GECENİN MAHMURLUĞU
NECATİ İLMEN
Kaç asır oldu
Bilmem ki kaç sabah
Doğrularımızın boyunduruğu kıskancındayız
Bir türlü bitmeyen bir kış uykusundayız
Baykuşlar ötüyor gülşenimizde
Hatıralar gizli, suskun gözlerimizde
Biçiyor gelişmiş mitralyözler fidan boylu delikanlıları
Tamda aşka susamışken
Arsızların kahkahaları boğuyor geceyi
Yarıda kalan ümitlerimiz soldu
Güneşi kaybedince
Kıymetten düştü her şey
Konforun kucağı
Paranın büyüsü
Kadının süsü
Bir orkinos alıp götürdü üstünlüğümüzü
Balkonlarımızdan bakmaz oldu sardunya çiçekleri
Göyermiş kahramanları kimler sulasın şimdi
Oturunca kibrin sofrasına
Hâlimiz düştü yere damlarımızdan birer birer
Sonra asırlardan damıtılan sözlerimiz
Sahte bir banknot gibi cüretkar artık gülücüklerimiz
Anlımızdan vuruyor üşengeçlik mermisi
Heyecanlandırmıyor artık fezanın çiçekleri
Yer kürenin bilinmezliği
Bir hayli zaman oldu unutalı
Kurtla kuzuyu Dicle’nin kenarında
Uçup gitti Ebuzer bir kuşun kanadında
Hani yedi iklim dört kıtada söylenen şarkılarımız
Hani Yusuflar yetiştiren gül bahçemiz
Hani güneyden esen rüzgarların melül sesi
Hani Barbaros’u dirilten gemilerimiz
Nerede kaybettiğimiz aşkın enlem ve boylamı
Nerede damarlarımızdan usulca çekilen kardeşlik bağı
Nağmeler niçin bizden değil
Niçin bizden değil konuşan aynalarımız
Bir zamanlar bölüştüğümüz ekmek
Böyle uzaklaşmayacaktı bizden.
Merhamet dilenen çocukları
Bırakmayacaktık böyle yüz üstü
Çıkarla örülmeyecekti sormalarımız
Büyük laflar etmeyecektik hani altında kalamayacağımız
Bir zamanlar korktuğumuz yalan
Korkmayacaktı bizden böyle
Bir tuşla değiştirdiğimiz kadim dostluklarımız
Yıkılıp gitmeyecekti zamansız
Tahammül kâr değiliz artık
Her dokunan söndürüyor çerağımızı
Can çekişen adaletin bumerangı vuruyor surlarımızı
Yükselmiyor gökyüzüne bahçıvanın gözü yaşlı duası
Yağmur getirecek bulutların nicedir mecali yok
Nicedir nal seslerinden belli atlarımızın yorgunluğu
Ve henüz geçmiş de değil gecenin mahmurluğu
SALINCAK
HANİFE COŞ ALBAYRAK
Yüzümde bir hüzün salıncağı
Savruldukça ılık eser rüzgar
Hangi vakit durgunlaşır
Öfke ile taşan okyanus
Sakin dediğim fırtına
Sırtımın şahin tepesinde
Ve zannettiğim zanlar
Olanaksız umutlu yarınlar
Bir rıhtımın kanadında derin arzular
Ah ben
Nice benler doğuruyor deniz anası
Vakumlanmış yatağından
Bana sesleniyor
Ve bir salıncak
Batmakta olan gündelik hayata
İplerini geriyor
Geceler sarhoş çocuklar getiriyor sabaha
Günahsız akşamdan kalan sevap kırıntıları
İzdivaya çekiliyor kalıntıları
Derin bir perde çekiyor geçmişe
Dağlar kadar fark var aramızda
Gün görmemiş günahlardan
Açıkta kalmış tüm yaralar
Çölde hapsolsam yeridir
Kabuğundan aykırı yaşantılar
Bu günümden bakıyorum bütün olaylara
Alnımın teri henüz kurumamış
Toprakta ayak izlerim
Tırmanıyorum mahşere kadar
Teorik bulgularla yetişen güz çiçekleri
İçime bir türlü sinmemiş tütsüleri
Kokladıkça kanayan göğsüme
Hançer gibi saplanıyor işrak vakti
Bir bukle hüzün taktım yakama
Ayağıma takılan hiç bir kelime yok
Ben yalnızken daha rahat açıyorum gövdemi
Ve güller ile birlikte
SUÇ
HACI ABDULLAH KOZAN
Kabahat, hata, günah, yanlış, noksan, kötülük, eksik gibi kavramlarla karşılaştığımız zamanlar olmuştur suçu. Farkında olmadan bu kavramlarla ifade ettiğimiz suç, bir eylem biçimidir. Günlük hayatta farklı şekillerde karşımıza çıkarak moralimizin bozulmasına sebep olan bir kavramdır.
Yanlış ve gizli yapılan işler...
Ya da doğru olmayan hareketlerin adı…
Halk arasında, hatasız kul olmaz, derler. Bu, hem suçu meşru göstermek, hem de insanın aciz ve suça meyilli olduğunun ifadesidir.
Bilerek yapılan suçlar, farkında olmadan yapılan suçlar; gizli suçlar, aşikâr suçlar; bireysel suçlar, toplumsal suçlar; sabit suçlar, değişken suçlar; hayati önem taşıyan büyük suçlar, önemsiz küçük suçlar diye bir takım gruplandırmalar yapabiliriz.
Rabbim katında affedilmeyecek suç yoktur!..
Kul hakkı hariç!..
Bir de şirk!..
İnsan niçin suç işler?
Eylem kendisine cazibeli görünür, dayanamaz suç işler. Öfkesini yenemez, kendisine yapılan haksızlığa karşılık vermek için suç işler.
Bireysel suçlar vardır, kişinin kendisini ilgilendirir. Toplumsal suçlar vardır, birden fazla insanın yaptığı kabahati içerir.
İnsanı suça iten nedenlerin başında duygusallık ilk sıralarda yer alır. Aklın devreden çıkıp öfkenin hâkim olduğu anlarda suç işlenir. Menfaatin söz konusu olduğu zamanlarda ortaya çıkar suç. Kendi kabahatini örtmek için başkalarına atılan çamurun toplamıdır suç.
İnsanoğlu toplumsal suçlarda kendi aklı yerine başkalarının aklına uymak zorunda kalır. Kendi iradesini kullanmaktan kaçınır, başkalarının aklına uymak kolay gelir. O anda kendi aklını yormaz, herkes yapıyorsa doğrudur mantığına sarılır. Biraz da kendi egosu tatmin ediliyorsa, değmeyin toplumun keyfine!..
O toplumu yaptığı yanlıştan çevirmek, adeta imkânsız hale gelir. Bu durum, toplumun dengelerini elinde tutan güç sahiplerinin paylaşımı kendi tarafında toplamasıyla çözülmeye başlar. Suç, toplumsallıktan şahsiliğe yönelir ki; bu da o toplumun dağılıp parçalanması demektir.
Yetkisi büyük olan insanların suçu da büyük olur. Onların yaptıkları bir hata, bütün bir toplumu ilgilendirdiğinden suç şahsilikten toplumsallığa doğru kayarak suçun büyümesine sebebiyet verir.
Bir devlet başkanıyla bir şahsın aynı suçu işlemesi bir değildir. Mesela bir yalanı bir şahıs söylerse ondan sadece kendisi sorumlu tutulurken, aynı yalanı bir devlet başkanı söylediğinde tüm ülke vatandaşı etkilendiğinden o yalan bütün ülke insanlarının sorumluluğuna girer. Dolayısıyla tüm halk o yalandan nasibini almış olur ve suç ortağı durumuna düşer. Bu da bireyin yöneticisine hesap sorma hakkı verir ki; yönetici halka hesap vermek zorundadır.
Suçluların ayıklanıp temizlenmesi için akıllı, bilgili ve feraset sahibi bir topluma ihtiyaç vardır. Bu durum kaliteli bir eğitimle yakalanır. Sürü zihniyeti taşıyan bilgisiz ve cahil halktan suçun tespit edilmesini istemek, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
Suçlar bireyin çokluğu ya da azlığına göre değil, eğitim seviyesine göre azalıp çoğalır. Eğitim kalitesi düşük olan ülkelerde suç oranı fazla iken, eğitim kalitesi yüksek olan ülkelerde suç oranı daha azdır. Suç ne kadar gizli olursa olsun suçu işleyen, suçtan mağdur olan ve yaratıcı tarafından bilinmektedir. Bütün suçlar bu yönüyle hak ettiği cezayı almaya mahkumdur.
Ben yaptım yanıma kar kalır zihniyetiyle suça bulaşanlar, er geç yaptıkları suçun karşılığını misliyle göreceklerdir. “Etme bulma dünyası” tabirini göz ardı edenler, suçun kanatları altında ezilmeyi hak etmişlerdir.
Hayatın boz bulanık aktığı şu günlerde, suça bulaşmadan yaşamanın en büyük erdemlilik olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
GURBANIM
SONGÜL AKYILDIZ
Söyle bana gurbanım,
Ay bu gece kime küsmüş ?
Firar etmiş göklerden türkülerden,
Gölgesinden öte düşmüş.
Vursa şavkı gülmediğim geceye,
Üşür tenim, susar dilim,
Ne kalır ki heceye.
Söyle bana gurbanım
Can dediğin iki nefes değil mi?
Tozlu yolda boşa heves değil mi?
Birisi nefs biri heves değil mi?
Kendim tarttım nefsim yendim kime ne?
Söyle bana gurbanım
Bunca ömrü boşuna mı devirdim?
Ben yönümü hep iyiye çevirdim.
Her çileyi mevlam yazar bilirdim.
Benimkini kara yazmış ele ne,
Gönül koymam başa kadar gülene.
Söyle bana gurbanım.
Şu bulutun şu çisenin derdi ne ?
Yıldız yağmış, aklar düşmüş saçlarımın teline.
Yürek kırgın, yıllar yorgun.
Yollar uzun, git deme.
Çeken kuldur, ahval budur,
Bilmez kimse Songülcenin derdi ne.
CAYAR MI SANDIN?
GÜNVER KORKMAZ
Oğuzlardan gelir asil soyumuz
Mazisi yâd ele uyar mı sandın?
Bağımsız yaşamak özge huyumuz
Özgür yaşamaktan cayar mı sandın?
Şehitler anıttır, vatan bağrında
Onlar diridirler Hak nazarında
Kıyamete kadar durur yerinde
Bayrağım gönderden kayar mı sandın?
Bizim tarihimiz şanla doludur
Atatürk ilkesi, Türk’ün yoludur
Anadolu ulusumun elidir
Onda yaşamaya doyar mı sandın?
Atamızın bıraktığı eseri
Sonsuza dek yaşatırken dipdiri
Şakası yok bu milletin askeri
Bir varmış, bir yokmuş sayar mı sandın?
Gelse de ölümle burun buruna
Devam eder göz kırpmadan yoluna
Gözbebeği gibi cennet vatana
Beydağı’nın Kızı kıyar mı sandın
YÂRİM
MUHARREM PALA
Olmasak ta senle hiç sıkı fıkı
Kalpler ısındı dün bir bu gün iki
Aklına koyma ha! Sakın nifakı
Sevdan yüreğimde çakılı yarim
Yüreğime batar kirpiğni oktur
Çare bulamadı derdime doktor
Bu dünyada eşin benzerin yoktur
Saçları beline dökülü yarim
Aklımı zay eder gözlerin tüfek
İçerime doğan sözlerin şafak
İçimde bir ümit ufaktan ufak
Umutluyum senle çıkalı yarim
Yokluğuna güneş doğmayan gündüm
Yanıyorum hâlâ sanmaki söndüm
Leyla Leyla diyen Mecnun'a döndüm
Gönlüme bu aşkı ekeli yarim
Sensizlik ne zormuş uykumu böler
Senin elinde ne yazık ki yular
Güzelliğin alır aklımı çeler
Gözlerine sürme çekili yârim
Kimi gün seversin kimi gün küser
Bu yürekte sevda yelleri eser
Ne sır veriyorsun bana ne de ser
Kimden aldıysan bu akılı yârim
Ben oldum uğruna adanan nefer
Yüreğimde sevdan gözlerimde fer
Kalbinde son bulur çıktığım sefer
Gül gibisin cennet kokulu yârim
GELİR Mİ USTA
SELMA MERİÇ
Yüzlere bakarsın solgun ve hasta
Gözler ağlamaklı yürek hep yasta
Kaybolup gitsen de soran olmuyor
Bize neler oldu söyle be usta!
Dalda çiçeklerin ,soluyor rengi
Mevsimler değişti bozuldu
dengi
Ne merhamet kaldı ne gerçek sevgi
İnsanları dersen, bozuldu usta!
Hiç dikiş tutmuyor kalpteki yara
Yıllardır kanıyor kimse yok sara
Son nefesimde haber sal yare.
Acep üzülür mü ? gelir mi usta!
HAYAT
NURAY ÖNGEÇ
Ne gemiler geçer, okyanuslardan
Kabaran dalgalar, halka halkadır
Yolcular bakarlar, güvertelerden
Gözleri daima ufuklardadır
Bilirler bilinmez, gidiş yolları
Bilirler silinmez, hatıraları
Bilirler dönemez, yarım aşkları
Gözleri yine de ufuklardadır
Her biri sarılır , umutlarına
Gidiyor saatler , yarınlarına
Sirenler çalıyor, kulaklarına
Gözleri daima ufuklardadır
Karanlıklar söner , hayallerinde
Oynaşır hülyalar, zihinlerinde
Kavrulur kalpleri, denizlerinde
Gözleri daima ufuklardadır
Darı dünyada çark, dönüp duruyor
Bir rüyaymış herşey, bir gün bitiyor
Bütün canlar gelip, sonra dönüyor
Gözleri daima ufuklardadır
Umutsuz yaşamak, kimin harcıdır
Umarsız bir hayat, kurumuş daldır
Sevgisiz yürekler, zehir acıdır
Gözümüz daima ufuklardadır