlara muhtaç
Analar her zaman başımızda taç
Dermansız dertlere olurlar ilaç
Nur yüzün kalbime doğuyor anne.
SÖZÜMÜZ OLSUN
İZZET IRMAK
Şu cümle kâinat bizim için var
Neşv ü nemâsında tuzumuz olsun
Arıyı çiçeği sevelim yeter
Yarın bal yemeye yüzümüz olsun
Betonla kaplandı sokaklarımız
Misafir görmüyor konaklarımız
Köylerde sönmesin ocaklarımız
At’ımız dana’mız kuzu’muz olsun
Portakal çiçeği açsın her bahar
Başağını salsın yeşil buğdaylar
Fırtına vermesin meyveye zarar
Bereketle taşan yazımız olsun
Terk edelim bizi kasten üzeni
Ak deftere kara yazı yazanı
Bir olalım sağlayalım düzeni
Muhabbet deminde özümüz olsun
Ayrılığa gayrılığa düşmeden
Bin bir renkli çiçek gibi tek beden
Medeniyet yarışında en önden
Dünyaya sunacak tezimiz olsun
Sevgiyle can bulur bütün yer yüzü
Geceyi var eden verir gündüzü
Maddenin ötesi mana denizi
Gönül âleminde gizimiz olsun
Doğru tartıp teraziyi kantarı
Dürüstlüktür gerçek nisap miktarı
İlim verir akla asıl esrârı
Fazilet yolunda izimiz olsun
İzzet'in dileği ermek murada
En büyük hesabı bekler sırada
Adın zikreylesin bazen arada
Hakkın huzurunda sözümüz olsun
GİDİYORUM
A. NİMET ÖNER
Bu gün terkediyorum bu şehri!
Ardımda bırakarak yanılmışlıkları, yıkılmışlıkları, ihanetleri.
Düştükleri nehirden almadan hayallerimi,
Toplayıp gidiyorum serdiğim gülistanları.
**
Açtım yüreğimin kapılarını,
Rüzgara verdim bütün odalarını.
Uçuştu sahte sözler, maskeli silüetler, alavereler,
Yalanlarla yoğrulmuş öz'ler.
Kapattım kulaklarımı, duymuyorum
Ve umrumda değil ne iğneli sözler ne de nağmeler.
Sizin olsun bu şehir,
Yürüyün gidin ömrümden aldıklarınızla.
**
Suçladım en inanan yanımı,
Sığındım dik duruşuma,
Döndüm arkamı herkese ve herşeye.
Sizin olsun zamanından önce açan güller,
Üçüncü bahar, dördüncü cemre, beşinci mevsim,
Alın hepsini, hiçbirşey istemiyorum.
Sizin olsun bu şehrin ıslak sokakları, gün batımları, anason kokan geceleri,
Rüzgarın mekanında okunan aşk makamları.
**
Ödünç aldığım üç beş günlük özgürlüklerimide alın.
Islak ayaklarıma yapışan kumlara güneş vurdu,
Bir bir döküldü hepsi.
Öldü içimdeki insan ve gözlerim açıldı,
Bozuldu büyüler dilim çözüldü.
Size bırakıyorum gögüsümde büyütüp havaya saçtığım sevgi çiçeklerini,
Yüreğimden gelen şen gülüşlerimi, sıcak dokunuşlarımı.
Alın hepsi sizin olsun.
Ben gidiyorum ben gidiyorum