- Haberler
- MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Zekâya Saygı Ey İnsanoğlu
Şerife Teber
Yaradan bütün varlıkları mükemmel yaratmıştır. Ama insanoğluna akıl vererek onu ayrı bir güzel yaratmıştır. Bazı çok özel özellikler bahşedilmiştir insana. Meselâ her bir insanın farklı farklı yeteneklere sahip olması aslında sahip olduğu farklı zekâ türüne dayanmaktadır.
Dünyada, bir ülkede, bir şehirde, bir ilçede, bir köyde ya da bir ailede; bir öğretmen, doktor, mühendis, avukat, polis, müzisyen, berber..Aklınıza gelebilecek her türlü mesleği size seçtiren sahip olduğunuz farklı zekâ türlerinin bir sonucudur. Bir baba, bir anne veya ailenin herhangi bir ferdi, o insanın hangi zekâ türüne sahip olduğunu bilmeden kalkıp bunu ondan isteme lüksünü kendinde bulabiliyor.
Hepimiz ideal bir dünya hayal ederiz veya içinde yaşadığımız toplumun bireylerinin ideal olmalarını isteriz ama onun neyi istediğini sormadan bir şeyleri sırf ekonomik olarak düşünerek farklı zekâ türlerine ve bunun sonucunda farklı yetenekteki insanları görmezden gelip ne yazık ki gerekli saygıyı gösteremiyoruz ve buna bağlı olarak ideal bir hayatta dilememiz bizim için pek doğru olmaz.
Zekâ türlerine biraz değinirsek farklılıkları gösterebileceğiz umuyorum. Uzamsal zekâya sahip bir insan, aslında görsellikle ilgili algıları daha çok öne çıkarır. Görsellik, hem görmeyle hem de zihin gözü denilen zihinde canlandırma ile ilgilidir. Zihinsel anlamda ilk gelişim alanlarından biridir. Çünkü insan doğduğu andan itibaren (görme engeli değilse tabi ) görme yetisini kullanabilmektedir.
Kinestetik zekâ türüne bakacak olursak; beyin beden koordinasyonuyla ilgili ve aslında bedensel kinestetik olarak adlandırılan bir zekâ türüdür. Bu tür zekâya sahip kişiler jest ve mimiklerini adeta ustalıkla kullanırlar. Bu sayede bu kişiler duygu ve düşüncelerini anlatma konusunda başarılıdırlar.
Bir başka zekâ türü müziksel zekâ; bu güzel zekâmız ise doğadaki seslere ve müziğe karşı duyarlılığın yüksek olmasıyla ilgili bir zekâ türüdür. Bu zekâya sahip kişiler hiç eğitim almadan bir enstrüman çalabiliyorlar.
Ve genelde yaygın olan zekâ türlerinden biri sözel zekâ; daha çok dil becerileriyle ilgili olan bir zekâ türüdür. Bu zekâya sahip kişilerin hitap, sözlü- yazılı sonum konusundaki yetenekleri belirgindir. Yazarlar, şairler, hatipler... Bu zekâ türüne sahiptirler.
İçsel zekâ türü; kişinin kendini iyi tanıma ve bunu faydaya dönüştürebilme becerisiyle ilgilidir. Kendi davranışlarını sosyal etkileyiciler ile birleştirip yorumlama konusunda başarılıdırlar.
Sosyal zekâ türüne bakacak olursak; bireysel veya toplumsal davranışları iyi analiz etme, iyi iletişim kurma becerisine sahip kişilerde bulunan bir zekâ türüdür. Bu zekâya sahip kişiler geniş bir çevre, sevilen kişi olma, kabul edilme gibi avantajlara sahiptirler.
Şimdi ise başka yaygın olan ikinci bir zekâ türüne bakalım ve aslında herkesin sahip olmak istediği ve günümüzde bu zekâ sonucu iyi bir yaşam süren ve sırf belki de bu yüzden illâ istenilen ama bütün insanlarda olmayan bir zekâ türümüz matematiksel zekâ, sayı ve sembolleri iyi kullanabilme, soyut kavramlar türetme ve mantık yürütebilme becerileriyle ilgilidir. Bu kişiler analitik düşünebilme konusunda çok daha ciddi becerilere sahip olabilmektedirler.
Doğasal zekâ; doğayı büsbütün yorumlama becerileriyle ilgili bir zekâ türüdür. Bu kişiler doğayı ve doğadaki canlıları inceleyip çıkarımlar elde etme konusunda başarılıdırlar. Bütün bunlara baktıktan sonra aslında ne kadar büyük bir nimete sahip olduğumuzu görmekteyiz.
Hayatta en mükemmel varlığın böyle donatılmış ve her türden sahip olduğu zekâya hayran kalmamak elde değil. Bazı insanlar birçoğuna bazıları birkaç tanesine bazıları ise birine sahiptir ve bu da bizim ideal hayallerimize ve istediğimiz yaşama ulaşabilme ve bu yollarla başarılı olacağımıza bunun için de mutlu olmamıza olanak sağlayan bu tür zekâlara sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
Her insan mükemmeldir ve her zekâ türü de muazzam bir şekilde donatılmıştır. Bu yüzden hangi zekâ türüne sahipsen o zekâ türünle her zaman gurur duy ve şükret çünkü sana muhteşem bir nimet bahşedilmiştir.
Her Seçim Bir İç Vazgeçiştir
Eren Yücedağ
Her seçim bir iç vazgeçişti aslına. Zamanla verdiğim kararların tümünden doğabilecek olumsuzluklar umurumda bile değildi, bir taraf seçmek zordu benim için, hani olur ya küçük bir çocuğun elindeki iki oyuncağı da bir başkasıyla paylaşmama isteği, işte tıpkı çocuklar gibiydim, vazgeçemez oldum. Verdiğim kararlardan neyin doğru neyin yanlış olduğunu hissedemez olmuştum.
Artık bir çıkmaza girmiştim, verdiğim tüm kararların oluşturduğu sonuçlar hayatımı etkilemekle kalmıyor, gittikçe daha ağır yükler yükleniyor üzerime ve hayatı tek elle tutmaya çalışmaktan yoruluyordum. Kaybettiklerim kazandıklarımı o kadar çok aşmış ki hissizleşmekten korkuyordum.
İnsanlar neden düşünmeden bütün hayatını etkileyecek kadar büyük hatalar yaparlar, bu genelde âşık olurken daha fazla olur. Tutkulu ve büyük aşkları öylesine tutkulu ve unutulmaz kılan yapılan hataların ve açılan yaraların derinliğinden midir?
Hiç kapanmayacak yaralar açmaya koşar adım, seve seve giderken, yaraları kapatmaya gelirken neden hep bir kenara çekilir acılarımızı sanki zevk alırcasına sever oluruz? Yaşadığımız aşklar hayatlarımızı değiştiriyor, değişen hayatlarda yaptığımız hataları çoğaltıyordu. Aşklar olmasa, hatalar yapılmasa kim bilir nasıl yaşanırdı hayatlar.
Beynimde bir şeylerin yanlış yapıldığının farkındaydım ama kendime hâkim olamıyordum. O kadar çok kaybetmişim ki hayatın beden aldıklarının yerine koymak için o kadar çok yıpratmışım ki kendimi kaybolan benliğimin farkına bile varamamışım.
Her güvensizliğin ardından kolayca kapar olmuşum yüreğimin sürgülerini, aldığım nefesin, attığım adımın hesabını sorar oluşum, değer verdiğim, değer bildiğim güzel şeyleri kaybettiğimden bu yana kendimi tanıyamaz olmuşum...
Başkalarına yetmeye çalışmaktan, başkalarını mutlu etmeye ve kırmamaya çalışmaktan kendimi değersizleştirir olmuşum. Yaşadığım süre boyunca hep merhametimin, iyiliğimin, saflığımın arkasında yürümüşüm. Kimseden bir şey beklemeden hep vermek olmuş amacım. Doğrunun bu olduğun sanmışım, yaşadığım yaşamadığım her şeyi içime atar olmuşum, benim onlara en iyisini yaşatmam gerektiğini düşünmüşüm.
Eğer olur da bir gün benimde bir şeyler istemeye yüzüm olsun diyerek, aslında güçlü olmak değildi amacım ama olmak zorundaydım yoksa bu kadar çetrefilli bir hayatla nasıl başa çıkabilirdim. Hayat, iyi insanların başına kötü şeyler, kötü insanların başına iyi şeyler getirirmiş geç fark ettim. Hiç kimsenin beni anlamadığını bildiğim halde bunu bana sunulan bir görev olarak görmüşüm. Görevimin herkesi mutlu etmek olduğunu sanmışım, karşılıksız ve sebepsiz...
Çünkü vicdanımı o zaman rahat ettirebilirdim. Ancak başkalarının da bana karşı görevleri olduğunu umursamamışım, karşımdakilerin eksikliklerini tamamlayayım derken bana karşı yapılan yanlışlarını göremez olmuşum, karşıdakilerin bana ne kattığına ve ne aldığıma bakmadan hep vermişim. Bana ben olma hissini nasıl da unutturmuşlar, gerçeği gören gözlerime, htiğim olumsuzluklara yanlışlara karşı haykırmak yerine içten içe sus demişim, herkes mutlu olsun huzurlu olsun diye kendimi paramparça etmişim.
Başkalarını dinlediğim kadar kendimi dinlememişim, kendime karşı tek bir iyi duygu bırakmamışım. Ön yargıların en büyük aktörü olmuşum. İnsanlar beni nasıl görmek istemişlerse, o şeklin içine rahatlıkla sokmuşlar. Hâlbuki insan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir, asıl görmesi gerekeni gözler göremez, bilememişler.
Tam toparladım diyorum kendimi, tamam düz yoldasın ilerle diyorum kendime, sonra bir bakıyorum bir anda değmiş insanlar, bir haberle her şey yok oluyor, her şey bitiyor, bir anda geriye sonsuz bir sessizlik ve çaresizlik kalıyor...
En büyük sorunumuz üzülmeye, üzerine düşünmeye bile değmeyecek insanlara kalbimizin değmesidir. En büyük dostumuz gölgemizdir deriz bazen ama bilmeyiz ki o bile mecburiyetten yanımızdadır. Zordur insanoğlu, anlaşılmazdır. İnsanları anlamak kadar zor başka bir his yoktur. Zordur insanoğlu, dostunuzun, sevdiğinizin üzüntüsüne eşlik etmek kolaydır ancak onların başarısını kutlamak cesaret ve erdem ister. Biz ne zaman bu kadar duygusuz, hissiz ve bencil olduk bilmiyorum.
İnsanlar kendi çıkarları uğruna herkesi ve her şeyi feda etmeye hazır bir halde tetikte öylece bekler durur, izahı yoktur bazen, bazen en anlamsız şeyde bile varabiliyor insan ulaşmak istediği sonuca. Zordur yaşam, ayakta durmak kolay ama erdemli yaşamak biraz cesaret ister. İnsanlar kötü, insanlar yalan, insanlar sahte ve kimse kimsenin mutluluğunu takdir edecek erdemde değil artık.
Hayatımızı bulunduğumuz ana göre değerlendirerek en büyük hatayı yapıyoruz. Bulunduğumuz o an mutluysak bundan sonra her şey o derece güzel ve iyi geçecek gibi düşünürüz ancak bir felaket geldiğinde başımıza bizde hiç şans olmadığından dem vurur dururuz. Bu işte bir yanlışlık olmalı, yaptığımız her işin, başladığımız her girişin bir sonu olduğuna önce kendimizi alıştırmalıyız.
İnsanların başına her zaman iyi şeyler gelecek değil ya. Bazen Allah bizlere dert verir ve bizi bu dertlerle sınar, vereceğimiz tepkilere, ya da şükürlerimize göre vereceklerini belirler, her zaman mutlu olmaz insan, her zaman iyi geçmez günler, geçseydi değeri kalmazdı yaşamın ve o zaman hiç bir şeyden tat alamazdık.
Öğrenilmesi gerek tüm insanların dürüst ve güvenilir olmadığının, her alçağa karşı bir kahraman, her düşmana karşı bir dost olduğunun. Her hatanın, her hile den daha şerefli olduğunu bilmek gerek ve yanlış olsa bile kendi fikirlerimize güvenebilmemiz gerektiğini öğrenmemiz gerek. Güvenip inandığımız, herkesin istisnasız bizi buna pişman edeceğini, beynimizin, zekâmızın satılabileceği ancak kalbimizin, ruhumuzun, yüreğimizin asla satılığa konulmaması gerektiğini öğrenmeliyiz.
Ancak bazen yoruluyorum...
Gerçekleri kendime kabul ettirmeye çalışırken, onu gizlerken ve sonra yüzleşirken, birilerinin de bana ihtiyacı olduğunu unutarak, kendim olduğumun farkına varmaya çalıştıkça, benim gibi nice nice insanlar olduğunu öğrendiğimden bu yana yorgunum. Derdim kimseyle değil, benim derdim içimdeki kendimle....
Daha sonra kendimi başıboş bir köşede bir çocuk gibi ağlarken görüyorum. Kalk diyorum, bir daha kimselere bu kadar içten olamayacaksın, kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceksin, kimseye kendine verdiğin değerden daha fazlasını vermeyeceksin, hayattan en çok kendine pay alacaksın, arta kalan olursa vereceksin dedim.
Çünkü her insan ölecek yaşta...
Van Gibi
Figen Çakan Oral
Van gibi sev beni
Ey yâr!
Bazen kalabalık
Bazen sessiz
Başkale gibi belâlı
Gevaş gibi güzel
Edremit gibi vazgeçilmez
Muradiye Şelâlesi gibi
Coşkulu
Yüreğin ve gözlerin
Kapalıolsun
Başkayürek ve gözlere
Bahçesaray yolları gibi
Erciş gibi yıkılsa da
Gönlümüz depremlerle
Yeniden inşa edelim
Seni sevgimizle
İskele Caddesi gibi
Uzun olsun ömrümüz
Hüznümüz
Yaz gibi kısa
Beşyol gibi hep bana
Çıksın yolların
Adımın yanına yakışsın
En çok senin adın
Erek Dağı gibi
Yüceolsun sevdamız
Kani Spi misali
Aksın delice
Çaldıran gibi
Soğuk ve uzak olma!
Sıcacık gülüşünle
Doğ sabahlarıma!
Otlu peynir gibi meselâ
Kahvaltında
Vazgeçilmezin olayım!
Çayın olayım ya da
İçmeye doyamadığın
Van Gölü gibi
Uçsuz bucaksız sev beni
Anlatması zor
Sevdası kor
Bu şehir gibi
Dalgalar gibi
Huzur versin sesin
Yanımda tükensin
Son nefesin
Gölün
Akdamar'ı kuşattığı gibi
Sen de sar beni
Ve yüreğim sadece
Senin olsun ey sevgili...
Yoruldum
Fatime Erci
Yenik düştüm
Gitmelere,
Sonu yoktu umudun
Tutunamadım hiçbirine
Dünya güzel yermiş
Daha çok öğrendim
Zaman geçerken,
Büyüdükçe
Hayallerim küçüldü
Yenik düştüm
Kendime
Çocukluğum, ah
Özlem yumağı
Yaşayamadığım,
Yenildim, kaldım
Korkularıma
Sensizliğe
Yoruldum
Savruldukça savruldum
Rüzgâra, borana
Şimdi, kendime
Bakıyor gibiyim
Gözlerinle
Yüzüm düştü
İnancımı kaybettim
Bilmez miyim?
Artık ne sen varsın
Ne o eski hatıralar
Yenik düştüm
Kendime…
Düşlerime…
Sensizliğe…
Tuşba Dediler
Ruken Kutluk
Denize küs mısralar
Topladım,
Koynumda
Tamara'dan bir tutam gülüş
Kayboldum!
Bir gezgin günlüğünde
Üşüdüm içten içe
Revan rüzgârlarında...
Zamanın derinliğinde
Kaç kavim kaldı?
Kaç serdar, kaç Nemrut
Yitip gittiler iz bırakmadan
Artlarında
yıkık saraylar kaldı
Sonra inzivaya çekildi
Sabır ehli
Horhor duvarları ağlamaklı
Ses etsen döker içini
Bediüzaman kokar
Her taşı,
Yetim kaldı artık
Erek Vadisi
Evlatlar büyüttüm içimde
Bahre Van dediler kızıma,
Oğluma Süphan
Tuşba dediler yalnızlığıma
Bin yıllık sancılarıma
Bir isim bulamadılar.
Bakmadan Geçme





