MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Binbir Rengin Adıdır İnsan
Şerife Teber
Bir uzanır dağların, okyanusların yemyeşil ya da kupkuru yolların ardından. Gelip konuverir omuzlarına tutuverir ellerini sımsıkı. Bir bakarsın aynı ten renginde değildir belki ama sende uyandırdığı his vicdan, merhamet aynıdır. Kırık bakışları hep aynıdır. Oturduğun kaldırım taşlarına bir bakış atar ve çöker dizlerinin üzerine bir şarkı söyler içini biran bir huzur kaplar ama anlayamazsın ne dediğini sözlerinin dili farklıdır ama bu senin ahenge kapılıp güzellikler hmeyeceğin anlamını taşımaz.
Yeryüzüne rengârenk binlerce çiçek açılır ve bu renklere baktığımızda ayrı bir mutluluk, huzur ve neşe uyandırır bizde dünyadaki bütün dillerde, dinlerde, mezheplerde, ırklarda, kültürlerde biz insanoğluna bu duyguları katmalıdır. Düşünseniz de dünyamızda sadece bir rengin, bir ırkın, bir dilin, bir dinin yada bir tek kültürün olduğunu ne kadar sıradan renksiz ve sıkıcı bir yaşantımız olurdu.
Bazı mükemmel yaratılmış nimetler vardır. Bunlar her bir topluma ayrı ayrı verilmiş farklılıklardır ve bütün bu farklılıklara sahip olmalarıdır. Yeryüzünde nice güzellikler vardır; bir Türk'ün, bir Kürt'ün ve nice farklı ırkların aynı havayı soluması aynı toprağı paylaşması aynı ekmeği bölüşüp tatması aynı çatı altında barınması... Bütün bu değerleri en üst safhada tutmak bütün renklere saygı duymak ve olağan içtenliğimizle birbirimizi kucaklamak belki de dünyadaki bize bahşedilmiş en güzel nimetlerdir bunları oturup düşünmemiz idrak etmemiz bile bir güzelliktir.
Kardeşlik diye bir kavram var hiç görmediğin tanımadığın belki de varlığından bile habersiz olduğun öte diyarlardaki insanlar için yaratılmış ve bu anlama bürünmüş içi sevgiyle doldurulmuş anlatılması zor yaşanılması gerekli olan bir duygudur insanda. Ten renklerimiz aynı olmayabilir ama herhangi bir yerde yaşanılan acıya sergilediğimiz bütün gözyaşlarımız aynı musluktan akar, sel olur akar aynı yüreklere. Dünyada asla acının yada mutluluğun adı, dili, dini, mezhebi ayrı olamaz. Acı ve mutluluk bütün insanlarda aynı tasarımı çizer aynı duyguyu ve aynı hissi uyandırır.
Bütün eller birleşmelidir, bütün sevinçlerimiz ve üzüntülerimiz bir arada paylaşılmalıdır, yediğimiz bir lokma ekmek bile bölüştürülüp her diyarın insanına ulaştırılmalıdır ve insanlar sonradan edindikleri kimlikleri için değil insan oldukları için değer görmeli ve gösterilmelidir. Hayat kısa ver elini yeniden yeşersin bütün kurumuş fidanlarımızın dalları, toprağımdaki çalışkan karınca koşuşturup dursun, kelebekler bir günlük özgürlükleriyle renk katsın dünyaya ve bulutlarım umut yağmurları olup yağsın yüreğine ve gökyüzünde süzülen kuşların tüm heybetiyle selamlasın bütün yaratılan renkleri.
Muhteşemin Bir Tık Ötesi; Van
Mustafa Ayyürek
Bir şehir ile ilgili ilk ne anlatılabilinir ki? Tarihi dokusu ve kültürü mü? İnsan yaşantıları ve insanlarının beklentileri mi? Coğrafi konumu ve dünyadaki kendisine has, benzersiz özellikleri mi? Ya da bunların hepsi mi? Eğer bahsedeceğimiz şehrin yedi bin yıllık bir geçmişi varsa anlatacağımız çok şey var demektir. Ne kadar anlatırsak anlatalım tüm yaşanmışlıkları gün yüzüne çıkaramayacağız… İşte bu ihtimallere rağmen biz bu müstesna şehre belki de farklı noktalardan gelgitlerle bir göz atacağız.
Bahsi geçen şehir; 120 kahramanı ile Kurtuluş Savaşı'nda destan yazmıştır. Yok olmaya yüz tutmuş tarihi tekrar diriltmenin adı olmuştur onlar…Bir zamanlar fokur fokur kaynayan hatlarıyla, durup dinlenmeksizin zamanı kendisine esir almış yönüyle, sevgiyle, nefretle, dostluk ve düşmanlıkla;aniden sinirlenen insanıyla, yumuşak huylu fakat uysal olmayan ferdiyle, bir baştan bir başa uzanan sarp yokuşları ve dağlarıyla, fethetmek için yanıp tutuşan yiğitleriyle ve şarkılara konu olmuş Ercişli Emrah'ın gönlünü esir alan Selvihan aşkıyla anılan yerdir burası.
Saklı olmayan fakat herkesin ulaşamayacağı bir hazinedir orası. "Şurası en sarp yeridir ve şurası da zirvesi" diye anlatılacak bir yer. Yedi bin yıllık geçmiş ona en az yedi bin yıllık gelecek vadediyor. Bu da onu ileride yüz kırk asır yaşamış bir çınar yapacaktır. Dibine gölgelik için konan her türlü canlı için eşsiz bir yer olma özelliğini koruması yönü ile… Orası için "Muazzama ramak kala muhteşemleşen şehir" desek hiç de yanılmayız.
Urartular'a başkentlik yapmış yerdir bu şehir. Büyük İskender'in, doğuya açıldığında aşmak zorunda kaldığı ve daha sonrasında ise farklı devlet ve beyliklere uğrak yeri olmuş, doğası ve mevsimleri açısından yaşamaya elverişli bir yer ( Kış aylarında biraz sıkıntılar olabilir). Tıpkı benim gibi siz de nereden bahsedildiğini biliyorsunuz. Burası VAN.. "Doğunun İncisi" ve Güneşin battığı yere açılan doğu kapısı. Eski adı Tuşba (Urartu'ca)… Uzun yıllar Bizans, Selçuklu ve Devleti Aliye hâkimiyetinde kalmış ve şimdinin Türkiye'sinin İran sınırı.
Hatırlandığı zaman ise şimdilerde akla gelen ilk üç öğe sırasıyla; Gölü(Vanlılar göl demez 'Deniz' der), Kedisi (renkli gözleri ile bir istisna) ve tabiî ki Kahvaltısı (Rekor sahibi). Yani su, canlı ve ihtiyaç üçlemesi artı Meşhur Van Gölü Canavarı. Van Gölü Canavarı bir efsane mi? Yoksa turist çekmek için anlatılan bir hikâye mi? Veyahut gördüm diyenlerin gerçekten gördüğü bir şey mi? Konu hakkında net bir berraklık yok. Fakat her ne olursa olsun şu kesin ki her yerde olduğu gibi "Doğunun İncisi"nde de yaşam emareleri olduğu sürece bir canavarın yaşamış olduğuna dair söylencelerin olması çok doğal bir gerçekliktir.
Tarihi dokusunun yanında Vanlılar tarafından kendilerine has esprileri ile yaşanmışlıkların hikâyelere konu olması, olamaya devam etmesi ve edecek olması burayı eşsiz bir şehir kılar, tıpkı senin şehrinde olduğu gibi. İnsanının bir zamanlar çoğunun kırsal kesiminde yaşadığı, toprağını alın terleri ile suya doyurduğu bir yer. Kışları uzun ve çetin geçer, buna rağmen tıpkı Van Balığının bir istisna olarak sodalı gölde dahi yaşamayı başardığı gibi Van insanı da çetin kış şartlarına rağmen, burada hayatını devam ettirir. Devam ettirir çünkü topraklarına sımsıkı bağlanmış insan hikâyesi vardır burada. Tarihin eskitemediği, eskitemeyeceği de aşikârdır. Vanlıdır, Şanlıdır tıpkı dili gibi kalemi de sözü heyecanlıdır…
Van, kendisine has felsefesi ile ayakta kalmayı başarmış yekpare bir şehirdir. Rakımı 1727 metrededir, gölü (denizi) bilinir, rakımı 1646 metredir. Ama buna rağmen donmaz, buz tutmaz kış aylarında çünkü Van'ın bir felsefesi de gölü her daim diri tutmaktır. Hayat ile bağları kopmamış, bir küsur milyon insan yaşar topraklarında. Akan bir şelalesi vardır karada, yüzen dört adası vardır suda. Dört adasından biri Ah Tamara….Şimdi ise Akdamar.
Gevaş'ta başladı
Sana olan sevdam
Yaksalar da beni
Ben asla durmam.
Hatıran diridir
Koynumda sevdan
Kesseler de beni,
İlle de Van
İlle de Van.
Dediler ki;
Dünya da Van, ahirette iman
Sökemezler seni kalbimden
Anılarımdasın her an
Can ile bütünleştik
Sevdan bir umman
Aşsız yaşarım ben
Ölsem de Van
Dirilsem de Van..
Bazen...
Fuat Oskay
Bazen yürüdüğün yollar, aldığın derin nefesler, çiseleyen yağmurlar, teninde gezinen serin rüzgârlar içini açmaz senin…
Denize haykırsan kaybolur, dağlara söylersen sana döner, sende yankılanır sesin. İçinde kartopu gibi birikenler yine içinde kalır. Tam da o anda bir kum torbası gibi gövdenin üstünde hantalca sallanan başını alıp karşısına geçerek bir sağ bir sol kroşeden yumruklayasın gelir.
Ertelemek en eski hastalıklarımızdandır bizim. Zaman, altımıza verilmiş soluklanan ve dinlenebilen bir at değildir oysa. Bir rüzgâr gibi sonsuz ufukta akar gider. Ama sevimli bir kuş gibi avucumuza da konar zaman. Konduğunda usulca sevmek lazım bir an önce avuçlarımızdan uçmadan.
Hayat yaşandıkça yazılır; yazıldıkça yaşanır. Gözlerin kalemindir senin, gördüklerinse mürekkebin. Suyun üzerine yazarsın, buğulanan cama, bazen yere, bazen sahilde uzanıp sarındığın ince kuma.
Kalemin ucunda yitirilmiş harfsindir bazen, hiçbir lügatta adın geçmez. Bazen yarım bırakılmış bir cümlesindir, tamamlamaya kimsenin gücü yetmez. Her biri ayrı yöne açılan çok kapılı bir labirenttir hayat. Hangi kapıdan girdiğin bilinmez. Bazen yolun sonu görünür lakin yolculuğa nereden başladığın kestirilmez.
Çizginin dışına çık bir kere, yolunu şaşırmaya gör, bazen hiçbir ütü karışıklıklarını düzeltmez. Önündesin rüzgârın bazen arkasında. Tutunmuşsun umuda, bazen uçurumun yamacında. Bir deli kazandır bazen içinde kaynayan. Gözlerine yansıyanı görürler de bulunmaz bir seni anlayan.
Bazen dökülür, savrulur, kırılırsın. Bazen içini saran kalabalıkların içinde yalnızca kendinle kalırsın. Bazen paldır küldür yıkılır bulutlar. Titrersin iliklerine kadar, ıslanırsın. Bazen bir yılkı atın yelesine tutunup gökkuşağının üstünden atladın sanırsın.
Bazen rüyalarının gerçek olmasını istersin; bazen gerçeklerinin rüya olmasını.
Sırsın bazen, kaç yüz yıllık asır içinde bir asır. Denizler yüreğinden sökülür bazen, bütün ırmaklar içindeki denize dökülür.
Özüme İsyanım
Hasan Ortakaya
Bir dilberin ağına düşmişem
Hiç dönmiyirem sözümden
Halım galmıyip isyana
Men küsmişem özümden
Günah mercan gibidir
Çeker meni derine
Dalgalar çırpa çırpa
Vurur meni gözümden
Hiç dillenmedim nefsime
Apardiharya meni
Tutup kulağıni çekende
Kızartdi meni yüzümden
İnsan keşmekeşin peşinde
Kitap yazar yüzünden
Tek kaldıği zamanlar
Yırtar meni cüzümden
Hasan figan eyleme
Dön gel sözün özüne
Bin feryadım olsa da
Duymaz meni sözümden.
Naif Yağmur
Abdurrahman Adıyan
O naif bakışlarına
Irmaklar çoğalıyor gözlerimde
Yüreğimden peşrev semaîler geçiyor
Düşüyorum ardın sıra mısralara
Çoğalıp duruyorum yoksunluğunla
Sevgili, gelmeyecek misin hâlâ
Yılların hasret tozunu
Muhabbet nefesinle üflemeyecek misin?
Beni böyle gönül içre nakıs mı bırakacaksın
Yıllardır sana akan şu göz sebilhanemde
Gönlünü yıkamayacak mısın?
Zülfünü tarayıp bengisudan içmeyecek misin?
Şu aşkı müptelâya, şu sebilhaneye
Bir naif bakış, hani bir naif bakış
Göz hakkı için bırakmayacak mısın?
Har aşkına gelmeyecek misin?
Ey naif yüreklim
Bir küskünlük durağında mı ?
Aşkı kaçırdığım bir tren istasyonunda mı?
Uğurladım seni kapkara saçlarımla
Siyah ve gür saçlarım mehtaplı gecelerde
Yıldızlarla sarmaş dolaş şimdi
Yüreğimse hâlâ kara sevdanın istasyonunda
Treni kaçırmış âşığa gelmeyecek misin hâlâ
Yıldızlardan ihram kuşanıp
Aşkın vakfe dağına çıkmayacak mısın?
Ya aşkla esip duran şu sahra vadime
Soluklanmaya gelmeyecek misin?
Ben bir çöl çiçeğiyim
Gel de yüreğime naif yağmur ol.
Sevgili,
Uzak ve yakın diyarlardan
Sevda sözcükleri devşirdim
Aşk iksiri damıttım kalbime
Senden gayrı kime aksın yüreğim
Kime şakısın bu deryadilim
Bülbül yutmuş dil, ben mi olayım şimdi
Kavil aşkına gelmeyecek misin hâlâ
Söylenin ey âşıklar!
Şafakla ötüp durmasın şu azrail kuşu
Aşk göğünde her gün ipil ipil ölen benim
Ey mehtabımın sitare'si!
Aşkı mevtaya gelmeyecek misin?
Ben bir çöl çiçeğiyim
Gel de yüreğime naif yağmur ol.
Bakmadan Geçme





