Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

ÇOCUKLUĞUMU ARADIM

ŞÜKRULLAH YAVUZER

Bugün yine sessizce dolaştım

Çocukluğumun sokaklarını

Yüzümü aradım

Yorgun  insanların yüzünde

 

Demirci Yusuf'un dükkanından  yükselen balyoz sesleri

Önümde kaçak çay

Mekan Çavuşun kahvesi

Etrafımda dostlar

Zaman muhabbetin tam ortası

Burnumda tütüyor

Sütçü Hasan'ın kıymalı yumurtası

Dağlarda sevinç çığlıkları

Gençler iniyor tepelerden

Sırtlarında çoğan çuvalları

Kurt ulumaları uzaklardan

ve Nergiz kokuları

Kandil gecelerinde melek sanırdım Pervazlara konan  güvercinleri

Sevdiğime hiç çiçek alamadım

Ne çingene kızları vardı kasabada

Ne de çicek pazarı

Eter ve klor kokan okul laboratuvarı

İspirtoyla yazılan teksirler

Bir mikroskop, kurbağa bacağı

ve soğan zarı

Rüzgâr esiyor ıslıklar çalarak

Yağmurlar siliyor

işlik duvarına tebeşirle yazılan yazıları

Sonra İlhan beliriyor yokuşta

koltuğunda boş iki tepsi

yüzünde belirli belirsiz bir sevinç

belli ki erken satmış

Emine ablanın leziz pastalarını

Korali amca küçük kulübenin önünde hasbihal ediyor dostlarla

Abdi amcanın bahçesinden

yeşil erik aşırıyor çocuklar

Ninemin sandığından çıkan

kuru üzüm ve hurmalar

ve nakışlı mendile sarılı ayna

kalplerde yamalı sevdalar

Tıraş olurken eşlik ediyor  gençler

Ede'nin şen şakrak hahkahalarına

Koca yürekli insanlar yürüyor sokaklarda

yüzlerinde tebessüm

Selamlaşıp kucaklaşıyorlar

herkeste tatlı bir bayram telaşı

Kurutulmuş ekşi elmalar serili damlarda

Bir dağ başı yalnızlığıyla

Eski komşuların yüzünü aradım

Buğulu camlarda

Aşina sesler  duyuyorum

Yağmur damlalarının arasında

İğde kokan kerpiç duvarlı sokaklarda

Boynu bükük bir ters lalenin

hüznünü yaşadım

Oturup  bir çay içtim

üzerine çakıyla kalpler kazınmış

ayağı kırık tahta masada

Çocukluğumu aradım

Artık göğü  mavi olmayan

Bu kasabada

 

Bugün yine sessizce dolaştım

Çocukluğumun sokaklarını

Kalabalıkta yürüyen insanlara

Baktım anlamsızca

Belki aşina yüzler vardır diye

Caddelerde eski simalar

Duvarlarda el işlemeli

şahmeran resimleri yok

Üzerlikler tarih olmuş çoktan

Sofralarda Sümerbanktan alınmış

Çiçek desenli porselen tabaklar yok

Mutfakların baş köşesinde

Tabakların bir sanatçı ruhuyla

Dizildiği tahta raflar yok

Yanan sobanın şişlerine asılan

Pantolondan  damlayan

suyun cızırtısı

Margarin tenekelerinde yetiştirilen rengarenk çiçekler yok

Çocukların ellerinde  direksiyonu Penisilin kapaklarıyla süslenmiş

Tel arabalar

Evlerin önündeki dibeklerde

Buğday döven kadınlar yok

Mahallenin tek çeşmesinin başında Muhabbet eden kızlar

İri bulgura daldırılan tahta kaşıklar

Ebem gümecinden sarma yapan

Gelinler de yok artık

Grapon kağıtlarından yapılan süsler

Öğretmenlerini  görünce

Duvarların ardına saklanan

Siyah önlüklü çocuklar yok

Lezzet lokantasının önünde

Buyrun buyrun diyen

Aziz Ustanın sesi yok

Mihrab'ın kahvesinin önündeki Arktan akan su yok

Toprak damlara dayalı

Merdivenlere kurulan salıncaklarda Sallanan çocuklar  yok

Değirmen deresinde

buğday öğütenler yok

iftar saatlerinde  top da patlamıyor artık

Düşlerim bile bu şehir kokarken

Çocukluğumu aradım

Artık göğü mavi olmayan

Bu kasabada...

Mavi Şehrin Kalemleri

DEĞMEZ

BURHAN ŞAHİNER

Ardından atıp tutana,

Tatlı sözle uyutana,

Beş kuruşa dost satana,

Puşt bile demeye değmez.

 

Cüsse fil, yürek karınca,

Tırsar yanına varınca,

Bu tipleri çağırınca,

Hişt bile demeye değmez.

 

Fırıldaktır yanar döner,

Şamarı görünce söner,

Tavuk gibi yere tüner,

Kışt bile demeye değmez.

 

Gezse dahi sakin sakin,

Kuduz it olur mu tekin?

Hırlayıp, saldırır lâkin,

Hoşt bile demeye değmez.

Mavi Şehrin Kalemleri

ISLAK HÜZÜNLER

EHMED KARDOK

kefeni çaputtan

renksiz bir yüzümüz var şimdi

fetişe edilmemiş

bütün yalnızlıklar bizde

mekansızların uğrak yeridir yalnızlığımız

 

bu diyarların tanıklığında

yaşananlar ve yaşanacaklar

sadece biz ve bizden öncekiler değil

nefes kesen

içten pazarlıklı hesaplar

ve keskin bir sevda gibi

bilenmiş umudumuz

 

siyahi havaya bulanmış

yarına dair ütopyamız

muktedir miyiz bilemediğimiz aşklara

kimsesiz ve kimliksiz oluşumuzdan mıdır

bilinmez

ansızın bastıran ıslak hüzünlere maruz kalışımız...

Mavi Şehrin Kalemleri

BİR TÜRLÜ

MERYEM IRKILATA

Yollarıma çıkar diye bekledim

Gelmedin yar göremedim bir türlü

Hasretime hasretini ekledim

Gelmedin yar göremedim bir türlü

 

Kurban olam senin kara kaşına

Daha yeni girmiş yirmi yaşına

Uğratmasın mevlam boran kışına

Sefasını süremedim bir türlü

 

Uzak düştü yare giden yollarım

Çiçek açmaz kurudu bak dallarım

Giden gençliğime mendil sallarım

İnce belin saramadım bir türlü

 

Seni güller arasında aradım

Ellerimle saçlarını taradım

Senin ile evlenmekti muradım

Düğün dernek kuramadım bir türlü.

 

Meryem gençlik elden geçti gidiyor

Bunca elem serden geçti gidiyor

Mutlu günler bana veda ediyor

Ben bu sırra eremedim birtürlü.

Mavi Şehrin Kalemleri

TEVHİDE DEĞEN

ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Belde belde kuşlar hû hû ötüşse

Her avluya İslâm bize de düşse

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Bir Fatih Alparslan atını sürse

Myanmar Filistin günü güldürse

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Beni benden alsa götürse yâre

Riyakâr yüzlerden öte yekpâre

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Münâfıklar yeryüzünden silinse

Dâvâ nedir âsım kimdir bilinse

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Vicdanları sarsa ölçü ve mizan

Azgınlıklarıyla boğulsa azan

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Dualarıma ter  gözlerime nem

Kudüs'e al bayrak olsa seccadem

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Küllerde gül açsa yakılsa kına

Mağripten maşrığa aşkın bağrına

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

 

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Yeniden yeniden tevhide değen

Ömer Osman gibi ona benzeyen

Bir yağmur başlasa hak yağsa gökten

Mavi Şehrin Kalemleri

KANGRENLİ YANIMDIN

FİLİZ BAHCIVAN

Ne diyebilirim şimdi sana?

Nereden başlamalıyım anlatmaya

İtiraf etmeliyim çok zor geçti ilk zaman

Gölgesiz kaldım bazı günler güneşe rağmen

Uzaklaştım beni ben yapan benliğimden

 

Bıraktığın izleri nakış nakış işledim bedenime

En çok da geceleri acıtıyordu yokluğun

Ve geceleri başlardı gözlerimin doğum sancısı

Her doğan damlada bir kin biriktirdim

Yüreğimin değil aklımın kazanında

 

Hazır mısın bunları duymaya bilmiyorum

Unutmama ramak kaldı

Sensizlik de yalanmış senle olduğum gibi

Her şeye ama her şeye alışıyor insan

Acıdan geçmeye de, gördüklerinden, bildiklerinden

Ve bilmediklerinden geçmeye de alışıyor.

Kısaca yaşamaya alışıyor değişen her an gibi.

 

Ne diyebilirim ki artık sana,

Sen bittin ben bittim desem yalan.

Sen gittin ben öldüm desem yalan.

Seni anımsıyorum desem yalan

Her anım seninle desem koca bir yalan.

 

Hani veda ederken demiştin ya kapat gözlerini

İnadına açık tutuğum gözlerimle bakıp gidişine ağlamıştım

Ve koca bir yalanın içinden geçtiğimi o an anlamıştım.

Ölürüm sanmıştım da inadına inadına yaşamıştım

 

Ne diyebilirim ki sana şimdi

Melekler bir aşk düşürdü yüreğime

Siyaha inat mavi bir mutluluk çizdim avuç içlerime

Rüya değil hayal değil yalan hiç değil

 

Kestim artık kangrenli yaramı

Kalmadı sol yanımda ince bir sızı

Seviyorum evet

Seni değil

Senin dışındaki her şeyi

Senden geçtim ben çoktan

Dedim ya sen bir kangrendin bedenime yerleşen

Kesip attım zehrini yayılmadan yüreğime

Mavi Şehrin Kalemleri

SENELER!

NUSRET YILMAZ (MİZARİ)

Aynada kendime baktım

Gençlikten kalmamış eser.

Yaşlı başımı yokladım,

Onu da yakmış seneler!

 

Maziyi düşünüp durdum,

Başımı yerlere vurdum.

Yol kısaymış, çok yoruldum.

Baktım ki uçmuş seneler!

 

Sanki dün anne demiştim,

Şefkatine muhtaç idim.

Bunca ömrü nasıl geçtim,

Sordum, cevapsız seneler!...

 

Birden gül bağına girdim,

Bir deste altı gül derdim.

Gayri postu yere serdim,

Eskitti artık seneler!

 

Sanki kısa bir rüyaydı,

Bunca yıllar, tek bir aydı.

Takvim günlerimi saydı,

Eridi gitti seneler!

 

Mizariyim derbederim,

Bendegânım ey rehberim.

Menzil ırak, zor seferim,

Kandırdı beni seneler!

Mavi Şehrin Kalemleri

GURBETE GİDENLER GELECEK SANDIK

YUSUF DEĞİRMENCİ

Bir ekmek peşinde düştü yollara

Gurbete gidenler gelecek sandık

Ayrılıklar reva oldu kullara

Bu çileyi herkes bilecek sandık

 

Sıladan gidişi sayıldı kusur

Yatağı yorganı olmuştu hasır

Önünde engeller aşılmaz bir

Azimle surları delecek sandık

 

Gurbete gidenin sonu n(e) olacak

Yuvasında yoksulluk son bulacak

Özel bir taksisi bile olacak

Boş olan kesesi dolacak sandık

 

Hasret ateşiyle kavruldu durdu

Gurbet onu yaprak gibi savurdu

Ayrılığın oku vurdukça vurdu

Maksadı muradı olacak sandık

 

Gurur ile köye geri dönecek

Aferin denecek çok sevinecek

Kazanarak yoksullu yenecek

Arzu ettiğini alacak sandık

 

Hasretin ateşi yaksa kavursa

Yılıp yorulmasa her an dik dursa

Hayata direnen sabır olursa

Sonunda huzuru bulacak sandık

 

Ayrılık sonunda bitecek hasret

Kalkacak böylece ruhundan kasvet

Eski hayatına edecek nisbet

Sonunda huzuru bulacak sandık

 

Gurbetin yüreği taştan katıdır

Garip gurbet ilde binek atıdır

Çekilen çilenin mükafatıdır

En sonunda mutlu olacak sandık

 

Bahtına hiç ışık vermedi kandil

Hatırın sormadı gelip bir şen dil

Şefkatli bir elle uzanan mendil

Gözlerdeki yaşı silecek sandık

 

Hasret çekti kader ona gülmedi

Gelirim diyerek gitti gelmedi

Nerde ne yapıyor kimse bilmedi

Talih ona bir gün gülecek sandık

Bakmadan Geçme