MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Kamber'in Balıkları
Mustafa Işık
Ey Kamber'in balıkları! Haydi, söyleyin bana; balıklar mı yürekleri büyütür, yoksa yürekler mi balıklara hak kelamı öğretir.
Hepimiz biraz yoksunuz, biraz eksik… Aitsiz oluşumuzla kıymete değer buluruz kendimizi, ayağı yerden kesilmiş insanlığımızla. Kaygılardan nasibimize düşeni taşımayadır bütün gayretimiz. Günebakan çiçeği gibi gülüşe açılan dost yüzüne çok hasretiz. Bir merhaba şavkı açılsın diye yüreğimizde, gelip geçenle vuslat demine bağdaş kurarız.
Gözlerim hep ufukta benim, yüzüm doğuda. Güneşten evvel uyandım bu sabah da, sanki denize dalgayı çağıracak tellal benmişim gibi yine ben telaşa verdim kızıl ufukları. Hani derler ya, insan yeryüzüne bir iz bırakmaya gelmeli. Peki, ne saklamalı, gönüllerimize kazılan izleri. Kuşlar yuva yaptığımız gözbebeklerimiz bu hesaba dâhil mi?
Evet, bu sabah daha erken kalktım, kendim için değil de Kamber'in keyfi yerine. Baktım ki kuşlar kanat çırpmaya yarışta birbiriyle. Hemen bir güler yüzün sıcaklığında çay demlemeye koyuldum. Ben ki kısa günün ve uzun yolların yolcusu; biraz masmavi göktü bakışım, yüreğimse birazdan adımlamaya çıkacağım sokağın yumuşak sergisiydi.
Bilir misiniz Kamber'i? Eskici dükkânı gibidir saçları, boynu ağrılı olsa da kalın, sırtı sağlamdır, göğüs kafesi çelikle çevrili. Sırtındaki paltoyla kaç tane sokak çocuğu ısınır. Ölçüsüzdür içindeki fırtınalar. Hele kolları..Sormayın gitsin, üşümesin diye sokaklar, bütün bir âlemi kucaklamaya yeter de artar.
Denizi beri edin, bir nefes alsa, geçer kararan öfkesi. Yayıldı mı kıyıya şöyle boylu boyunca, ne de olsa ölü diyardan kalma bir diridir o, upuzun yolların yolcusu…Uzaktan gelen geminin önce dumanı görünür, der Kamber; giderken gemi, en sona kaybolan da yine dumanıdır. Açılın, savurulun sağa sola. Gelenler Kamber'in balıklarıdır.
Tazecik bir nefesle çizmedeki mahmuzları parlatmaya eğilen Kamber'i, hayatın tarlasında oynayan çocuklara benzetirdim, bir sağa bir sola durmadan koşuşturan veya Kenan diyarındaki kuyunun sesine kulak kabartan kervancı başına.Unutulmuş yeminleri inerken dibe, kova üste çıkmayacaktı artık. Sanki unutmuştu Kamber de, her patikanın uçuruma çıktığını.
Bırak da köprünün altında, artık kalanlar aksın, biz gidenlerdeniz Kamber. Doğrulabilirsin artık. Hülagu Han'a bir selam çakabilirsin parlak çizmelerinle. Balıklarınla şereflendirdiğin saçlarına benzer eskici dükkânını, kellelerden yaptığın kulenin tepesinde seyredebilirsin.
Ah be Kamber, yedinci yarısı sana karşılık bir kiralık hayat ancak seni sekizinci cennet kapısına bekçi eder. Bilesin ki, düğünlerin en güzeli ölümler gibi sıralı olandır. Her aşka al bir baş fedadır. Hem cana hem canana… Her taşa bir baş yakışır. Ama dostun yarasına benzeyen de en kırmızısından bir taze güldür.
Bunca yıldan sonra ilk defa kapısını aralayıp içeriye bakmaya çalıştın eskici dükkânının. Sana, kocaman bir aferin, Kamber. Batan güneşe biner gibi bindirmişsin balıkları, rafların tozuna.Ah, arka sıra tembeli Kamber, kollarında eski balık dövmesi. Bir teneffüs fazlaya ayarlı yüreğin ne çok derde ayarlı..Haydi, söyle şimdi, o yârin cemali, hayallerin en güzeli… Bazen de balıkları bırakıp pencere aralığında aralayıp perdeyi, dünyayı seyretmeli, balıkçı güzeli.
Sana bir sır vereceğim Kamber. Ben de bugün parkta oynarken işittim, bir denizin on ikinci parmağıyla koskoca kralı diz çöktürdüğünü.. Bu gün yedinci gün, vur asayı Sina'ya, balık mıyım ben, yüreğim mi benziyor Kamber'in kol dövmesine.
Başını alıp giden kuşlar, ufuklardan haber yok mu hâlâ? dersinden bihaber. Ceviz sandığının nakşı eskici dükkânından son hatıra, peki balıkları nasıl inandıracağız bu duruma. .Ey Kamber'in balıkları, su serpin gönlümün dört bir köşesine, gelince yar batmasın toza toprağa, diye!
Ey Kamber'in balıkları! Haydi, söyleyin bana; balıklar mı yürekleri büyütür, yoksa yürekler mi balıklara hak kelamı eder hediye.
Dedem ile ilk kestane
Mustafa Ayyürek
Heybetli yapısı ile insana korku veren bir ağaç. O ağacın dallarında hoş kokulu çiçekler ve çiçeklerin ileride dönüşecekleri güzel güzel yemişler. Az ötede kuştüyünden yastığı andıran bir kedi, kedinin ilgisini çekmeyi başaran bir topak. Topağın üzerinde keskin dikenler.
Amman! Dedi annem, koş kediye yetiş topakla oynaması tutarda incinir. Hemen kediye doğru koştum, koşarken bir karınca ezmişim, fark etmedim. Topağı usulca yerden aldım ve kedinin ulaşamayacağı bir yere koydum. Sevinçle anneme döndüm, Anne bak topağı kaldırdım. Annemin gözleri nemli, sebebini anlayamıyorum. Bir aralık bakışları bana yöneldi: -oğulcuğum, dedi ağlamaklı bir ses tonu ile. Bir yeri onarmaya gittiğinde başka bir yere zarar verme ki yaptığın anlamlı olsun, çok dikkat et olur mu?
Hala anlayamıyorum, gülümsedim. Annemin yüzünde derin bir ifade, bak dedi; kedi incinmesin diye dikenli topağı kaldırdın fakat koşarken bir karıncayı ezdin. Bu o kadar önemli miydi? Sonuçta o sadece bir karınca, günde yüzlercesi belki binlercesi ayaklar altında eziliyordur. Bana göre çok olağan bir durumdu. Ezilmeliydi onlar, çünkü onlar karınca. Anne neden karıncalar ezilmesin?
Onlar çok küçük. Cevap vermedi. Zaten her zaman verecek bir cevabı olmazdı annemin fakat beni uyarması yeterdi bana, hemen kendimi düzeltirdim. Çok konuşurdum ve yaramazdım ama her zaman annemi dinlerdim. Onun söylediklerini fazlasıyla önemserdim. Annemin okuma yazması yoktu ama öyle ince ruhlu yapısı vardı ki cevap alamazsam dahi her zaman haklı olduğunu bilirdim. Bazen öyle davranmıyor olsam da derinliklerimde annemin haklı olduğu gerçeği hiç değişmezdi.
Yine bir gün sıcak bir yaz gününde annemin hoş kokularla sofrayı donattığı oda şenlenmişti. Babam tüm iştahıyla çorbayı kaşıklarken bana, bak evladım annenin kıymetini bil, ben de annen de her zaman yanında olamayacağız sofra adabını öğren. Öğren ki; bir ağırlığın olsun. Durup dururken babam bunu neden söylemişti? Bir ağırlığın olsun ne demekti? Anlamamıştım ama hoşuma gitmişti. Yerlerinden oynatılamayan kayalar için derlerdi şu sözü; taş yerinde ağırdır. Ağırlığımın olacak olması beni çok mutlu etti ve babamın ki gibi büyük bir iştahla çorbayı kaşıklayıp bitirdim.
Yazın ilerleyen zamanlarında sıcaklık gittikçe artmıştı, terden yağmurda ıslanmış gibi olan dedem. Hemen ötesinde asırlık bir çınar. Çınar dedemi andırıyor. Çimenler üzerinde bir sürü koyun, koyunlar başlarını bir birlerinin gölgelerine sarkıtmış, güneşten korunuyor. Keçi, arsız inatçı keçi benimle cebelleşiyor. Bunu gören teke hışımla bana saldırmaya hazırlanıyor ve ileriye atılıyor, kaçıyorum. Şimdi asırlık çınarın gölgesine sığınmış dedemin yanındayım. Bir oyana bir bu yana gidip geliyorum.
Asırlık çınar pek konuşmaz bizimle sadece bir şeyler isteyeceği zaman konuşur. Bir şey isteyecek, anladım. Bir bardak su getir bana. Eve gidip dolu dolu bardakla tedirgin bir şekilde asırlık çınara yaklaştım. Horozun sesini işittim uzaklardan, ürktüm. Saldırgan horozdan kurtulmak için acele edip kaçıyorum. Ben kaçarken horoz hızla bana doğru ilerliyor. Yaklaşıyor bana. Yaklaşıyor, yaklaşıyor bana varmak üzere iken bardağı yere atıp anneme koşuyorum. Anneme koştuğumu gören horoz saldırmaktan vazgeçiyor. Annem başımı okşarken dedem homurdanıp, sinirli bakışlarıyla beni süzdü. Mahcup bir edayla üzüldüm. Üzülme, diyor annem. Büyüdüğün zaman dedenin neden sana sinirle baktığını anlarsın.
Büyüdüm fakat annemin söylemeye çalıştığı kadar büyümemiş olacağım ki henüz tam olarak anlayamıyorum o an olanların iç yüzünü. Fakat sebebi bana şöyle geliyor; kış günü geldi. Soğuk ilk kış günü. Yeryüzünü buz kesmiş, sonrasında gökyüzünden inen kar taneleri bembeyaz bir halı gibi yere seriliyor. Ailemle tek odası ısınan odada, sobanın yanındayız. O gün ilk kestanemi yiyeceğim. Kestanelere çizik atıldı ve ilki sobanın üzerinde pişmeye bırakıldı. İlk pişeni dedem yedi, sonrakini de ve ondan sonrakini de. Heyecanlanmaya başladım, kalbim küt küt attı, henüz çok küçüğüm. Sonra pişen kestane sayısı arttı ama ben hala yemiş değilim. Dedem unutmuş beni ve babam da, ablam sıcak bir kestaneyi ağzına atıyor, çok sıcak diyor, ağzı yandı galiba sadece ilk aldığını yiyebildi. Yemek için sıra bana geleceği an dikkat etmem gerektiğini anladım.
Annem, dışarıda hayvanlarla ilgileniyor. Ben sobanın başında payımı beliyorum. Dedem kardeşime bir tane uzatıyor ve ekliyor dikkat et ağzın yanmasın. Bir diğer kardeşim çizik atılması unutulan bir kestaneyi aldı ve elinde patladı, köşeye çekilip ağlamaya başladı. Yanına gittim hemen kontrol ettim elini önemli bir şeyi yok, sadece biraz canı acımış o kadar. Tekrar kestane pişirilen sobaya yöneldim sinirli bir ifade ile bana bakan dedemin yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. Ağır hareketlerle eline bir kestane aldı, bana doğru yöneldi. Mutluluktan uçar gibi oldum.
Tam o esnada misafirler girdi içeri. Kestaneyi alamadım kardeşlerimle toparlanıp soğuk odaya geçtik. Kestane yiyemediğim için kalbim çok kırık, ablamın ağzı yanmış ve kardeşim elinin acısından dolayı ağlıyor. Sonrasında annem geliyor yanımıza ve ilk önce benimle ilgileniyor, çok seviyorum annemi oda beni çok seviyor. Ablama bakıyor ağız içi yanmış olan ablam ağlayamıyor, annemin gözleri nemleniyor. Annem daha önceden olası bir durum için hazırlanan bitkisel bir ilaç sürüyor ablamın ağzına. Küçük kardeşim çoktan uyumuş, üstünü örtüyor. Anneme kestane yiyemediğimi söyleyemiyorum, üzülmesini istemiyorum ama o anlıyor yemediğimi.
Gözlerin Yoruyor
Ayşe Taşdemir
Gözlerin yoruyor
Uzaklarımı
Yakınlığım tenine sarhoş
Yakınlığın bakışa düşman
Uyumsuz bir denge
Tutunmaya çalışırken
gözlerinin girdabında
boğuluyorumsenle
Gözlerin yoruyor
Saklanmalarını
Saklanılmıyor ki
Acemiyalanların
Yalan değilsin işte
Gözlerin yoruyor
Yağmurlarımı
Her damlada
Gömüldüm bakışına
Kayboldum girdabında
Karanlık değilsin sen
Işığı bulamadığım yol
Yolun kayıp yolcusu
Busun sen, gitme
Gözlerin yoruyor
Ne kayboluyorum
Ne de kaçabiliyorum
Kararsızlığınım
Sevmekten korktuğum
Aşık oldun sonunda
Korkularım
Bana aitliği bitirme
Yağan yağmurun kaçağı
Dökülen kar beyazlığı
Çık saklandığın köşeden
Çok merak ediyor aşk seni
Saklanmayan seni
Aşkı bekletme
Van'dan
Muhsin Öztopçu
Van Kalesi meşhur haçort mehlesi
Maraş Caddesi eski araştırma hastanesi
Öbür tarafta Van Gölü Canavarı efsanesi
Van'dan size selam getirmişem
Karşıda Erek Dağı önünde Ak Köprü
Yayılır yaylarda koyunlar sürü sürü
Sevilmez mi şirin Van bunlardan ötürü
Van'dan size selam getirmişem
Özalp, Çaldıran, Muradiye, Yeşil Erciş
Acep oralarda yaşamış nice ermiş
Bilir misin kimler gelmiş kimler geçmiş
Van'dan size selam getirmişem
Şamran Edremit'e Van'a doğru akar
Aktıkça yüreğimizi kor gibi yakar
Van'ın taşı toprağı hasret kokar
Van'dan size selam getirmişem
Ela yeşil gözlü Van kedisi
Baldan tatlı kardan beyazdır kendisi
Dünya malına bedeldir her birisi
Van'dan size selam getirmişem
Muradiye Şelalesi ne güzel çağlar
Gurbet ellerde bacı gardaş ağlar
Bu hasrete dayanmaz ne hasta ne sağlar
Van'dan size selam getirmişem
Ferit Melen Havaalanı yanında Van Gölü
Bu diyarlardan geçiyor tarihi İpek Yolu
Van tarih kokuyor ne güzeldir Anadolu
Van'dan size selam getirmişem
Çınar Ağacı
İshak Polat
Başın göklerde dallarınla bir büyüksün
Sen görkemli Selvi boylu bir ağaçsın
Dallarındaki yapraklarla bir ağaçsın
Gönlümün büyüsü çınar AĞACI
Gölgenle çoğu canlılara çadır olmuşsun
Sallandıkça âşıklar gibi türkü söylersin
Dibinde akan sularla koro tutarsın
Gönlümün büyüsü çınar AĞACI
Dibinde toplanmış martılar, keklikler
Dallarında kuşlar ve bülbüller
Seni gördükçe şarkılar söylerler
Gönlümün büyüsü çınar AĞACI
Sana baktıkça Yaradan'ı düşünürüm
Etrafında dolaştıkça hülyalara dalarım
Kalbimin içindeki sıkıntıları atarım
Gönlümün büyüsü çınar AĞACI