MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Müftüler Sana Fetva Verseler De, Sen Yine Kalbine Danış!

Hasan Ortakaya

Hepimiz her zaman korku, tereddüt, heyecan ve endişelerimizle baş başa kalırız. Bazen cevapsız sorularla geçiririz günlerimizi. Anlamını bilmediğimiz soru ve cevaplara istediğimiz boyuta girmeleri için gönlümüzden geçtiğince yön veririz.

İnsanın tabiatında vardır yaptığı işlerin kendini tatmin etmesi. Yapmayı şart gördüğümüz birçok işimizi, sadece yapmış olmak için yaparız. Ancak vicdanları bile rahatsız eden vicdan bazen mahkeme kurup yargılar bizi. Yaptığımız iyiliklerde vicdan mahkemelerinden korkmayız, biliriz ki, hâkim bizdendir.

Ancak kötülükler mahkemesinde hâkim bizden değildir. Bu yolda kazanamadıklarımıza karşılık vereceğimiz bedeller aklımızı kurcalar durur. Aklın yolu birdir, ancak herkeste aynı idrak yoktur. Doğru birdir, ancak her doğru herkese göre doğru değildir. Nitekim kültür ve anlayış farklılıkları doğruları ve yanlışları etkisi altına almaktadır. Doğruların ve yanlışların tartışılmazları; din ve vicdan süzgecinde yine tartışılmaz olarak kalırlar.

Adam öldürmek, hırsızlık yapmak, birilerine zarar vermek gibi şeyler her zaman her yer ve her toplumda kötüdür. Ancak mutlak arzularımızı da bir sebebe dayanarak yapmak isteriz. Zira dayandığımız sebepler gönlümüzü rahatlatır. Ya da yapacaklarımızdan dolayı olumsuz tepkilere düşmemek için bahaneler oluştururuz. Genel olarak hiçbir günah, günah olarak işlenmez. Bu yanlıştır ve bu yanlışı ben bilerek yapıyorum diyenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Her yanlışın mutlaka tutulur bir doğru(!) kulpu vardır. Hani, kedi kendi yavrusunu yemek istediğinde, önce onu fareye benzetirmiş ya. Hah öyle işte…

Yapacağımız kötü işlere ortaklar ararız, birileri bizimle bu eylemi yapınca vicdanımızın sesini bastırırız. Bizimle birlikte olanlar da bize güç kazandırır.

"Gönül raydan çıkmak isteyince makinisti bahane eder" misali duygu rotamızı değiştirdiğimizde hemen bir bahanenin arkasına sığınırız.

Canım çok istedi,

Herkes yapıyor,

Karşıma çıkmasaydı,

Ne yapayım onun hiç mi günahı yok?

Beni çok tahrik etti,

Gururuma dokundu,

Kendimi tutamadım,

Aklım başımdan gitti,

Kendime hâkim olamadım,

Şeytan kandırdı,

Gözüm döndü,

İstemeden oldu,

Arkadaş kurbanı oldum,

Hocalar böyle diyor,

Benim onlardan neyim eksik?

Bu işi yapan tek kişi ben değilim ki….. Gibi sözler kendimizi kandırdığımız bahanelerdir.

Bir mafya: "Bizim de işimiz bu, biz de bir sürü insana (ayakçı olarak kullandığı eşkıyalara!) iş sağlıyoruz."Bir fahişe: "Biz de ekmeğimizi bundan kazanıyoruz, çalmıyoruz ya"

Bir hırsız: "Zenginlerin fazla mallarını topluyoruz" diye sözüm ona fetva(!) üretirler. Evet, yapılan hatalarda fetva(!) çok, bahane çok, aynı işi yapanlar da çok. Ancak sebep ne olursa olsun sonuç değişmez.

Nefsin uydurduğu bahaneler her ne kadar geçerli sayılırsa sayılsın, insanın suçunu hafifletmez. Birçok mazeretli bahane, yaptığımız ve yapacağımız kötülüklerde bizi sözde haklı pozisyona getirebilir. Müftüler de fetvalarında yanılabilir. Kitaplar yanlış yazabilir. Bizi dinleyenler yanlış anlayabilir, bizler de dinlediklerimizi yanlış yorumlayabiliriz. Ancak kalbimiz asla yanılmaz. Eğer bir parça iman ve bir parça insanlık değerimiz kalmışsa mutlaka doğru itiraflarımız konuşmaya başlar.

Yaptığımız kötülüklerde eğer bir parça yüzümüz kızarıyor, utanıyor ve rahatsız oluyorsak demek ki hala iyi bir yanımız ve hala kurtuluş ümidimiz vardır. Kaybedecek bir şeyleri olanlar varlık sahibidirler. Eğer kaybedecek bir şey kalmamışsa eyvah ki eyvah! Tüm sermaye tükenmiştir.

 Kalbi olana ve kalbi duygulara değer verene güzel bir müjde: Her bir işte bahane, sebep ve fetva ne olursa olsun "Müftüler sana fetva verseler de sen yine kalbine danış."

Her kes sende yanılabilir ama sende yanılmayan cevher, seni yanıltmayan kılavuz kalbindir. O da sadece senindir.

 

 

Ey Kudüs!

Abdulstar Fırat

Biliyorum ağlıyorsun yine, Müslüman uyuyorken sen nasıl gülebilirsin ki. Bekliyor- sundur Ömer'i, Selahaddin Eyyubi'yi… Seni küffarın zulmünden kuşatan Abdülhamid'i de bekliyorsun.

Haykırdın ya sen ümmete ben Mekke-i Mükerremin kardeşiyim. O zemzemle ummam ben ise kan dolu bir tasım. Haykırdın ya gene ümmete Mekke Allah'ın haremi Fil vakasında korudu haremini. Medine Resulallah'ın haremi Hendek'te korudu onu. Ben hüzün dolu Kudüs, ümmetin haremi peki beni, hareminizi korumayacak mısınız?

Biz Selahaddin olamadık sen ağlıyorken gülmeyi yasaklamadık. Kendimize, hani diyor ya senin Fatihin Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim diye evet gülmedi sen gülmeden.

Özür diliyorum Kudüs biz düşmanımızı unuttuk kardeşlerimizle uğraştık, senin bahçende güller yeşerirken gülleler fırlatanları unuttuk. Özür diliyorum sizden ey oyun oynadığında öldüğünde ebe olmayı düşünürken şehit olan kardeşim, özür diliyorum ey çevresi mübarek kılınmış Mescidi Aksa.

Senin kalbin değil miydi göğe en yakın yer, senin kalbinde yükselmedi mi Miraca Resulallah. Şanlı Kudüs, o ağlama duvarını niye yaptılar ki, sen her gün ağlamıyor muydun zaten, sen dokunulmaz mahrem değil miydin niye dokunduruyor bu ümmet sana küffarın elini.

Ey hüzün dolu Kudüs, Allah resulü yemyeşil cennete giderken ayaklarının altına yol olan Kudüs, senin niye bugün gözyaşların kırmızı. Tanka karşı sapanla savaşmadın mı küçük ama yüreği büyük insanlar, yoksa bu onların kanımı döktüğün, onlar senin için can verdi diye mi ağlıyorsun. Ağlama senin için bir can değil binlerce can verilse bile ağlama benim hüzün dolu Kudüs`üm.

Bende isterdim elimde sapanla tanka taş atmayı, bende isterdim senin uğrunda can vermeyi, ben de isterdim seninle beraber kan dökmeyi.

Madem bir canım var, o da senin yolunda senin gül açmış bahçende senin fatihin olmayı. Seni gül diye can vermek Allah’tan tek dileğimdir.

 

 

Toprakta Filizlenir Hayat

Fuat Oskay

Ayaklarımızın toprakla temasının kesildiği andan itibaren yabancılaşmaya başladık doğal hayata.

 Kendisine yenik düştüğümüzün farkına bile varmadan zamanı büyük bir hızla tüketiyor ve bizi tembelliğe iten her şeyi terakki olarak addediyoruz. İçinde yaşadığımız zaman, sunmuş olduğu imkanlarla istediklerimizi  ayağımıza kadar getirmekte ve bizleri üretimin dışında kalan hazır bir hayata itmektedir..

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber gözlemleyemediğimiz zaman ve mekânlarda temel yaşam malzemelerimizin hazırlandığını görürüz. Büyük alışveriş merkezlerinde, marketlerde koli koli yumurtalar, etler; manavlarda sebze ve meyveler, fırınlarda ekmekler, konfeksiyonlarda giysiler.

Biz ise bunların sadece evlerimize taşınmasıyla meşgulüz.  Şehir hayatının keşmekeşinde hangimiz köy hayatını özlemekte ve samanlıkta tüneyen tavuğun yumurtasını gözlemekteyiz ki? Rüzgarın kokusunu içimize çektiğimiz yayla yollarını  unuttuk bile..

Buram buram hayat kokan dağlarda sürülerini otlatan çobanı hakir gördüğümüz bir devirdeyiz. Kaval sesine eşlik ederek çobanın ellerinde tuzlanmayan koyunun, kuzunun etinde lezzet mi olur? Bugün tarlada biçilen ekinde alın teri yok artık. Makinelerin soğuk dişleri arasında öğütülerek insanın kursağına bırakılan tüm ürünler damakta demir tadı vermekte; sindirilerek kanına karışan bu ürünler insanı makineler gibi idraksiz tüketen soğuk, hissiz ve ruhsuz bir varlığa dönüştürmektedir.

Yerden uzaklığı on bin fitle bulutların üstünde uçakla, denizde gemilerle ve karada otobüslerle, yüksek hızlı trenlerle topraktan uzaklaşıyoruz. Toprağın bizi bıraktığı yok; biz toprağı terk ediyoruz.

Oysa toprak, tevazuun kalbidir Mevlana'nın dilinde. Kurumayan merhamet pınarıdır. Anne şefkatiyle bizleri beslemeye devam ediyor biz onu terk etsek de. İnce uzun hayat yolunda Âşık Veysel'in nicelerine sarıldıktan sonra bulduğu sadık yâridir toprak.

Her iki dünyada da insanın gözünü doyuran tek gerçektir.  Toprak, hayatın ana malzemesi ve insan benliğinin ta kendisidir.

 

 

Doğu'nun İncisi

Şerife Teber

Van'ın esmer yüzlü çocukları

Tarih kokuyor sokakları

Gülücük saçarken bakışları

İçimi ısıtıyor kaçak çayları

 

Akar şırıl şırıl şelaleleri

Gölde dans eder inci kefalleri

Asırlardır dimdik duran kaleleri

Heybetiyle selâmlar mavi gökleri

 

Gölün içinde ada ve kilisesi

Yüreğimi yakar o acı hikâyesi

Bir karanlık ıssız gecesi

Tamara'nın ölümsüzleşip giden sevgisi

 

Erek dağında kartal yuvaları

Eteğinde toplanır uçkunları

Kışın oluşur bozul sarkıtları

Tırmandırır heyecan dolu maceracıları

 

Her bir milleti bir medeniyeti andırır

Savaşları, zaferleriyle destan yazdırır

Şarkılarını, türkülerini dillerde dolandırır

Parlaklığı ile güneşi bile kıskandırır

 

Gelip görmediysen gel hele

Şu mavi yeşil gözleri gör hele

Otlu peyniri, bal kaymağını tat hele

Sodalı suyunda cesaretinle yüz hele

 

Yemyeşil yaylara konan koçerler

Yıllara sarılır camii, kümbet, medreseler

İlmek ilmek dokunan rengarenk kilimler

Güzellikleriyle göz kamaştırır bütün ilçeler

 

 

Van'ım Ben

Mehmet Muhlis Şepik

Kaçak aşklar yaşarım

Sızarak ağıtlara

Ezgiye karışır türkü olurum

Ozanlarda feryadım sevda adına

Akdamar'dan kanat çırpan kırlangıç

Selvi (han) yar olurum

Boğulurum suda (Çoban Ali misali)

Düşerim yollara (Ercişli Emrah gibi)

 

Van kalesi zindanlarında

Prangaya vurulan hasretim

Güneşi umutla süsler alın yazım

Kızıl toprak burçaklarla bezenir

Dağ kırlarında toplanan otlar

Tandırda pişen ekmek

Otlu peynirden süzülen koku

Bitmeyen gurbetlik...

 

Van kedisinin gözlerinde bulurum

Yaradan'ın büyüklüğünü

Tarihin hüznüdür benim yüreğim

Surlara yakın Kaya Çelebi'den

Mimar Sinan'dan Kösev,

Nakış nakış işler ruhuma

Teselli eder yüreğimi

Muradiye şelalesi ile coşar

Peribacalarına konarım

Gider unuttuğum ayaklarım

Hoşap kalesine gün batımını izlerim

Van gölü süsler hayallerimi

Bir sevdanın koynunda bulurum kalbimi

 

Gün batımında

Kızıla bürünen Van Gölü

Van Balığının serin sularıyım

Ben nice örf, nice adet

Nice halkım

Ben ülkemin kalbiyim

Tarih kokan huzuru

Umudun yolcusuyum

Bakmadan Geçme