GÖZLERİN DİYORUM
VECDİ MURAT SOYDAN
(YAŞANMAMIŞ AŞKLARIN ŞAİRİ)
Gözlerin diyorum,
Meşhut cürümlerin bir numaralı faili,
Meçhul cinayetlerin en azılı,
En acımasız katili,
Teşbihteki hatanın en yumuşak üslubuyla
Azmettiricisi, tetikçisi.
Gözlerin diyorum,
Bıçaktan daha keskin,
Güneşten daha kavurucu,
Asitten daha yakıcı,
Ne vakit karşıma çıksalar,
Kalbim bilmem kaçıncı kuşatma altında
Esir alınan ateş çemberi.
Dedim; dünyanın bunca derdi omuzlarımdayken,
Kanıma karışan bu zehirli şerbet ne vakit peyda oldu?
Ateş baruta değmeden,
Bir çift gözde eridim iyi mi?
Yağmura tutulayım derken,
Mindik suyunda boğuldum iyi mi?
Gözlerin diyorum,
Gece doğup, gündüz batan
Bir çift belalı güneş,
Gecenin üçünde sigara üstüne
Sigara sardıran esrarkeş.
Gözlerin diyorum,
Mantığımı evirip, çevirip,
Ters köşeye yatırdılar,
Şekere batırılmış yalancı meme verir gibi
Parmağımı emdirip,
Boş beşikte aklımı salladılar.
Durum oldukça vahim, ama umutsuz değil,
Ben kafayı yemeden, kafam beni yiyecek,
En iyisi mi tebdil-i mekan etmeli dedim,
Gözümü kapattım,
Hatırımda kalmadı ne vakit açtım,
Güneş mi doğmuş ne!
Dedim; ‘’Git ulan başımdan, ben zaten yanmışım.’’
Çarptım kapıyı, dışarı çıktım,
Yoluma kim çıktıysa çattım,
Vızıklayan yavru köpeğe,
Dam üstünde uyuklayan kediye,
Yerde salakça gezinen serçeye,
Sokakta bas bas bağıran simitçiye çattım,
Çoluğa çattım, çocuğa çattım,
Çiçeğe çattım, böceğe çattım,
Akrebe çattım, yelkovana çattım,
En sonunda okkalı bir şamar vurup,
Kendime çattım.
Gözlerin diyorum,
Kandil, bayram dinletmeyen,
Perhiz bozdurtan vaka-i hayriye,
Başlı başına intihar müsebbibim,
Olsun be nar-ı beyzam,
Bin günaha girer,
Sabaha kalmaz tövbe ederim.
Boğaziçi’ni seyreder gibi,
Büyükada’da fayton sefası yapar gibi,
Sulukule’de çiftetelli oynar gibi mesudum,
Gözlerin diyorum,
Bende kalsınlar,
Keyfim olsunlar,
Mezem olsunlar,
Rakısız gâvur edemem,
Kimselere veremem.
Sözlük:
meşhut cürüm : suçüstü hali.
teşbih : benzetme.
peyda olmak : ortaya çıkmak, kendini göstermek, oluşmak, belirmek.
tebdil-i mekan : Yer değiştirme.
mindik :çok küçük, mini mini.
müsebbib: sebep, vesile.
vaka-i hayriye : hayırlı olay.
nar-ı beyza : akkor, beyaz ateş.
Rakısız gavur edemem : Refik Halid Karay’ın Makyajlı Kadınlar kitabında geçen bu kelimeyi hoşuma gittiği için şiirimde kullanmak istedim.
AĞIR GELİYOR
GÜLVANİ - SONGÜL ALTINKAYNAK
Pes etmedim, direndim, engelleri yıkarken
Bilmiyorum bu hayat neden ağır geliyor
Ömür denen yokuşu, ağır ağır çıkarken
Ayaklarım yoruldu, beden ağır geliyor
Narkozun en ağırı, dindiremez ağrımı
Fırat üstüme aksa, söndüremez korumu
Derinden düşündürür, can paremin durumu
Hiç bitmeyen sınavım, resmen ağır geliyor
Yaşadığım çilenin olmaz haklı yorumu
Düşmanlarıma bile vermesin bu durumu
Ölüm meleği çıkıp dürmüyor defterimi
Yaşadığım bu hayat tümden ağır geliyor
Mutsuzluğa karılmam, resmimin hakkı değil
Her adımda yorulmam, cismimin hakkı değil
Hüzne reva görülmem, ismimin hakkı değil
Her nefeste canımı üzen ağır geliyor
Rüzgarın önündeki toz gibi savuruyor
Kolumu, kanadımı, kökünden deviriyor
Elimde değil işte, yerden yere vuruyor
Feleğin elindeki dümen ağır geliyor
Gam rengine boyadı, doğan güneş tanımı
Yaşadığım gerçekler, donduruyor kanımı
Beklemediğim masal, acıtıyor canımı
Gül yerine koklanan, diken ağır geliyor
Ruhum aşina değil, işkence liderine
Dayanamaz oldum ben, kaderin hünerine
Zerrece katkısı yok, gözlerimin ferine
Aldığım her nefesim, cidden ağır geliyor
Zamanı geldiğinde, yapraklar dökülecek
Can aslına dönecek, ruh tenden çekilecek
Gülvani’nin gözleri, son nefesle gülecek
Emanet bedenime, hepten ağır geliyor
EYLÜLDÜR DAĞLARIN SARARMIŞ RESMİ
ZELAL KIRAN
Eylüldür, dağların sararmış resmi
Yorulup bugün, beni terk etti
Rüzgârla esen dağ kekiği benim
Kimseler duymaz şiir sesimi
Ne güzel susuyor şu asıil dağlar
Rüzgârda savrulan hüzün misali
Bir hatıra kalır her sarı yaprakta
Eylüldür güneşin sarı vedası
Bir umudun peşinden koştuk biz
Kırık dökük düşlerle doluyken yolumuz
Dağ kekiği gibi inatla tutunduk
Ama kimse bilmez, dağlar bilmez bizi
Yalnızlığın yankısıdır her bir tepede
Eylüldür, solmuş göğün eskiyen rengi
Bir masal bitse de her düşen yaprağında
Bil ki o masal hep yaşayacak içimde.
ÇOCUKLUK YILLARIM
DİLEK AVCIOĞLU
Gönlüm çocukluğumda dolaşıyor,
Gözlerim gizli sırların peşinde.
Anılar konuşsa, neler fısıldardı,
Göğsümdeki acılarla dolup taşan kelimeleri.
Hayatımın kalıplarında,
Uçmaktan korkan bir kanatlı yürekle,
Yalnızlığın kederi ruhumu yakıyor...
Aynada gördüğüm gözler,
Baktıkça sanki benim değiller.
Tutsam bir ucundan, ellerim de tanıdık değil.
Oysa gidebileceğim tek yer,
Şiirlerimin satır aralarında gizli.
Yüreğimdeki boşluklarda,
Canımı yakan o kırılgan rüzgarlar,
Savrulup gidiyor, tek canlı benmişim gibi...
Nefesimi tuttuğum bu yaşamda,
Ev sahipliği yaptığım her an,
Alev gömleği gibi ruhumu sarıyor;
Gönlümün denizinde kaybolduğum her yerde,
Geçmişin ve geleceğin rüyasından uyanırken,
Hayallerim gökyüzünde asılı kalıyor...
Yüreğimin derinliklerini ararken,
Zamanın peşinde bir çocuk gibi sürükleniyorum.
Anılarımın izinde koşarken,
Her biri benliğimin bir parçasının,
Kaybolmuş bir yıldız gibi,
Gökyüzünde hayallerim solup giderken,
Nerde benim o çocukluk yıllarım...
SENİN UĞRUNA
BÜLENT BAYSAL
Güz düşmüş ruhuma yaprağım sarı
Eylül anlatsın dinle ahu zarı
Ey yürek dile gel sen söyle bari
Ne yeminler bozdum senin uğruna
Hüzün çıkmazında yanıp kavruldum
Sus öfkelerinde bitap savruldum
Ah be kalpsiz bir tek sana vuruldum
Yok saydım şu canı senin uğruna
Geceme sen yazdım hep sana yazdım
Süzdüm aşkı, kırık tellere sazdım
Meyde saki, sus pus mehtaba sızdım
Gönül mahşer yeri senin uğruna
Döküldü yaprağım kalmadı sıtar
Senin şu ettiğin hepsinden beter
Dertler bana kalsın mutlu ol yeter
Viran oldu gönül senin uğruna
HATIRLARMISIN
MİNE GÖKŞEN
Hatırlarmısın bir vakitler
Yani yıllar önce
Takvimden düşmüş günlerde
Bir ev dolusu candık
Evler dolusu eksildik gidişinle.
Gitmelerin adı oldu Eylül
Takvimsel tanımı yalnızca sözlük karşılığıydı
Mevsimsel boşluklardan hep ayrılık sızardı.
Geçmişin perişan sayfalarındayım yine
Adınla başlayan bir sokakta sabahladım
Anılar saçılmış sağa sola, tarihler yok
Ve gökyüzüne serpilmiş yıldızlar kadar çok.
Oysa, bir romanın önsözü kadardı hikayen
Ve ne çok şeyi yuttu zaman.
Bütün cümleler kırık dökük içimde
Dilimin ucunda binlerce sonbahar
Bir cümle çıkmıyor ahraz kelimelerden.
Şimdi susan bir insanın
Tehlikeli sessizliği var içimde
Adrese teslim kederlerim
Odalar dolusu yalnızlığım
Ki uçurumlar gibiydi içine düştüğüm.
Kim bilir kaç kez istedim gitmeyi
Kaç kez dolaştım sınırlarda
Kaç kez kırıldı içimde hayat
Yoruldu ömrüm gün yokuşlarında.
Hatırlarmısın çok eskiden
Bir ev dolusu candık
Düşlerimizi kitap aralarında saklardık.
Şimdi diyorum
Kendimi saklasam bir kitap arasına
Yitip gitsem sayfalar arasında
Görünmez olsam mümkünse.
Nasıl gidilir
Banada öğretsene.
BENLİ KADIN
MEHMET ÖKSÜZ
Uzun uzun düşünüyorum
Hayallerimde çağlayan o sihirli sesi.
İçimden akıp giden zamanı
Ve her zorluğa göğüs geren
O benli kadını görüyordum.
İçimde kopan fırtınanın sesi
Vücudumun her zerresini ürpertirken
Kahrolası üzüntüde
Kalbimi söküp alıyordu benden.
O büyülü dalgalı saçlarıyla
Bir ateşin çemberinden çekmiş gibi
Beni benden alıyor, bana hayat veriyor
Zamana dair tüm güzel ümitleri ruhuma ışıyordu.
Gecenin bir yarısı
Bilmem hangi düşün çeyreğinde
Gözyaşlarım akarken
Bir türkünün acı çığlıklarında buluyordum kendimi.
O benli kadın
Kollarımdan sıkı sıkı tutarak sarıvermiş dertli nefesimi.
Ah o çığlıklarım o feryatlarım ah...
İnsanın içinde saklı cümleler
Adeta bir saltanatın makamından uzaklara alıp götürürcesine
Sığınacak limanı bulmak istercesine
Birbirine bakınıp duran
Bir çift gözün içindeki aşkı muhabbeti sezdim.
Zamana damga basan
Sitemkar düşlerle
Denizin muhteşem kıyısına vuran
Limandaki her bir şeyi beyaza boyuyordu.
O kadınlığının sevgisinden yoksun
Güzel olan her olguya hasretti hissettim.
İçindeki çığlıkları büyük bir çılgınlıkla
Dışarı fırlatmak istiyordu bir içim su olan o benli kadın.
Kırılgan ümitleriyle
Faziletin doğduğu yerde
Eskiye dair ne varsa hepsini unutmak istiyordu.
Sonunda suskunluğunu bozmayı bilmiş
Ruhundan taşan duyguları
Sol yanından yansıtmayı becerebilmişken
Ömrün kıstaslı gölgesinden geçerken
Gülüşlerine yenilerini ekleyerek
Artık mutluluğu yakalamak istiyordu.
Gecede gündüzde
İnsanlığıyla, dürüstlüğüyle
Bir o kadar da muhteşem endamıyla
Adeta hayata ışık saçıyordu.
Çamların kokusu etrafındaki her yeri kaplamış
Doğadaki her şeyin rengine ortak olmayı bilmişti.
Ben o esnalarda
İçimde büyüttüğüm o benli kadına
Faziletin doğduğu yerde
Hakiki sevgimi fısıldıyordum
Büyük bir içtenlikle
Büyük bir azimle
Kaçıp kaçıp durmadan ona sığınarak.
KALP LÜGATİNDEN ÖZ
RAMAZAN ŞAŞMAZ
Kelimesiz, hecesiz; harfsiz söylediğin söz,
Tebessüm eden çehre; bir çift gülüveren göz,
Gülistan eden nârı; İbrahim od'undan köz,
Cümleler kifayetsiz; Aşk: Kalp Lügatinden öz.
Hatırına bir gözün; atıverdiğin bakış,
Mesafeyi aşarak; canan yurduna akış,
Hislerinle ördüğün; tablo, sevdadan nakış,
Cümleler kifayetsiz; Aşk: Kalp Lügatinden öz.
Sade, yalın, sıcacık; senin ismindir, adın,
Sevgisiz yavan kalır; kaçıverir can tadın,
Baki kalan kubbede; muhabbetledir yâdın,
Cümleler kifayetsiz; Aşk: Kalp Lügatinden öz.
Minik kalbin içinde; koca bir alem kurmak,
Karanlığı uyutup; ışığa doğru durmak,
Defterini yeisin; 'Ümit' diyerek burmak,
Cümleler kifayetsiz; Aşk: Kalp Lügatinden öz.
Hiç sönmeyecek ışık; ebedlere dek yanar,
Abı Hayat kaynağı; içer, aşıklar kanar,
Baş açık, yalın ayak; ekmeğe katık banar,
Cümleler kifayetsiz; Aşk: Kalp Lügatinden öz.