MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Geçmişin Karanlık Gölgesinde
Mustafa Ayyürek
Meyus, ümitsiz ve üzgün. Bıkmış, terk edilmiş ve kırgın. Yalnız, tek başına ve kimsesiziz. Öyle mi? Sonucu olmayan meşgaleler ve boş uğraşlar için için eritiyor, tüketiyor ve boşluğa sürüklüyor. Öyle mi? Hiçbir gizlimiz yok ve girift olmuşuz ve hatta feraha çıkar yol bulamıyoruz. Her şey açıkta ve ayan beyan, tutunduğumuz yüzeyde istemediğimiz yönlere doğru akıp gidiyoruz. Eski günlerin pırıltılı perdesi kalktı ve yerine hoşa gidilmeyen yükü mü kaldı? Neşeli hikâyeler yerini korkunç yaşantılara…
Aslında bunların ne olduğunu, neden böyle olduğunu biliyoruz. Birinci tekil şahsımıza ait tanımlanması gereken ve çok eskiye dayanan bir açmazı var bu işin. Kendimizi yalnızca biz tanırız, ne bir doktor, ne bir hoca, ne bir şeyh ne de bir ebeveyn, yalnızca biz, sadece biz. Bu şeyi doğru tanımlayıp teşhisimizi koyamazsak, hep yukarıda sayıldığı gibi devam edip sürecek keşmekeş hayatımız. Ve beklide en önemli anda yapmamız gerekeni yapamayıp, kaçacağız. Belki de intihar ile sonuçlanacak gereksiz ve toplumda yer işgal etmeyen bir şekilde. Birileri o dönem için bize hayalperest dedi, ahlaksız dedi, tembel dedi. Kötü olduğumuzu söyledi. Uzaklaştırdılar bizi yüreğimizin hala gömülü olduğu o eşsiz yerden. Ama fark edemiyoruz…
Hiçbir zaman kendim olamadım, döküldükçe dökülüyorum. Küresel ısınmaya maruz kalmış Buz Dağı'ndan daha kötüyüm, erimden buharlaşıyorum. Birçok şeyi ıskalayıp, birçoğunda boğulmak ve bazılarında ise yeniden yok olmak gibi; lakin hiç var olmamış gibi, ölesiye, öylesine, vurdumduymaz ve hoyratça der gibisin. Güler yüz gösteren yok, herkes ilgisiz en çokta kendisine kayıtsız. Basamakları ikişer ikişer çıkmak varken, her atığımız iki adımdan sonra üç adım geriye gidiyoruz. Bizden önceki neslin yaptıklarını yapamadığımızı söylüyor ninniler ve marşlar. İlerlemek bir yana dursun ilerleme yolunda iken geriye gittiğimizi dahi kestiremiyoruz. Çünkü tüm bu olayların içerisinde kendisinden kaçtığımız, koruyamadığımız, utandığımız bir gerçekliğe dair yegâne olgu var.
Meyus, ümitsiz ve üzgünüz. Kırgınız. Kimsesiziz. Avucumuzdaki kızgın aksimiz sırtını dönmüş bile kendine, yüzüne bakmıyor aynadaki yansıma. Damla damla değil, bulutlar yükünü bir defada boşaltırmışçasına biriktiriyor içimizdeki hezeyanları. Hareketler çabuk değil çünkü cevval değiliz. Yerinde saymakla meşgul 'İçerisinde olmadığımız içimizdeki hikâye.' Dolaşıyoruz, geziyoruz, eğleniyoruz. Anın keyfini keyif almadan çıkarıyoruz. Çünkü sayıyoruz, günleri, ayları, yılları. Kolumuzdaki saate gözlerimiz ilişiyor tiktak tiktak tiktak üç saniye geçmiş. Tekrar tiktak tiktak tiktak hiç zaman geçmemiş. İleri sarmayan zaman mefhumu söz konusu. Sıkılmaktan korkuyoruz, kendimizi sıkıyoruz. Velhasıl an geçti biz vurulduk kendi düşlerimiz tarafından. Çünkü büyüdük kardeşim, büyüdük. Büyüdük ve o tatlı şen kahkaha yerini hüzne bıraktı. Büyüdük ve isteklerimizin bir sonucunun olmadığını gördük. Biz büyüdük evet, ama zaman küçüldü, ufkumuz…
Ufkumuzu göremez olduk. Dağlar yürütülmüş sanki göz hizası olabildiğine muallâk ve boğuk; sisli ve karmaşık. Öteler şimdi olduğundan daha uzakta. Yolda ilerlerken yanlış sapaktan dönen 'Galiz Kahraman' değildik hâlbuki. Sıkıntımızın çıkış noktası kendimizi kendimize küstürüşümüz. Kısacası, sözün özü, malumdur ki, herhalde, galiba, sanırsam ya da her ne ise büyüyen bedenimize düşlerimiz eşlik etmedi. Karanlık bir noktaya baka kaldık. Biz en son unuttuğumuz yerdeyiz hala. Meydana gelmedik, ortaya çıkmadık. Saklanıyoruz. Hapsettik 'Ben'i dar ve karanlık mahzene. Bıkmış, terk edilmiş ve kızgın olan sadece biz değildik oysa. Takılı kaldığımız o yerde hapsettiğimiz, geride bıraktığımız çocukluğumuzdu aynı zamanda. Terk edilmiş ve kırgın olan asıl kişi oydu. Fakat fark etmeliyiz bunu kendi elimizle yaptık. İster başkaları buna katkıda bulunmuş olsun ister olmasın. Büyütemedik o çocuğu, düşlerini. Ağzına emziğini, üstüne oluk oluk fikirleri ve dahi… Yapamadık!
Koyamadık ya! Derya içinde deryaya isyan ettik ama bilmedik deryayı. Özgürken tutsak ettik kendi elimizle... Hakkımız ki o çocuğu geri almak ve ayağa kaldırıp onu, diz çöküp ayaklarına af dilemek. Geçen onca zamanın hıncını terk edip yeni bir sayfada o çocuğu diriltmek… Onun için çırpınmalıyız, kurtarmak için direnmeliyiz. Geçmişin hayallerini yok saymadan muhayyile denizine dalmalıyız. Serbest bırakarak eskiyi şimdiki zamanda anı diriltmeliyiz. Bir gün sert ve iğneli bir döşek talihimize düşerse dört duvar arasına sıkışıp, ölümü beklediğimiz o zaman dün yapamadığımızı bugün yaptığımız için mutlu etmeliyiz kendimizi.
Aynı şeyi düşünmekten zihnimiz yorulsa bile o çocuğun şen kahkahası, coşkusu ve kulağımızda çınlayacak 'Inga' sesi dahi keyiflendirsin bizi bir rüya vakti. Aynı şeyi hmekten kalbimiz artık yorulmasın. Bizi biz yapan geçmişimiz bizden uzaklaşıp kaçmasın. Haber vermeden geçip giden çocukluğumuz anılarıyla bizi baştan çıkartsın. Çöküş noktaları yerine tepe noktaları yüreğimize dörtnala koştursun. Ümitsiz, terk edilmiş ve tek başına halimiz sarp kayalıkları delip geçen çağlayan misali ırmak ırmak ruhumuzdan dökülsün ve küs olduğumuz o haylaz çocukla el sıkışsın. El sıkışsın ki başka bir elin sıcaklığını hissedip hayatın o kadar da yaşanılmaz olmadığını bilakis yüreğimize konmuş bir ilham olduğunu vicdanımızda hissedelim.
Havva'nın Kelimeleri
Sinan Pala
Varlık dünyasını anlamlı kılan, sıfatın isimle ilişkilendirilmiş vasfıdır.Bir isme, bir nesneye sıfatın eklenmesi onun varlığını nitelendirip veya belirtir; onun anlamının belirginliğini ortayakoyar. Her şeyin yoktan geldiği ve sonradan isimlerinin Hz. Âdem'e öğretildiği gibi.
Yeryüzüne indirilince ilk insanlar, eşyanın hakikatiyle yüzleştiler, havanın soğukluğuyla, taşın sertliğiyle..veisme tabi oldular. Bunun için cennetten aldıkları sıfatları yüklediler kalplerine. Fakat en çok ilk insan olan Âdem sırtladı bunları. Çünkü ilk allak, ilk toprak, ilk ateş, ilk damla, ilk nükte o idi. Her meydana gelen sorunda ona yüklendi. İlk bilginin sahibi olduğu gibi, ilk sözünde sahibi. İlk olmanın hazzı.
İlklerin sahibi olan Âdem, damağında tatlı bir hüzün ve keder de bırakmıştı. İşte dünya serüveni bunlara birer hazırlıktı.
Âdem'de zuhur olan keder ve hüznün sıfatı. Tekilliğinin yegâne müsemmasıydı. Tekilliğin tak ettiği nokta. Parçası olan yapbozun bulunup gerçek mananın surete vardığı nokta.
Eksikti âdem. İlk olmasına rağmen. Yoktan gelmesine rağmen. Ama bilmediği bir nokta vardı.
Hiç bilinen ile onu yaratan arasında fark olmayacak mıydı?
Yoksa yanmadan pişmek kime kılınmıştır?
Bir eksiklik daha vardı. Bunu biliyordu ilk insan. Onu tamamlayacak olan madde ne idi. Bu muazzam kâinat bu rengârenk cennet yurdu ona tek değildi elbet. Yaratılışın bir manası olmalıydı.
Âdem kalbine inen sıkıntıyı fark ettiğinde, o an ikinci insan geldi nefse. Nefes ile buluştu beşer.
Geldi. Kalbinde yer edecek Kadın.
Havva 'sız bir yaratılış olmazdı. Havva da âdem siz olmazdı. Işığın önce kırılması lazımdı. Öz suret ancak kırılan ışık ile belirirdi. İşte kırıldı âdemin kalbindeki ışık. Kalbinde duran geldi görüntüye.
Ve anlamıştı ilk insan.
Önce Celal
Sonra Cemal.
Önce ateş
Önce acı.
Sonra ikram
Sonra lütuf.
Önce ile sonra arasında bir bağ sadece ikisi. Havva 'da bu bağın kaderi.
Şimdi düş/tü.
Âdemin cemaline, Havva'nın kelimeleri.
Ya Hak
Kübra Öztaş
Nice alemler bildim de ben-i ademi bilemedim.
Vahammiyetinin hududunu gördüm.
Yol aradım ışık aradım bulamadım.
Senden ala ışık yokmuş birtek bunu anladım.
Ya hak kapını arala ben geldim.
Kor alevlerden geçtim, yel oldum estim.
Kanyonlarda coştum sel oldum aktım.
En nihayetinde ehlileştim.
Sergüzeşttim geçtim.
Sukutunda huzuru buldum da ben-i ademi bilemedim.
Gevheriler işitiim Buhariler duydum.
Yollarında yürüdüm.
Zemheride üşüdüm.
Bin gün kapında yattımda sonra demlendim.
Senden ala huzur yokmuş anladım.
Ya Hak kapını arala ben geldim.
Yüreği gül demeti
Ayşegül Ayaz
Sustum konuşmuyorum artık
Mezar başında ağlayan
Bir kız çocuğu gibi
Dili her döndüğünde
Gözyaşım yağmur misali
Damlıyor mezar taşına
Yaşamı hissedemeyen
Terk edilmiş sandalım
Sen olmayınca yanımda
Eskidi gönlü yangınında
İçimi kanatıp duruyor
koynumda beslediğim sevda
Annem deyince
Kelimeler buz gibi
Düğümlenir boğazına
Hayallerimi kırık bir sandala
Koynumda hüznünü koyusu
akşamlarıokşuyor toprağı
Temizliyor bir bir
Kuruyan otları
Sarılıyor kara toprağa
Yokluğun geçemse de
Hasretin ki
İki yüzü keskin bir bıçak
Annesizliğin hüznü
Daha bir yakıyor içini
Dört bir yani karanlık
Avazı çıktığı kadar bağırıyor
Sesini duymuyor kimse
Açmadan soluyor
Açılmamış gonca misali
Yüreğindeki güller
Bir kız çocuğunun feryadı
Anne olmadan
Anlıyor anneliği
Annem nerede?
Ne zaman gelir bana ölüm treni
Serhat Yıldız
Saniyelerle hesaplıyorum kalan vaktimi
Acaba ne zaman uğrayacak
Bana ölüm treni?
Gitmeden son bir kez bırakıyorum size
Sözlerimin en ağırını
HOŞÇAKAL'ın...
Annem, babam
Herkesten sakındığım hayali eşim
Renklerle süslediğim bisikletim
Yüreğimin acılı dizeleri şiirlerim
Ellerimin telaşında kırılan
Kalemlerim
Utanmadan gittiğim komşularım
Kuruş eksiğimde canın sağ olsun diyen
Bakkal amca
Eskiyen ömrümü tazelediğim
Sabahçı kahveleri
Yorulmanın es geçtiği
Geleceğimizin çılgın nesli
Hoşça kalın mahallemin akıllı delileri
Gidenin özlemiyle oldum bende s
İzden biri
Ne zaman gelir gitme vakti bilmem
İşliyor kalbime yaşlılık
Ellerim sıcakta eriyen buz tanesi
Saçlarımda ölümün beyaz gölgesi
Acılarımın en şahit'kar sahibi gözlerim
Zaman en güzel yıllarımın şahidi
Gündüzleri uyuyan
Geceleri uyanık mezarlık sakinleri
Gelmekte sahipsiz' leşen bedevi
Ey toprak seni kirli sanır
Yaşayan insan bedeni
Vakit geçince biter insanın değeri
Ölümüme kaç dakika kaldı
Kordun'suz saatim
Ben hep gidenlere öldüm
Hicret sayarım gidişini
Gurbetler olur bende zulüm
En güzel ebedi evim mezarlık
Timsah gözyaşıyla
Başıma toplanan kuru kalabalık
Herkes sussun
Benle sessizce konuşmakta
Ölüm...
Van'a Hasret
Muhammed Gürcan
Senin hastanım yüreğimdeki Van
Bil ki, sendedir dermanım benim
Otuz beş senedir her gün, her an
Gönlüne akar kervanım benim
Husumet, kin Van'da laçkadır
Yürekte meyil sevgiye, aşkadır
İklimi başka, insanı başkadır
Bambaşkadır devranım benim
Hiç gördünüz mü böyle sevdayı
Ruhunda bir şehrin tadını almayı?
Her karıcında güzel dünyayı
Yaşatır insana vatanım benim
Şimdi çok uzakta sevgili Van'ım
Onun hasretiyle kavrulur kanım
Dünyanın neresinde olursam olayım
Sanki Van'da atar canım benim.