Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

YENİ SAYFALAR AÇTIM

DERYA GÜLTEKİN

Aklım kestiğinden beri

Bir defterim vardı

Bir şeyler yazmak isterdim

Bazen bir söz

Bazen birkaç mısra

Yazdıkça genişlerdi nefesim…

Tek ben olsam da okuyanı

Yine de pes etmezdim

 

İlk acı şiirim

Selası fon müziğim

Bir sessiz feryattı

Konu Hasan'dı

Çocuk yaşta ölümüne

Şiirle dua ettiğim

Terzi Servet amcanın

Oğlu Hasan

Canım kardeşim…

Allah'ım rahmet eylesin

 

İlk aşk şiirimi

Seher için yazmıştım

Bir ‘kara gözlü’ye vurulmuştu

'Ben anlatayım, sen yaz!' diyordu

Sanki ben yanmış gibi

Yazdım ‘Kara Gözlüm' ü

Ezberleye ezberleye

Aldı götürdü Seher, ‘Kara Gözlüm’ü

 

Ben de gittim ardından

Canı canana

Suyu toprağa,

Duamı Allah'a yetiştirmek için

Ben de gittim ardından

 

Gâh çiçeği

Gâh annemi kokladım

inceden inceden

Doymadım şiirlerden

 

Hiç unutmam

Bir ders için Gürpınar'ın eserlerini de

Not etmişti hecelerim

 

‘Yabancı olmuşuz benliğimize GÜL gözükür YABANİ

Hakk'a sığındık EŞKİYA İNİnde ararız derman

Karşımıza çıkan CADIya olduk ŞIPSEVDİ

KESİK BAŞımızın sebebidir ECNEBİden gelen FERMAN

SON ARZUm, dönelim dünyamıza dönelim heman

Bu gidiş nereye

Kalmadı zaman!’

 

Yıllar oldu

Birikti şiirlerim

Bilirsiniz

Çok şiirin mayası

Özlem ve sitem…

Aşk deryasının iki kürekli sandalı

Ben de çektim iki koldan

Su yüzüne vurdu şiirlerim

 

Sonraları

Merak saldı yazdıklarım

Sanki kadere

Göndermeler yapmışım

Böyle sandı dostlarım

 

Oysa çizdiğim sayfaya

Değil ak yazım

Şiirin ş'sini yazmam

Yeni sayfalar açtım

Mavi Şehrin Kalemleri

GİDİYORUM

A. NİMET ÖNER

Bu gün terkediyorum bu şehri!

Ardımda bırakarak yanılmışlıkları, yıkılmışlıkları, ihanetleri.

Düştükleri nehirden almadan hayallerimi,

Toplayıp gidiyorum serdiğim gülistanları.

 

**

Açtım yüreğimin kapılarını,

Rüzgara verdim bütün odalarını.

Uçuştu sahte sözler, maskeli siluetler, alavereler,

Yalanlarla yoğrulmuş öz'ler.

Kapattım kulaklarımı, duymuyorum

Ve umrumda değil ne iğneli sözler ne de nağmeler.

Sizin olsun bu şehir,

Yürüyün gidin ömrümden aldıklarınızla.

 

**

Suçladım en inanan yanımı,

Sığındım dik duruşuma,

Döndüm arkamı herkese ve herşeye.

Sizin olsun zamanından önce açan güller,

Üçüncü bahar, dördüncü cemre, beşinci mevsim,

Alın hepsini, hiçbirşey istemiyorum.

Sizin olsun bu şehrin ıslak sokakları, gün batımları, anason kokan geceleri,

Rüzgarın mekanında okunan aşk makamları.

 

**

Ödünç aldığım üç beş günlük özgürlüklerimide alın.

Islak ayaklarıma yapışan kumlara güneş vurdu,

Bir bir döküldü hepsi.

Öldü içimdeki insan ve gözlerim açıldı,

Bozuldu büyüler dilim çözüldü.

Size bırakıyorum gögüsümde büyütüp havaya saçtığım sevgi çiçeklerini,

Yüreğimden gelen şen gülüşlerimi, sıcak dokunuşlarımı.

Alın hepsi sizin olsun.

Ben gidiyorum ben gidiyorum

Mavi Şehrin Kalemleri

AYLARDAN KASIM

NURAY ÜSTÜNDAĞ

Zamanla öğreniyordu insan

 

Ayların günlerin isimlerinin bir önemi olmadığını

 

Onca yokluğun içinde senden gidenlerin isimleri kalıyordu geriye

 

Bazen bir isyanmışçasına haykırıyordu zaman

 

Bazen sessiz bir susuşla

 

Ama illa ki

 

İçinde kocaman derin yaralar oluyordu

 

Acı tarifsiz bir sızıyla kaynıyordu yüreğinde

 

O zaman karar veriyordun belki de

 

İsimleri öğrenmemeye...

 

Belki o zamanlarda anlıyordun

 

Gidilmişliği...

 

İçinde duran belli belirsiz çaresizlikle

 

O zaman tanışıyordun

 

Bir damla yaş sızıyordu

 

Gözlerinin arkasından bir yerden

 

Kalbinde buharlaşıyordu

 

Kim bilir

 

Belki kasımdı aylardan belki haziran

 

Eylül ya da şubat

 

Ne önemi vardı

 

Sonuçta

 

Her gidiş aynı zamana çıkardı...

Mavi Şehrin Kalemleri

GÖLGEN

ŞÜKRULLAH YAVUZER

Gecenin koynunda

Bir mecruh,

Ay cerrah, bulutlar tül,

Sarar yaralarını;

kanadı kırık kuşun...

Dolaştım tek  başıma şehrin sokaklarını,

Bir bir saydım kaldırım taşlarını,

Okşadım  siyah saçlarını gecenin,

Tuttum ince uzun parmaklarını,

Çapraz yürüyüşünü izledim

Bir  sarhoşun,

Dinledim ahzar bir kadının

Mavi türküsünü,

Buna şahit tüm sokak lambaları.

Yine sokaklardayım bu gece,

Haberin var mı?

 

Örttüm karanlığı  üstüme,

Sırdaşlarım Ay ışığı, fesleğenler.

Gölgem bile  bedenimle uyumsuz.

Ağaçlar bulut açmış,

Dövüne dövüne yorulmuş deniz,

Siyah beyaz resimler çizdim,

Sigaramın dumanından.

Sızladı yalnızlığım,

Gömleğimin yamasından.

Hayatı öğrettir bana,

Her gece uğradığım bir kukla.

Gece çökünce,

Bir ben bir de aynalar

Kalırız başbaşa...

Kendini Sokak lambalarına

Astı bu gece acılarım.

Parmak uçlarımdan

aktı gözyaşlarım.

Üşürüm bağrında

baharlar saklayan

mevsimin.

Kanıyor yine yalnızlığım,

Duvara çakılı resmin bakışından...

 

Gitmek istiyorum uzaklara,

Bir girdap gibi çekiyor beni,

Gecenin ama gözleri.

Eziyor ruhumu üstümdeki 

Örtünün ağırlığı,

Dilimde barut,

Yüreğimde kurşun yanıkları,

Hatıralar böler parçalar uykularımı,

Suskunum ateşten kelimeler

yakar dilimi.

Yine uykusuzum bu gece

haberin var mı?

 

Heykel kesildim günlerce,

Sarı ışıkları yanan pencerenin önünde,

Kıpırdar mı perde,

Yahut var mı ardında

sana benzeyen bir gölge?

Sen gideli bir hayli zaman oldu,

Gölgen duruyor hala

pencerende...

Mavi Şehrin Kalemleri

SEN BEN KAVGASI

MUSTAFA KARAOSMANOĞLU

o soğuk yüzünle

bir şeylere nazire edercesine

dalgın bir kelime bırakıp masaya

üstü kalsın der gibi

bütün esvaplarınla

alıp başını gitmiştin

ve ardından

öylesine umarsız

ve öyle mahzun duruşumla

yanımda taşıdığım

bütün kendilerimle ben

öteki içime sarkıp

masada kalan neyse

onu soluk soluğa

ovup

avuçlarımda ısıtarak

canhıraş bir biçimde

bütün elleriyle dokunup zihnimin

aklımın bütün dolaşık yollarında

kırılgan bir geleceğe terk etmiştim

ağır aksak şarkıların

yumuşak melodileriyle sarıp sarmalayarak

ruhumun bütün deliklerini yamayıp

üstelik

a kadar dik başlı bir harf büyüten dilime

ve sen olana karşı

yarı uykulu bir e gibi cümlede sızıp

bir akşam alacasından muştu bekleyen

içimin bütün evlerinde

natürmort bir tablo yerine

yüzümü duvara astığım

bu son kertede efendim

konuşmaya bunalmış bir gök gibi

yere karşı günahkar günlerimde

ihtiraslarımla bütünleşik

yatağından ayrılan bir nehri

sessizce

ve upuzun geceye akıtarak

kendi ıssızlığımı

kendi karanlığımda sevdama iliştirdim

ve masayı böylece

masanın üstündekilerle geçerek

kanımdaki med ile

efendim

sabrımdaki ceziri birleştirdim

Mavi Şehrin Kalemleri

KUŞ VE KEDİ

MÜŞTEHİR KARAKAYA

-Kış, kış kış! dedi, gitmesi için el çırptı içerden.

Penceresine konan serçe aç’tı ve üşüyordu halbuki. Beyaz, uzun tüylü, bir gözü mavi bir gözü sarı kedisi, kapıdan içeri girdi ve kuşu gördü. Adam kuşu içeri alsaydı kesin kovalayıp yutardı.

-Mırmır! dedi adam. Kuşu içeri alsam üstüne atlayıp yemeye kalkmaz mısın?

Kedi, mırmır deyip gözlerini dört açtı, kulaklarını dikti, pencerede tir tir titreyen kuşa doğru seğirtti. Dışarda ince bir kar yağıyordu. Bazı evlerin bacasından sisli ve cılız bir duman tütse de çoğu evler doğalgaz ile ısındığından hiçbir ısınma belirtisi göstermiyordu. Kar yağmasına rağmen hava aydınlıktı. İki sokak öteden bir araç geçti, derken bir tane daha…

Serçe hâlâ camdaydı, yalnızdı, kar yağıyordu ve belki de yuvasının yolunu şaşırmıştı. Hangi çatının altındaydı kim bilir? Onun da bekleyeni var mıydı? Adam, kuş camdan uçsun, yuvasına gitsin, kediden ürkerek başına bir şey gelmesin diye düşünürken, serçenin tir tir titrediğini yeni fark etti. Bir de Mırmır adını verdiği kedisinin fal taşı gibi açılan gözleriyle şoka uğramış da donmuş sanki, yerinden hiç kıpırdamadığını gördü. Pencereyi açsa, elini atsa kuşu avucuna alacaktı, ihtimal vermedi, uçup giderdi kim bilir. Yaralı mıydı? Mırmır’ın görüş alanı önünde durdu. Kendi kendine konuşmaya başladı, sanki kedisiyle konuşur gibi…

-Büyükler demişler ki, hayvanlara merhameti olmayan insanlara da merhamet duymazmış. Doğaya saygı duymayan insana da saygı duymazmış. Duydun mu beni? Kalbim, bu serçeyi içeri al diyor ama senin bakışından ve duruşundan tekin olmadığını görüyorum. Pencereyi açsam acaba kuş içeri girer mi, uçup gitmez mi? gel seninle bir pazarlık yapalım. Sen geç öbür odaya, kuş senin varlığını hissetmesin, ben açayım pencereyi, uçup gitmezse alıp ısıtayım, biraz ekmek kırıntısı önüne koyayım, su tasını önüne süreyim. Sonra özgürlüğüne salayım…

Mırmır’dan hiç cevap gelmezken, mırlamaya devam ederken, adam cama iyice yanaşıp pencere koluna uzandı. Kuş ürkerek seke seke uzaklaşmaya çalıştı. Mırmır pencerenin açıldığını sanıp ok gibi fırladı fakat henüz açılmamış cama küüttt diye çarpıp odanın içine düştü. Serçe de pencereye tutunamadı, onuncu kattan aşağı boşluğa düştü.

Kar hâlâ ince ince yağıyordu…

 (küçürek öyküler)

Mavi Şehrin Kalemleri

MASAL GİBİ !

AYTEN TARIM

Acı ama gerçek

Güneş ışıklarının

Denizde okşadığı yakomozlar

İskelede tatlı bir seyire dalan

Çocuk ve hayvan dostları

Günümüzde artık göremediğimiz

Eskilerden, maziden kalma bir tablo !

Bu garip dünyanın çarkı en çok

Çocuk ve hayvan dostlarımızı acıttı

Büyüklerin bitmek tükenmek bilmeyen

Bencillik egoistlik derecesindeki

Hırsları ve istekleri dünyayı çöle çevirdi...

Şu güzelim dünyanın

İçini ettik, bir bir herşeyi yitirdik.

Sevgi bitti, dostluk bitti.

İş bilmez insanların oturduğu makamlarda,

Yerini çıkar politikası aldı.

Aşk bitti, sanal aşklar gündeme geldi.

Sevginin yerine para aldı.

Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRKÜN

Söylediği gibi, Bir zamanlar

''çiftçi milletin efendisiydi.''

Her alanda üretim bitti.

Tüketim toplumu olduk çıktık.

En acısı ne biliyormusunuz!!!

Şu görünen manzaradaki çocuk ve hayvanların

O güzel dostluğu yok artık

Topluma öyle bir nifak tohumları ektik ki,

İnsanları kutuplaştırıp

Yüzlerimize sahte gülen maskeler takıp

Arkadan kuyu kazdık.

Hey gidi koca dünya hey

Masal gibi nerden nereye...

İnsan oğlu işte yedi bitirdi koca dünya yı

Ama yinede doymadı....

Zararın neresinden dönülse kerdir.

Gelin bunu, erken uyarı sistemi diyelim,

İnsanlık yolunda,

Biraz kendimize gelelim,

Çocuklarımıza yaşanası bir

DÜNYA bırakalım.

Mavi Şehrin Kalemleri

GARİBİM

HAŞİM KALENDER

Yok saysalar bile orta direği,

Dizini çemreyip aldı küreği.

Lüks imiş, modaymış, yoktu gereği.

Çevirdi geveri, çamura girip.

Yedi ekmeğini, ekmeğe dürüp.

 

Alnının terinden ıslak işliği,

Arada söylenir, gelir dışlığı.

Un ile bulgurdur bütün kışlığı.

Bire kaç verirdi, ektiği bakla.

Az olsun yinede, çoğu sayıkla.

 

Çenede dayalı küreğin sapı,

Çare arar iken çaldı bin kapı.

Hesaplar uymazsa, yutardı hapı.

Muhannetin derdi, ölümden beter.

Dilesin yaradan, od da ot biter.

 

Güneş yükseldikçe gölge aradı.

Topraklı saçını, suyla taradı.

Hayal kurdu, harman etti ıradı.

Kazana girmeden, doyurmaz açı.

Kızıla kesmişti, simsiyah saçı.

 

Oturdu, defteri aldı eline,

Oğluna, kızına, birde geline,

Hanıma almasa, düşer diline.

Birer dal esvaptı, belki senede,

Kendine bir çarık, yazdı yinede.

 

Kalemde bezmişti, bitti boyası.

Dedesiyle yaptı, bir tek kıyası.

Yok ile yoğrulmuş, köylü mayası.

El açtı Mevla’ya, bacıtlar dolsun.

Allah’a şükürle, vatan sağ olsun.

 

Güneş eğilirken, suyu bitirdi.

Ani yağan yağmur, seli getirdi.

Hepisi bir tarla, girdi batırdı.

Yaş gözünden aktı, yüzünden sızıp.

Vurdu dizlerine talihe kızıp.

 

Canını kurtardı, evine vardı.

Bereket kepmeden, yağmur da durdu.

Akşamdan yatağı şeleğe sardı.

Düştü yollarına, beklesin söke.

Yumdu gözlerinden, yaş döke döke.

 

Muhannete karşı güler gördüğün,

Hayal pilavını yedi üç öğün.

Bulutundan korktu, baktıkça göğün.

Su pınarda çıktı, ekmekse taştan.

Kalender uyandı, gördüğü düşten.

31. 08. 2016

Bakmadan Geçme