MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Van'da İpekyolu
Ercan Ulutaş
Tarihsel misyonunu bilenler bilir. İpekyolu ticaretinin güzergâhı, komşumuz İran üzerinden, ülkemize, oradan da Avrupa'ya kadar yüzyıllardır süregelmiştir.
Kervanların, Kervansarayların, hanların, hamamların eksik olmadığı tarihi İpekyol'unda sosyo-kültürel hayat olabildiği zenginliğiyle yaşanmıştır.
Tarih boyunca başta ticaret erbapları olmak üzere, tarihe meraklı olan yerli ve yabancı turistlerin dahi İpekyol'unda bir hatırası vardır.
Osmanlılar zamanında bile Van' a bağlı olan İpekyolu'nda, Türkler, Kürtler ve Ermeniler birlikte yaşamışlardır. Ancak Türklerin büyük çoğunluğu 1915 olayları sonrası, bölgedeki diğer illere göç etmek zorunda kalmışlardır.
Eski Van Şehri ve Van Kalesi'nin içinde olduğu İpekyolu, bugün devasa bir ilçe konumuna gelmiş bulunmaktadır.
Üstat Bediüzzaman hazretlerinin de ömrünün bir bölümünü geçirdiği İpekyolu güzergâhı, manevi yönüyle de diğer yerlere nazaran daha huzurludur.
Yaklaşık 300 bin kişinin yaşadığı İpekyolu ilçesi, Van'ın nüfus bakımdan da en büyük ilçesidir. Erek Dağı'nın eteklerinde konuşlanan özellikle Van' da yaşayanların kahir ekserisininoluşturduğu İpekyolu ilçesi, halen ticaretin merkezi konumundadır.
Van Gölü' ne kuşbakışı bir konumda yer alan İpekyolu'nda nice değerler, nice güzellikler saklı.Urartuların tarihi sulama kanallarından tutun da, Filamingolara kadar, Van Kalesinden tutun, Van Evlerine varana dek aradığınız tarihi ve turistik pek çok güzellikleri İpekyolu ilçesinde bulmanız mümkün.
Ne demiş atalarımız!
Ya bir yol bulun,
Ya bir yol açın,
Ya da yoldan çekilin...
Biz tercihimizi yaptık!
Zamanımızın büyük kısmını geçirdiğimiz İpekyolu' nu kendimize yol eyledik; Ya siz de gelin, ya siz de gelin!
Şair-Yazar Müştehir Karakaya ile sohbet
Özer İntibay
Özer İntibay: Sizce şiir nedir?
Müştehir KARAKAYA: Şiir özel bir şeydir. Yetenek ister, cevher ister, Allah vergisi, ilham ister. Bizden öncekiler hep; en az kelimeyle çok şey ifade edebilme sanatıdır, demişler. Ancak herkese, her kesime, her şaire ve her okuyana göre değişir şiir. Tam bir tanımı yoktur, aşk gibi. Şiir, şudur ya da budur denilemez....
Ö.İ.: Neden yazılır ya da neden şiir yazıyorsunuz?
M.K.: Nedeni yok, bir yere varmak için yok, kariyer yapmak için yok, para kazanmak için yok...yok da yok... Şiir insana bir statü kazandırmıyor maalesef. Alıcı değil hep kendinden verici. Normallik değil, anormallik çünkü. Şairler içinde deli sayılmazsanız da, toplum nezdinde siz delisiniz, sağlıklı değilsiniz, çünkü şair olmak bir üst kimlik gibi bir şeydir, boş insanların işi diye tanımlanır haksız olarak. Ben bunun için yazıyorum diyen hiç kimseye rast gelmedim. Gerçek şairler diyorum tabi. Yoksa sevgilisi için, ailesi için, iş yeri için, güzelliği için, parası için yazıyorum diyen varsa da, onlar da niçin yazdıklarını bilmezler. Bazen gelip geçici duyguları şiir diye tanımlayanlar var, onlar da tükenip giderler zamanın gaddar dişlileri arasında.
Ö.İ.: Şiir yazarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Örneğin, acılı şiirler yazarken hüzünlenip, biraz daha neşeli şiirler yazarken nasıl oluyorsunuz?
M.K.: Ben çok agresif oluyorum, kafam karışıyor, hüzünlenirim. Konuşma isteğimi kaybederim. Yolda, arabada, dağda, ovada, denizde, kırda, gece uykuda, nerede, nasıl geleceğini bilmem şiir yazma isteğim veya içimdeki patlamaya hazır bomba, volkan. Masa başına geçip dur şunu yazayım, bir şiire başlayayım dediğim hemen hemen hiç olmamıştır, yazamam da zaten. Edebiyatçılar buna, bir annenin doğurması gibi derler... Neşeli şiirlerle acılı şiirler arasında bir fark yoktur benim için. Onun için biz genelde şiir yazarız demeyiz de, şiir söyleriz, deriz...
Ö.İ.: Duygulu ve duyarlı insanların sanat, şiir ve müzikle yakından ilgili olduğu söylentileri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
M.K.: Doğrudur. Evet, bir vergi işidir, kendisiyle birlikte gelen bir hava, cevher, töz olması gerekir. Duygu birikimi, duyarlı, hisli, hüzünlü, farklı bakan ve farkındalığı fark olarak benimsemek isteyen insanların işidir. Biraz da mürekkep yalamak icap ediyor tabi. Ben hep söylerim. Üç önemli madde üzerine kuruludur şiir ve sanat: Birincisi, töz, cevher, yetenek, ilham dediğimiz şey olması gerekir, bu sanatın ve şiirin birinci etkenidir. İkincisi; aşk olması gerekir. Sürdürme azmi, istek, şefkat, sevgi, sadece karşı cinse duyulan bir tutku değil aşk, benim söylediğim... Çünkü şiir söylemek boş vakitleri değerlendirme aracı hiç değil. Çok şeyin ayırıma varmış olmak... Üçüncüsü; bilgi birikimi yani kültür... Bu üçü birleşince şiir de ortaya çıkar şair de... Özgün, öznel, tekil, kendi şahsına münhasır, derler eskiler. Resim, müzik, şiir, öykü yazarlığı çok yakın akrabadırlar, amca çocukları ya da kuzendirler. İnce, naif, kırılgan, hüzün kokan yontulmuş insanlar sanata ve edebiyata meyilleri olur. Okudukça bu iştah artar ve bambaşka biri oluverir. Ama önce hasretin ve özlemin mayasını idrak etmiş olması gerek.
Ö.İ.: Sizce insan kendi yaşamadığı, tecrübe etmediği bir duygu, olay, durum ile ilgili şiir yazarken duygularını ifade etmede gerçekçi davranabilir mi?
M.K.: İfade edebilir. Tecrübe etse, yaşasa belki daha iyi ifade edebilir ama görmediği, yaşamadığı bir olayı duyguları ve yazma yeteneği sayesinde gerçekçi bir üslupla, gerçeğe çok yakın bir anlatımla, hem şiir de hem de nesirde aktarabilir. Sanki kendisi yaşamış gibi söyleyebilir. Bu anlatım ve kültür becerisine bağlı. Başkasının başında geçen olayları, tarihi, mitolojiyi, coğrafyayı konuşturabilir. Bir aşk masalını sanki yaşamış gibi şiirleştirebilir, kendini de, hüznünü de, kavramışlığını da katabilir ek olarak ya da sadece olay örgüsüne bağlı da kalabilir. Ama şuna inanıyorum ki mutlaka kendi duygularından, düşüncelerinden, yaşanmışlıklarından da ekleyecektir. Gerçek olanla gerçeği anlatmak arasında fark vardır, herkes bilir. Belki gerçeği gören ve yapanla, sonradan yazan yazarla arasında yaşanmışlık jargonları farklı boyutlarda ortaya çıkacaktır. Güçlü bir empati ve insanlık bağı kurmak zorundadır yazan, daha gerçekçi ve inanılır kılması için. Bunu başaranlar da var, başaramayanlar da...
Ö.İ.: Günümüz dünyasında insanların tamamen sanal duygu, dünya ve örüntülere kapılıp şiiri ve sanatı ihmal ederek, duygu ve düşüncelerini maskelemeye çalıştığı konusunda ne düşünüyorsunuz? Bir gün bu duyguları içe bastırma olayı, insanlarda psikolojik açıdan ne gibi yaralar açabilir?
M.K.: İki yönlü bu soruya nasıl cevap verilir ve işin içinden çıkılır bilmiyorum. Kebabı közde unutsam yanar, başında beklesem, iyi bir kebapçı değilim, yukarıya baksam şiir bağırır, aşağıya dönsem herkes ben de şairim der. Ne diyeyim, nasıl tarif edeyim, izahı var mı bunun, gerçekten ikilemdeyim, sorduğun soru gibi. Herkesin şiir yazdığını zannetmesi zaten bir ikilemdir. Sözde şiire ve edebiyata, sanata daha çok önem verdiği sanılıyor ama -biz, şiirin şahsında sanatın diğer kollarını katarak hep şiir üzerine söyleyelim de, hepsi için söylediğimiz olarak anlaşılsın- şiir bu kadar basit, sıradan, banal, ne dense şiir olur zehabına mı kapıldı, acep? Günlük, aktüalite, magazinsel duygular ve günübirlik ruh değişimleri kâğıda dökülünce, aforitik söylemler geliştirilince bunlar şiir mi sanıldı? Ya da, yaptığım iş, yazdığım şiir bir değere tabi tutulmuyor diyerek bu sahneden çekiliyor mu gerçek şairler, bu şiir meydanına, ne yazdıkları belli olmayan, söylediklerini kanun ve yasa, ince hislerini büyük şiir hazinesi sayan insanlara mı terk edildi? Hiç bilemiyorum, böyle olmasa gerek. Zaman çok karmaşık bu aralar. Huzurlu bir ortam da yok, huzuru bulan argümanlar da... İşte kimileri bunun üzerinden nemalanır, kimileri arkaya çekilir. Duygularını içe bastırıp görmezden gelen de yaralıdır, dışarı çıkıp bas bas bağıran da... Açabilir, diye sormuşsun ama zaten açıyor. Zaten her gün yeni bir maske ile yeni bir yüzle, yeni bir şaşkınlıkla ortaya çıkıyoruz, duygularını ifade edenler de, etmeyenler, bastıran da... Kendi kişiliğimizi, kendi özümüzü kaybettik galiba. Onun için, şairler söylese de iyileşmiyor, söylemese de... Bununla birlikte toplum insanı da şiiri ihmal etse de yaralıdır, ihmal etmese de... Bunun tek sebebi, insanlığın mayasının bozulmasıdır....
Ö.İ.: Şiir, psikolojik ve duygusal açıdan bir deşarj olma yolu mudur, yoksa yazarken kendimizle yüzleştiğimiz ve de içimizde bastırdığımız duygu ve düşüncelerin açığa çıkarak bizi daha da karamsarlığa götüren bir yazma türü müdür?
M.K.: Bu da iki başlı bir yönergedir, sanırım. Hani eski yazarlar, şairler demişlerdi: "yazmasaydım, ölecektim." Ya da "yazmasaydım delirecektim" gibi sözler işitir dururuz. Bu kişiye, yazana, söyleyene, toplumun içindeki aktifliğine, yalnızlığına, yaşam biçimine, edindiği yere göre değişiyor. Evet, yazmak, insanı bir süre deşarj ediyor ama daha sonra boşaltıyor, tekrar yazmaya tetikliyor. Bir yandan da yine kendisiyle, halkla, çevreyle, kültürle, bilinmişlikle, bilgelikle bir yüzleşmeye tabi tutuyor. Biz sorgulama diyoruz. Yazan da sorgulamalı, okuyan da. Bilgi böylelikle çoğalıyor. Aktarım da buna dâhil. Kişinin yazma serüveni kısır bir döngü içinde bocalıyorsa, söylediğin tamamen doğru, kendini yenilemek, içindekini kusmak, rahatlamak için yazıyor, yazdıkça rahatlıyor, bir süre sonra tekrar doluyor, huzursuzlaşıyor ve patlıyor, karamsar bir döngüye, bu çarka dönüyor. Yazmanın, dışarı çıkarmanın bir rahatlama getirdiği doğru. Ancak yazdıkları hiç bir zaman geçerli bir kural ve yasa olmayacağına göre, kimsenin de bunu iplemeyeceğine göre, yeniden, yeniden, yeniden deniyor. Kimi güzellikle yapıyor, kimi hinlikle, kimi kasıtlı, kimi yol gösterici, kimi de kendini tatmin için....
Ö.İ.: Şiire olan ilgi, destek, geliştirme, yayma, çocuklarımızı daha fazla sanata ve şiire yönlendirme konusunda okullarımızdan beklentileriniz nelerdir?
M.K.: Son dönemlerde, belki şu birkaç yıl içinde gelişmeler var, umutluyum. Şair, yazar, ozan, sanatçıların okullarda seminerlere gitmesi, yazarların öğrencilerle buluşması, sanat ve edebiyat konusunda, müzik ve resim konusunda, şiir ve nesir konusunda konuşmaları büyük bir başarı örneği. Biz de küçükken, ilkokul, ortaokul sıralarında iken, şairlerin, yazarların uzaydan geldiğine inanan arkadaşlarımızı gördük. Hâlbuki bizim gibi, sizin gibiydiler, okuduğunuz bu sıralarda dirsek çürüttüler, yaza yaza, sile sile, düşe kalka, gelişerek oluştular. Öğrenciler ilginç ve güzel sorular soruyorlardı benim gittiğim okullarda, bunda eğitimcilerin büyük katkısı var, umarım bu daha da gelişir, okul idarecileri buna önem ve destek verir, ileriye büyük şair ve yazarların çıkmasına vesile olurlar. Artık milenyum çağındayız, sizin devriniz çoktan geçti diyeceksiniz belki. Doğru. Okudukça bilinç artar, güzellik artar, barış ve huzur artar, birlikte yaşama sevinci ve adaleti tesis olur. Sanat, insan ruhunu inceltir, empati kurar, sevecenlik, hoşnutluk, yükselme gururu verir. Ruhu tatmin eder, kaos ve çirkin ortamlardan, kavga ve savaşlardan alı kor, koymalı. Sanata yönelen her fert geleceği görür, medeniyete talip olur. Bilir ki, yarına kalıcı olan sanattır, edebiyattır, fikirdir, kültürdür, güzelliktir, mimaridir, inceliktir, nakıştır, hayır işleridir. Bütün krallar ve padişahlar ölür ama geriye bıraktıkları eserleri kalıyor. İşte sanat bunu bize böyle böyle öğretiyor.
Ö.İ.: Bize zaman ayırdığınız ve sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ediyoruz.
M.K.: Ben teşekkür ediyorum, başarılarınızın devamını diliyor, size, okulunuza ve öğretmenlerinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum...Huzurlu ve sağlıklı kalmanızı umut ediyor ve diliyorum.
Serçe Misali
Davut Mortaş
Uçmayı bilmeyen serçe misali
Gökyüzüne misafir bulutlardayım
Beni saran karma duygular arasında
Ne düşmeyen bir yağmur tanesiyim
Ne de gökkuşağı sarmalı
Gölgesi oldum düşlerimin
Gerçeğimi arayan hayalim
Beni umuda bağlayan umut ipinin
Kocaman dünyaya karşı direnen
Kopmamaya gayretlidir yüreğim
İçime sığmaz oldu gerçek hikayem
Buna lâl melaldir dilim, dudağım
Şu sinem ne çok derde giriftar olmuş
Dayanacak gibi durmuyor bedenim
Şu feleğe teslim oldu gözlerim
Kaldırmak zor geliyor artık bu yükü
Biliyorum, kaçmak kolay değil dünyadan
Sil baştan yazmak istiyorum geleceğimi
Ama hiç bir şeyin değişmeyeceğini bile bile
Amut yüklü kervanlar katsalar bir gün beni.
Deruni
Yaşar Adıyaman
Hücrelerimde isyana kalkan
Müntehir duygular seslenişindeyim
Kararım yok ki sana
Sözünü bekleyeyim, sevgilim
Hazanda yaprağın küskün külüyüm
Vurma, eylül yüklemiş yükümü
Hüzne ve gözlerine mahcup etme beni
Gönlüne sür ve sürgüle
Yaralarıma merhem ol, tüm
Küf yılların zaptiye zarifi
Kayda alacak sözlerimi
Gül dikeniyle seslenir bülbüle
Sevme diyor, yüreğime
Konuşma diyor dilime
Haykırma diyor kelimelerime
Nafile, söz benden deruni...
Günün bir günü dayanacak kapıma
Bir gül solacak dalında ve bülbül
Avazı ayaz olacak dem dolu gözlerime
O an felaketim olacak
Beni sana getirecek gemiler,
Sırdaşım, sevgilim, ömürdaşım
Kurtar intihara meyilli gözlerimi
Ölüm saniye sonra
Sin bakışlarda avlayacak beni
Şer dillere ağırlayacak belli ki de
Dayanılmaz acıların huzmesi
Işık ışık - halka halka
Duyuracak ölümsüzlüğümü
Kanayan bir kaç kalem dışında
Kimse yazamayacak senliğimi
Adlar kâtiplerin parmak uçlarında
Ve gözlerin üryan bakışları
Dokunmadan yazacaklar
Tüm yalanları, dedikoduları
Bendeki ahları kimse bilemeyecek
Halbuki gerçeklik gözlerimdedir
Ey sevgili, yele verme
İfşa edilmemiş sırları
Sesine ses verecek karşı ki dağlar
Sinesinde öksüz emziren kadın gözleri
Kayıp limanlarda arayacaklar
Hiç olmayan geminin kalıntılarını
İnsanlığın yüzüne yüz olana
Şimdi yüzüne nasıl bakacaklar ki,
Yüzsüz yüzlerini yüz yıllık şilteleri
Bil kiki seni sebepsiz tanımak
Nimetim en güzeli
Ah, zayi duyguların ve
Zifiri gecelerin aydın çehresinde
Masumiyetim saklı
Seni seviyorum
Nimetim, iyi niyetim
Muhabbettim, servetim.
Ne olur eksiltme hasretliğini
Gönülden Seveni Asla Unutma
Bekir Acemioğlu
Gönülden seveni asla unutma
Senin için her zaman canını verir
Sevda delisi olanı asla terk etme
Geceyi de gündüzü de seninle bilir
Yapmacık aşklara karnımız toktur
Boş ver gülüm hayatın çilesi çoktur
Aşığın eline silah değil güller yakışır
Gönülden seveni asla unutma
Uçan kuşa sordum seni bilmedi
Gökte yıldıza sordum seni, utandı
Acı çeken hastaya sordum, ağladı
Gönülden seveni asla unutma
Sen mutluysan eğer o yeter bana
Başkasını sevme gururuma dokunma
Eğer yine istersen dönebilirsin bana
Gönülden seveni asla unutma