O ESKİ VANDA
ÜMİT KAYAÇELEBİ
Dünyada Van ahrette iman denen
O eski Van’ı neçok özlüyorum ben
Koçyiğitleri de çok yaman denen
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**
Zilli defle türkü çalıp söylenen
Eyvan gecelerinde deyip eğlenen
Her yerde doğunun incisi denen
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**
Ehmo dayı ve İskanoyu analım
Mehmet bülbülü de unutmayalım
Mustafa Dokumacıya saygı sunalım
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**
Çay içen Fato Nene hiç unutulmaz
Hulusi baba da ondan hiç geri kalmaz
Kahveci Salman’ı da unutmak olmaz
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**
Cılbır, ilitme geyganağı yer idik
Ayran aşı ve balığtan da vazgeçmezdik
Kürt köftesi yemeden de duramazdık
O eski Van’a ne çok özlüyorum ben.
**
Ruhi Su dünya çapında bir usta
Atakan Çelik göçtü Ercişli yasta
Emrah’ın namı da söylenir etrafta
Eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**
Kanaat Kitabevi de mazide kaldı
Gençlik Kitabevi de yazık kapandı
İlyas Kitapçı’yı da Van’lı hep andı
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
**,
Nostalji bir tutku olmuştur bende
Boş veremem geçmişi sen ne desende
Sizi bilmem ama ben hep kaldım mazide
O eski Van’ı ne çok özlüyorum ben.
SÜRMEYİ BOŞ VER
SELAMİ TIRAŞLAR
Yasaklı aşk için takılma tarza
Perde çek gözüne sürmeyi boş ver
Aşktan değil zevkten çıkarsa arza
Sevgi sür yüzüne germeyi boş ver
Gönlün gerçek aşkı önüne katsın
İçinde ki çılgın çocuğu atsın
İstediği kadar kapında yatsın
Döşeği dizine sermeyi boş ver
Nefsini sıkı tut suyunu duru
İyice araştır yapılan kuru
Gönül meclisinde kendini koru
Her ağzın sözüne girmeyi boş ver
Sevmenin en büyük engeli zaman
Ya sev yaşa ya da dileme aman
Hayalde sevmeye yazılmaz roman
İn aşkın özüne görmeyi boş ver
Yeter yüreğini soğuttukları
Sevda ateşiyle avuttukları
Yakıp söndürmeyi unuttukları
Küllerin közüne ermeyi boş ver
YAĞMUR YAĞIYOR
NUSRET YILMAZ
Olan insanı kim güvene alacak?
Yağmur yağmaya devam ediyor, içerde bedenim ısınıyor
Dışarıdaymış gibi, naif yüreğim üşüyor.
Ve ben hala Yağmuru seyretmeye devam ediyorum.
Serçeler senfoni orkestrasında,
Kavak ağaçları da, rüzgârın esintisine ayak uydurup raks ediyorlar adeta.
Tekrar dışarıdaki kuşların o minnacık güzel ötüşlerine kulak verirken; yağmur hala yağmaya devam etmekte. Yağ yağmur yağ, bize bereket getir,
Yeri de
Bizi de temizle... Toprağa can, tohuma ruh ol.
Bize de sevgi sanaatından bir edeb öğret yağmur!
Yağmur yağıyor...
Gece yarısı, aniden bir yağmur ıslattı yazlık elbiselerimizi.
Hafif hafif çiselerken yağmur,
Ben, işleri yoluna koymanın telaşından ıslandığımı unutmuşum meğer!
Sonra, yorgun argın bedenimi, yaşlı yatağın kucağına gömüverdim birden.
Fecrin ilk ışıkları, bir muştu elçisi gibi okşarken yüreğimi,
Kıyam vaktidir diye seslendi penceremdeki aydınlık adeta. Kıyam vakti, ulu ruhların dirilişe durduğu andır...
Şimdi yağmur daha da süratlendi mi ne?
Yağmur, kiminin yüreğini, kiminin de bedenini ıslatmaya devam etmekte. Ben otururken sobanın önünde, dışarıda; serçeler zikir bestelemekte,
Yaz boyu çalışan karıncalar imarlı yuvalarında, karınları tok, keyifleri yerinde!
Birden irkiliyorum, ve zihnim takılıyor acı çeken insanların çektikleri çile ve zorluklara.
Masum çocukların dünyasını kabusa çevirenlerin el üstünde tutulduğu bir dünyada kahkaha atmak, masumiyete haksızlık değil midir?
Yağmur yağmaya devam ediyor,
İçerdeki bedenim ısınırken, yüreğim dışarıdaymış gibi buz misali donuyor!
Ve oturmuşum pencerenin önünde
Ve yaslanmışım yılların yaşlısı yastığıma.
Bir dışarıya, bir de yol arkadaşıma bakıp duruyorum öylece.
Kim bilir, bu kısa ömürde; neler neler çıktı yoluma/yolumuza?
Yağmur yağıyor, toprağa can, tohuma ruh, kâinata nezafet sunuyor...
Ha unutuyordum az daha,
Muhabbet kuşlarım karşımda, ve lisan-ı hal ile konuşuyorlar benimle.
Maviş, Sarıca ve Beyazgül...
Bir an insan, keşke bir kuş olsaydım demekten alıkoyamıyor kendini.
Halbuki, keşkelerin arkasına sığınmak yakışmazdı erdemli hiçbir insana.
Yaşlı bir yol geçer bizim fakirhanenin önünden,
Yedi yirmi dört saat, arabalar vızır vızır üstüne basmakta.
Arabalar arıza vermekte, kaza yapmakta ama yaşlı yol, aynı mütevazi haliyle sessiz sedasız itaat etmekte... itaat... sabır ve metanet, ne güzel hasletler...
Bir an kendimi düşündüm,
Ömrümü, çocukluğumu, gençliğimi ve şimdiki halimi.
Geriye baktığım zaman,
Saat durmadan işlemiş, ömür saniyelerde yarışarak azalmış, gençlik bitmiş, yerini sonhabarı andıran yorgun halimize bırakmış.
Ömrümüzden nice baharlar veda etmişken; ama ben hala sobe oynamakla meşgul gök yüzüne uçurtma uçuran içimdeki çocuk gibi avutuyorum kendimi, o eski köy meydanında!
Yağmur yağıyor, insanlarda bir telaş, bir koşuşturmaca. Islanmasin diye, yazdan kalma her şeylerini güvene almanın telaşesi işte...
Peki, ya korkuların diyarında mâhkum olan insanı kim güvene alacak?
Yağmur yağmaya devam ediyor, içerde bedenim ısınıyor
Dışarıdaymış gibi, naif yüreğim üşüyor.
Ve ben hala Yağmuru seyretmeye devam ediyorum.
Serçeler senfoni orkestrasında,
Kavak ağaçları da, rüzgârın esintisine ayak uydurup raks ediyorlar adeta.
Tekrar dışarıdaki kuşların o minnacık güzel ötüşlerine kulak verirken; yağmur hala yağmaya devam etmekte. Yağ yağmur yağ, bize bereket getir,
Yeri de
Bizi de temizle... Toprağa can, tohuma ruh ol.
Bize de sevgi sanaatından bir edeb öğret yağmur!
Yağmur yağıyor...
YEDİ DÜNYAM
YILMAZ ŞİT
Bir başka imparatorluktur yorgunluğum bu akşam. Fikrimin ortadoğusunda bir tefekkür yurdunu yönetiyorum. Yürümek bir mekteptir umut ise bir ayağa kalkma takati. Hey gidi zaman yağmurlu havada sis gibiydim de sığmazdım derelere şimdi alaca vaktine kızıllık katan ufacık bir toza döndüm.
Yedi vakit geçti ömrümden. Ömrümden bir makas alan esmer kızın sevdiği adam oldum. Er meydanındı gönlüm. Harbım afakımı sarmıştı. Sorgulamadılar beni. Gökyüzünün kapıları açıldı. Zaman geçti avuçlarım mırıldandı gönlümdekileri.
Olamadığım, varamadığım akşamları sayma
Farzet ki yanağımı soğuk sular sıyırdı. Bağışla ey avucumdaki duanın kabulu. Üzüm karası gözlerinin menzilindeyim.
Yarın oldu mu acaba bilmiyorum. Olsa ne güzel bir gün olur. Hey benim duam, ilk sözüm, nar kokulu baharım. Sana yeni bir günde gönlümün kırsalından merhaba. Sana kalbimin en kılcal damarlarından gönlümün en berrak yerinden çinko kovalar dolusu berivan kızların sağdığı süt renginden aşk getirdim. Yedi dünyam, yedi umudum, yedi dağın ovası, yedi ışığın anası, seni seviyorum.
ESKİTTİM
SİBEL ORCAN
Hayat! Sana söyleyecek sözüm yok
Cümleleri kura kura eskittim
Ne yazında ne kışında gözüm yok
Baharları sora sora eskittim
Körpe güller yeşerirken dallarda
Otlar soldu yürüdüğüm yollarda
Çorak yüreğime yorgun yıllarda
Nasihatlar vere vere eskittim
Yağmur ağlar gözyaşını dökerek
Bulut inler dağ başına çökerek
Hayallerin yumağını bükerek
Çıkrıklara sara sara eskittim
Şöyle bir baktıkça zağlı kedere
Çağıldar düşünce denilen dere
Ömrüme iltica eden kadere
Şu aklımı yora yora eskittim
Oyalayıp durdu ecel durağı
Can yaşarken yakın etmez ırağı
Ölüm ile maya tutan toprağı
Topukları vura vura eskittim
ADINI ARAYAN ŞİİRLER -2
SAVAŞ KARADUMAN
Gözlerim gibisin
Baktığım her yer gibi mavi, masmavisin
Yüreğimin en güzel rengi
Aşk ile çizdiğim en güzel resimsin
Ellerim gibisin
Parmak uçlarımda çiseleyen yağmur
Avuçlarımda kır kokusu
Dudağımda gelincik… Gülüşümde nergis
Gözlerimde camgüzeli… Yüreğimde güller… Karanfiller
Penceremin sardunyalı gülen yüzü
Bahar gözlü sevincim
Sevgilim… Sevgilimsin
Dudaklarım gibisin
Öpüşlerin mükemmeli… En güzeli…
Aldığım en derin… En uzun nefes
En deli… En sevdalı halim
Yüreğimin aşkla çarpan en hızlı ritmisin
En uzun, en uykusuz gecem
Hasretim, susuzluğum, yangınım
Dudaklarımda boylu boyunca uzanan gülüş
Tıka basa yüreğime dolan sevdam
Çocuksu sevinçlerim
Geceleri yüzüme vuran ay ışığımsın
Gülüşüm gibisin
Arsızca çırılçıplak şiirlerimin koynuna giren…
Gülen yüzüm… En güzel düşüm
Sevgilim… Sevgilimsin…