MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Bir Eski Zaman Çelebisi: Aydın Talay
Ümit Kayaçelebi
Yıllar önce Bursa Ziraat Lisesi'nde yatılı olarak okurken tüm öğretmenlerin içinde davranışlarındaki ahenk ve estetikle öne çıkan, insanı daha ilk tanışma anında tesir altında bırakan, bakışlarında ve davranışlarında bir disiplin ve vizyon olduğu hemen anlaşılan birisi vardı. Okulun ilk günlerinde birçok öğrenci evden ayrılmanın o derin psikolojisi içinde sağa sola savrulurken bizi bir baba şefkatiyle tutan, destekleyen, her zaman güven veren ve benimle birlikte birçok arkadaşımın okuldan ayrılmasını önleyen bu kişi hocamız Aydın Talay'dı.
Daha sonra müdür yardımcısı olmuştu ve bizimle daha yakından ilgilenmeye başlamıştı. Bizleri sürekli okumaya ve araştırmaya özendirirken kendi yaptıklarını anlatmaz, bizim onları yaşamın doğal dengesi içinde bulup çıkarmamızı bekler, adeta bizlere sınırları çizilmiş boş bir çerçeve vererek herkesin onu kendi tarzıyla doldurmasını ve anlamlı kılmasını sağlardı. Bir hafta sonu sabah saatlerinde il halk kütüphanesine bir ödevi araştırmak üzere gitmek zorunda kalmıştım. Tüm öğrenciler gibi bende araştırma yapmayı pek sevmiyordum. Kütüphaneye girdiğimde Aydın Hoca bir masaya oturmuş ve çok erken saatlerde geldiği hemen anlaşılan çalışma dokümanlarıyla çok dalgın bir şekilde uğraşıyordu. O anı hiç unutamam, kendi tembelliğimden çok utanmıştım. Bizlere derslerde tavsiye ettiği, hayalimizi sürekli renkten renge boyadığı sayısız değer ve malzemeleri özel yaşamında kendisinin de kullanması, beni hayranlıkla karışık bir utancın sularına yüzme bilmeyen birisi gibi itivermişti.
Bizleri sürekli şehir içinde ve dışında bulunan meslek bilgimizi veya ruh dünyamızı sağlamlaştıracak kişi ve yerlere götürürdü. Bu geziler bazen tüm sınıfın katıldığı geziler şeklinde bazen de dar çerçevede kendi seçtiği dört beş öğrencinin katılımıyla olurdu. Bu dar çerçevede genelde beni unutmazdı. Bize yolda giderken ve gelirken sürekli sorular sorar, içimizde yatılı okulun kasvetiyle sıkışan, büzüşen, kullanmaya korktukça daralan bir dünyayı sürekli genişletmeye çabalardı.
Bir gün tüm sınıfı Bursa'nın tarihi yerlerini gezdirmeye götürmüştü. Yeşil Türbe, Ulu cami, Hüdavendigar ve akıp giden sayısız tarihi mekânlarda bizlere tarihi ve kutsal sayılan mekânların nasıl ziyaret edileceğini ve tarihini kendisi anlatarak bıkmadan usanmadan akşama kadar koşturmuştu. Tarihi mekânlar hakkındaki derin bilgisi ve üslubu bizi bir kez daha kendisine hayran bırakmıştı. Yıllar sonra birçok kez Bursa'ya gittim ve bu yerleri dolaştım. Her eseri gördüğümde, orada tıpkı ıssız bir yere ilk kez giderek ayak izleri bırakan insanların gururu gibi Aydın Hoca'nın bizleri gezdirdiği o günün gururunu tekrar yaşadım.
Bu rutin gezilerin birinde Bursa'nın dışında sayılabilecek bir mevkide tek katlı evlerin arasına sıkışmış bakımsız ve taşı bile belli belirsiz bir mezar bulup bize bunun kime ait olduğunu sormuştu. Hiç kimseden yanıt alamayınca beni çok sarsan ve üzen bir cevap vermişti, mezar Akşemseddin'in hocasına aitti. Bu büyük insanların gösterişten uzak, adeta bir bilinmezlik ve sır halesiyle örtülü olarak yalnızca gönüllerde yaşamak istemelerindeki mütevazılık ve olgunluk hali içimi acıtmıştı, yakmıştı. Oracıkta oturup ağlamak gelmişti içimden.
Hayatımızdaki birçok ilklerle onun yardımıyla tanışmıştık. İlk kez tiyatroya gitmek (Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'ydu ve oyunun adı İbiş'in Rüyası'ydı, daha sonra Yaprak Dökümü vb.), ilk kez bir gazetede köşe yazıları yazmak, ilk kez kendi alanında öne çıkmış ve işinin son temsilcisi insanlarla tanışmak, bilimsel sempozyumlara katılmak, köy yaşamını tanımak, bir şehri kurallarına göre gezmek ve daha hatırlayamadığım ve ancak hayatımızda bir gün karşımıza çıktığında ve biz onu bilemediğimiz eski bir alışkanlık ve ustalıkla yaşadığımızda farkına vardığımız sayısız olaylar hep onun eseriydi.
Yıllar sonra İstanbul'da bir hastanede çalışırken bu yaşlı temsilcinin doktor bir öğrencisi de benimle aynı hastanede çalışmaya başlamıştı. Tanışıp dost olduktan sonra birden yatılı okul yıllarında Aydın Hoca'nın bizi götürdüğü o yaşlı zatın o gün evinde olan ve bize çay ikram eden kişinin bu doktor arkadaş olduğunu hatırladım ve bunu kendisine sorduğumda şaşkınlıkla o günü nasıl unutmadığımı sordu. Aydın Hoca hayatımızda olaylar ve yaşamlar arasında anlamlı, uzun vadeli, stratejik ve derin bağlantılar kurmaya bizi özendiren, bunu öğreten ve yaşatan kişiydi.
Onun vaktini boş geçirdiğine hiç rastlamadım. Dört yıllık okul süresince, her gün bir misyonun telaşı ile artan bir tempoda öğrenciden öğrenciye akan, onları saran, koruyan, yol gösteren bir gökkuşağı gibi doğal renkleriyle o sıkıntılı yatılı okul günlerimizi aydınlatan, içimde her zaman erişilmez olan Aydın Hoca, benim ve yüzlerce öğrencinin paradigmasını, estetiğini, diyalektiğini ve ruh dünyasını kendi seçtiğimiz renklerle boyamamız için bizi özendiren bir ince davranışla şekillendirmişti.
Okulun türkü korosuna katılmamda, etkinliklerde şiir okumamda, dergi çıkarmamda, şiir yazmamda ve daha hatırlayamadığım birçok faaliyetlerde beni cesaretlendirerek farkında bile olmadığım yeteneklerimi açığa çıkarmamda, kendime olan öz saygımı kazanmamda her zaman kanatlarımın altındaki bir rüzgâr, yanı başımda koruyucu bir melek gibi Aydın Hoca'nın bitmeyen ve adeta bir mum gibi eriyen gayretini görmüştüm.
Emekli olduktan sonra kendi memleketi olan Van iline taşınmış, orada çok az yaşamasına rağmen belediye başkanı seçilmeyi başarmış ve o dönemde çok önemli işler yapmıştı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Çamlıca semtine yerleşmişti.
Ziraat Lisesi'nin kurulmasında önemli emeği olan Sultan İkinci Abdülhamit'e vefa borcunu ödemek amacıyla yıllarca kütüphanelerde ve onun eserlerinin peşinde bir seyyah gibi dolaşarak, İkinci Abdülhamit ve eserleri ile ilgili çok değerli bir kitap yazmıştı. Van iliyle ilgili birkaç kitap ve diğer alanlarda eserlerinin yanında sayısız makale kaleme almıştı.
Aydın Hoca her şeyden önce belirli kalıplara saplanmamış, hayata ve olaylara çok geniş açılardan bakabilen, çok yönlü ve zengin bir kişiliğe sahip, kendisini birçok alanda yetiştirmiş (spor, yazarlık, yabancı dil, araştırmacı vb.) kendine has bir tarzı olan ender şahsiyetlerden birisiydi. Bazı insanların isimleri, kurumları, şehirleri ve ülkeleri aştığı gibi Aydın Hoca'nın ismi de her zaman benim içimde yatılı okulun çok üzerinde bir değer ve yer kaplamayı sürdürecektir.
Özellikle hafta sonları birçok arkadaşım kahvehanelere gider ve sabahtan akşama dek orada oyun oynarlardı. Aydın Hoca bir araçla gelir ve bu arkadaşları toplayıp okula getirir, onları karşısına alıp uzun uzun nasihatler çekerdi. Hiç kimse gençliğin verdiği tazyikle o zamanlar bu sözleri gereğince anlayamazdı.
Aydın Hoca'nın bizi düşünmesi, okul yıllarıyla sınırlı kalmamıştı. Okuldan mezun olduktan sonra uzun yıllar, adresimize mutlaka bir dergi veya bir kitap gelirdi. Paketi açtığımda bunun Aydın Hoca'dan geldiğini görünce içimi garip bir duygu kaplardı. Her bayram ve özel günlerde mutlaka öğrencilerine kart gönderirdi. Hepimiz nasıl olup ta adresimizi bildiğini ve o kadar değişmesine rağmen takip ettiğini bir türlü anlayamazdık.
Ortaokul sonrası evinden ve ailesinden ayrılmanın hipnozu içinde zaman zaman bu uzaklığı tehlikeli özgürlüklere dönüştürmek isteyen öğrencilerin her zaman yanı başında adeta çok hassas yetişen bir bitkiyi saran toprak gibi onları koruyan, bir gölge gibi rahatsız etmeden kollayan, birçok geceler nöbetçi olmadığı halde okul yatakhanesine gelerek önemli bir görevi yapmanın verdiği hazla rahatlayan, her yılsonunda okuldan ayrılan mezunları gözleri nemli uğurlayan Aydın Hoca'nın hayali, yıllar sonra ne zaman okulu görmeye gitsem okulun bahçesinde, koridorlarında ve her yerinde hala nefes almaktadır.
Aradan yirmi yıl geçtikten sonra okul mezunları yine Bursa'da okulda buluşmuştuk. Aydın Hoca'da gelmişti o toplantıya. Yine her zamanki gibi titiz, düzenli ve sürekli insanlara bir şeyler verebilmek için çabalıyordu. Toplantıda bir konuşma yaptı ve sözleri yıllar öncekiyle aynıydı. Onun misyonunun hiç değişmemiş olması, hala yıllar önceki amatör ruh ve heyecanını muhafaza edebilmesi beni çok sevindirmişti.
Zaman ilerleyip içimde yükselen ve yüzlerce tuğlalardan, değerlerden, yaşam tarzlarından oluşan kişilik binasına baktığımda, oraya en çok ve en anlamlı taşları Aydın Hoca'nın eklediğini, o binanın sert ve dar açılı köşelerini daha yumuşak ve insanlara yakın duran, geniş açılı bir mimariye dönüştürdüğünü görüyorum. Bunu ancak yıllar sonra bende aynı yollardan geçtiğimde, hayatın acı türküsünü dinlediğimde, kalabalığın değil daha az kişinin izlerini takip ettiğimde, kendi yalnızlığımın kopkoyu sis bulutuna daldığımda, hayattaki her çabanın boşa gitmeyerek büyük bir amaç için damla damla birikerek nasıl anlam kazandığını sabırla htiğimde çok daha iyi anlıyorum.
Aydın Hoca'nın, ihtiyacı olan birisine onun gururunu kırmadan gizlice iyilik yapar gibi gönlümüze ve yolumuza sessizce bıraktığı fedakârlıklar, yıllar sonra hayatımıza anlam katan yaşadığımız en küçük olayların ve davranışların bir anda titreşerek adeta uçlarından ince ve kopmaz iplerle maziye nasılda sıkı sıkıya bağlı olduğunu, aradan geçen onca zamana rağmen enerjisini sürekli maziden aldığını, yaşamımızda doğru atılan ilk adımların varılacak yolu ne kadar kısalttığını ve emniyetli kıldığını göstermiş, gerçek hayatın keşfinde bize geçmişi defalarca yaşatarak, kurcalatarak, içimizde en acımasız olaylarda bile bir denge noktası oluşturabilen ve bizi ayakta tutan o gizli gücü kazanmamızı sağlamıştı.
Halen günlük işlerimde onun içime bıraktığı yaşam taşlarını, davranış kalıplarını, hüznü, bilgeliği ve sayısız değerleri kullanıyorum. O zaman Aydın Hocam, gümüş çerçeveli gözlükleriyle her zaman okulun önünde hayal ettiğim duruşuyla, bana usulca gülümsüyor, soluğu ve heyecanı yüreğime dokunuyor, benim hayatı anlama ve onun oyunlarına yenilmeden yürüdüğümü görmeye çok benzeyen bir sevinçle, yorgun gözünden bir damla yaş yüreğimin tam üzerine süzülüyor.
İyi İnsan
Yaprak Türkeli
Sevgili okurlarım! Bu yazım iyi insan nasıl olmalı, sorusuna cevap verme.
İyi insan, kendisinden önce başkanlarını düşünen, onların mutluluğu ile mutlu olan, kendisinden üstün olanlara değil de kendisinden daha zor şartlar altında yaşayan; böylece manevi bakımdan doyumluluğun hazzını yaşayan kişidir.
Bu dünyada önemli olan insanlardan üstün olmak değil, önemli olan iyi ameller işlemektir. Size şunu anlatayım; bir gün kötü insan ile bir iyi insanı deneme sınavından geçiriyorlar, iyi insan soruların hepsini cevaplarken, kötü insan sorularla alay ediyor, bunu gören biri iyi olan insanı destekler. Kötü dayanamaz ve oradan uzaklaşır. Sizler de anlamış oluyorsunuz ki iyi insan nerede olursa olsun kazanır. Bazen bazı insanlar iyi olan insanları anlamazlar ve onların değerlerini bilmezler.
Benim tanıdığım bir insan var iyi niyeti ile kimsenin kalbini kırmadan, haksız olduğu zaman haksızlığını kabul eden, başkalarının iyiliğini düşünen gerekirse kendi mutluluğundan önce başaklarını mutlu eden, başkaları için sürekli iyilik yapan bir insan…
Hiç merak ettiniz mi, o insan kim, diye? O insan benim annem. Ben, iyi insan konusunda hep annemi örnek aldım, onun iyi davranışlarını günlük hayatımda sergilemeye çalıştım, iyi veya kötü bunları davranış olarak gündelik hayatımda uygulamaktan çekinmedim.
Annem, iyilik konusunda benim en büyük destekçim oldu. Bu iyi insan bana destek olduğu için bugün çok mutluyum. Sizlerde benim yerimde olsaydınız mutlu olurdunuz. Bence bir çocuğa verilen en büyük hediye ailesinin onun yanında olması ve kararlarında onu desteklemesidir. Size göre de böyle değil mi?
Size, İyi insan ile ilgili bir örnek vereceğim. Benim bir arkadaşım var, onun da çok zalim arkadaşı var, her geçen gün benim arkadaşım, kendi arkadaşından iyi insan ve dürüst olmasını istiyor ama arkadaşı ise; bunun yanlış olduğunu anlatıyor ve kötülük yapmaya devam ediyorlar. Bir gün kurdukları kötülük tuzaklarına kendileri düşüyor ve o an anlıyor ki iyi insan daha çok kısmetli olur ve her yerde kazanır. Böylece onlar da iyi olmaya karar verirler.
Bu hikâye ile kötü olan insanın nasıl iyi insana dönüştüğünü gördük. Şimdi karar verme zamanı biz insanlar iyi olmayı mı? Yoksa kötü olmayı mı? Tercih etmeliyiz. Bana soracak olursanız iyi insan olmayı tercih etmeliyiz.
İyi olan insan hata yapmamak için çok çabalar ve en sonunda bildiği haklı yolda ilerlemeye devam eder. Böylesi herkes için çok daha hayırlıdır. Eğer bir insan bir konuda doğru olanı yapmışsa o bu konulardan sorumlu değildir. Karşı taraftan bir kişi, üstüne düşeni yapmamıştır. Ayrıca, yalan konuşmuşsa sorumluluğu ona aittir.
İyi insan dediğin bir insanın geleceği ile oynamaz, onun hayallerini bozmaz, umutlarını yok etmez. Tam tersi onun ilerlemesi için ona destek olur. Hayali her neyse gerçekleştirmesine inanır. Bir insanın duyguları çok önemlidir. Bütün insanların duygu ve düşüncelerine değer vermeli ve saygı duymalıyız.
Bu dünyada ne yaparsak yapalım ama bir insanın hayallerini yok etmeyelim. Duygularıyla oynamayalım. Böyle bir şeyi yapmaya hakkımız yoktur.
Van Güzellemesi
Tarık Yetiştiren
Doğunun eşsiz mükemmel kenti
Kahvaltısıyla güzel sabah sohbeti
Mis gibi göl ile dağdan havası
Şarkın doyumsuz güzel cenneti
Duvaklı dağların önünde durur
Şevkiyle insanı kalbinden vurur
Kasım ayında dalgalarının
Rüzâr eşliğinde sesi duyulur
Çok göl gördüm bu kısa ömrümde
Böyle berrak su yok hiçbir yerde
Boşuna tabipte derman arama
Van Gölü dermandır sayısız derde
Bedüzzaman'ın fikir çeşmesi
İslami Mektebi kurma hevesi
Van Kalesi'nin sarıklı fesi
Burada yer alır Horhor Medresesi
Van Gölü efsane olmaya değer
Deniz görmeyenler Van'ı görsünler
Rıhtımı bırakmaz insanda keder
Van şehri dost olur dost isteyene.
Değildir Aşk
Helin Fırat
Sevmek değildir aşk
Güvenmektir, bilmektir
Körü körüne bağlanmaktır
Yaşamak değildir aşk
Acı çekmek, acıyı tatmaktır
Karanlıkta sana tutulan
Sana doğruyu düşündürten
Sahte bir fenerdir
Anlamak değildir aşk
Tufandan önce kıyıya vuran
Son dalgadır
Unutmak, unutturmak ve
Korkusuz olmaktır
Hayat değildir aşk
Kalp kırıklarını toplayamamak
Toplayamadığın gibi
Her çabalayışında
Daha çok kalp kırığına uğramaktır
Kalbinin dolup dolup taşması
Taşan her damlanın içinde
Bir derinlik oluşturmasıdır
Kırmızı değildir aşk
Asaletle mor
Huzurla mavi
Adaletle turuncudur
Bırakıp gitmek değildir aşk
Dur demeye
Gitme demeye
Gerek duymamaktır
Var olmak değildir aşk
Bir şeylere anlam verememek
Şafağın ardından göz kırpan
Seni yanına almak isteyen
Bir anlam veremediğin
İnanmak istediğin
Yalandan bir gerçektir.
Kelebeğin Mısraları
Yahya Özmen
Bir kelebek gibi gelip
Konmak isterim avuçlarınıza
Bilin ki kanatlarım aşk yanığı
Dokunsanız şifa olurum acınıza
Konarsam, gül olup
Açarım kızıl yüreklerde
Kanarsam, aşk olup
Yaşarım kalbinizde
Mecnun'um ama Kaysdeğilim
Aramam Leyla'nın gözlerini
Sevdam, insanlığın gönlünde
Hasretim yüreğin tözü
İçimdeki volkanın
Külleridir kelamım,
Arzularım vuslat suskunu
Bilsinler ki, mutluluk
Kelebeğin kanat çırpışında
Mutluluk, esen yeldedir
Özlem, aşkın uğruna
Dökülen terdedir
Öyleyse, engel de nedir
Kelebek olmama,
Şahlanınca umudun atları
Koşarım gönüller ocağına
Duydum ki avuçlarınız bengisu
Gözleriniz seher ışıltısı
Haydi, koşun da
Merhem sürün yarama
Can katın canıma
Açın yüreğinizin kapılarını
Beni sevdanın rengi kılın
Bu koca cihana
Ahmet Arif ki
Hasretten prangalar eskitmiş
Ben de yanıp tutuşmuşum
Kavrulmuşum sevdana.