MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
İnsan ve Hürriyet
Necla Arpa Gülaçar
"Hürriyet, "Hayır!" demekten ibarettir... Hitler'in işgali sırasındayken her an reddetmek zorundaydık" der Sartre. Hiçbir zaman tam anlamıyla hür olmadık; çünkü her şeyden önce hürriyet bir tahakküm, bir despotluk, baskı karşısında boyun eğmeyerek reddetmektir. Köleliği, boyun eğmeyi reddedip hürriyeti istemektir.
İnsanlar geçmiş tarihlerde hürriyet mücadelesi vermiştir. Örneğin; feodal sistemlerde insanların çoğu köle olarak dünyaya gözünü açardı. Despot yöneticiler tarafından yönetilir ve işini eksik yapanları veya kurallara uymadığı için eli, kolu, bacağı, parmağı kesilerek cezalandırılırdı. Üstelik bunu yapanlar özgürlük anlatılırken hürriyet naraları atan batılı çağdaşlarının ataları idi. Hz. Muhammed (S.a.s) hicretin ilk yıllarında Yüce Allah'ın emriyle köleliğe savaş açmış ve ahsen-i takvim üzere yaratılmış insanı hürriyet ile tanıştırmıştır.
Peki, nasıl bir hürriyet? Sınır tanımayan yaratıcıyı devreden çıkarıp ve hürriyeti somutlaştırmak anlamına mı geliyor? Hayır! İnsan, özgürleştiğini zannettikçe köleleşiyor ve ne yazık ki modernizm çarkına kapılan insan bu kez de kapitalizmin kölesi oluveriyor. İnsanın karar alma mekanizmasını elinden alan, onun yerine karar veren, reklam ile yiyeceği, içeceği, giyeceği şeyleri tayin eden yapı zincirleri daha önce gözle görülen zincirler, şimdi ise gönüllülük esası ile zincirsiz bir kölelik... Ve insan "Yapılar tarafından sahneye konulmuş bir kukla gibi düşünür." Bu yapı içinde, hürriyet arayışı içinde köleleşen insanın ölümü ilan edilir. Hürriyet'in kalkış noktası Allah'tır, Allah tabiatla ve insanla ilişkilidir, der Roger Garaudy, O Allah ki yaratandır, yaratıcıdır, sürekli yaratandır. Her varlık Allah'a boyun eğer, bir taş düşerken, bir ağaç büyürken, bir hayvan içgüdüleri ile hareket ederken daima Allah'ın kanuna boyun eğer. Rabbin sınırsız şanını yüceltmek ki (her şeyi) yaratan ve amacına uygun şekil veriyor. O ki tabiatını belirliyor ve onu hedefine doğru yöneltiyor. Âla /87 /13
Ve yalnız insan o müthiş boyun eğme ayrıcalığına sahiptir. Eğer insan iman ederse Allah'ın hidayetini kabul edip Allah'ın çağrısına şartsız cevap verirse o zaman kendi iradesiyle hür ve sorumlu olmuş olur. İnsan hür iradesi ile sorumluluğu yüklenince Allah tarafından yeryüzünün halifesi, vekil olarak tayin edilir.
Evet, insan hürdür, asla köle olarak yaratılmamıştır. Cebriyye'nin dediği gibi önceden yazılıp çizilmiş belirlenmiş bir kadere mahkûm değildir. Ya da Kaderiyye'nindediği gibi de eğer Allah'ın ezeli bir kararı insanın davranışlarını önceden belirliyorsa insandan her türlü sorumluluk kalkmış olur, bu şekilde insan yaptıklarından sorumlu değil ve cezalandırılmaya tabi tutulma hükmünü ortaya atıyorlardı.
Kur'an kaderciliği reddeder, Allah her varlığa gelişme kanunu belirlemiştir. Bütün tabiat için bu zorunlu bir kanundur, insan bu kanundan kurtulamaz; fakat insan için bu kanun bir kader değil bir davettir. İnsan hürdür, iradesiyle boyun eğebilir veya yüz çevirebilir. Fakat seçtiği tercihlerinden sorumludur, sınavda başarısız olduğunda sınıfta kaldığı gibi. Evet, O ki bütün varlıkların tabiatını belirliyor ve onu hedefine doğru yönlendiriyor. Ala/3. Yorumcuların çoğu kader ve takdir kelimelerini birbirine karıştırıyor tabiatta bir zorunluluk vardır. Bir takdir vardır gece ile gündüzün yer değiştirmesinde, güneşin doğmasında, batmasında, yağmurun yağmasında, mevsimlerin yer değiştirmesinde bir kanun vardır. Oysa insan iyi ve kötü olmaya azmettirilemez. Allah'ın bir insana kötülük yapmasını önceden kader olarak yazdığı düşüncesi Kur'an tarafından açık bir şekilde reddedilir.
Allah insanı sapıtmaya asla zorlamaz, hidayete de zorlamaz. İnsanı hür yarattığını ifade eder.
Sosyoloji dersleri
Erdal Şahin
Gaston Bouthoul (öl.1980) Tunus asıllı bir Fransız vatandaşıdır. Sosyoloji tarihi isimli 126 sayfalık kitabı üç temel bölümden oluşur, kitabı Türkçeye Cemal Süreyya kazandırmış. Yazar ilk bölümde " Sosyolojinin Doğuşu ve Habercileri "ikinci bölümde: "Modern Sosyolojinin Doğuşu", üçüncü bölümde ise "Sosyolojinin Bugünkü Konumları", ana konu başlıklarıyla ve bunların altında çok farklı değişik başlıklarla sosyoloji tarihini değerlendirmeye çalışıyor.
Giriş:
Sosyoloji felsefe ve tarih gibi bilim dalları ile karşılaştırıldığında en genç bilimlerden sayılır. Bu bilim dalıyla uğraşanlara Sosyolog denir. Sosyolojinin sistemleşmesi kurumsallaşması ve kendini felsefeden sıyırarak bağımsız bir bilim haline gelmesi 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir. İlk defa AgosteCOMTE (1839)tarafından kullanılan sosyoloji kelimesi Latince "Socia"(toplum) ve Grekçe "Logie" (bilim) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.
Kavramsal olarak ve bir bilim disiplini olarak sosyolojinin tarihi böyle olsa da aslında sosyoloji bir gerçek olarak, bir vakıa olarak insanlık tarihi kadar eski bir kanundur, bir durumdur. İnsanoğlu toplum haline geldiğinden itibaren ortaya çıkmıştır.
Sosyoloji dilimize önce "ilmi ictimai" veictimaiyet olarak çevrilmiştir. Günümüzde toplum bilim olarak Türkçeleştirilse de bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de sosyoloji olarak kullanımı rağbet görmektedir. Etimolojik anlamıyla sosyolojiyi toplumsal olanın bilimi olarak nitelendirebiliriz.
Konu:
Bir sosyal bilim olan sosyoloji, diğer konulardan hem konusu ve hem de alanı itibariyle farklılık gösterir. Sosyolojinin konusu insan ve toplumlardır. Toplumu ve orada meydana gelen sosyal olayları gelişmeleri inceler. Toplum içinde ortaya çıkan sosyal ilişkileri sosyal olayları sosyal kurumları sosyal yapıları ve bu yoldaki gelişmeleri kendine konu edinir.
Sosyoloji toplumsal hayatın bilimidir. Toplumsal hayat iki veya daha fazla insanın bilinçli ilişkileriyle ilintilidir insanlar arası ilişkiler yani herhangi bir biçimde ilişki halindeki birden fazla insan gurupları ve bunlar arasındaki olup bitenlerdir. Bu sonsuz ilişkiler ağından toplumsal olaylar (somut-özel) olgular (soyut-genel) kurumlar gruplaşmalar meydana gelir. Toplumsal hayatın bu karmaşık ve dinamik yapısını anlamaya ve açıklamaya çalışan sosyolojiyi toplumsal ilişkilerin ve bunların örgütlenme biçimlerinin bilimsel açıdan incelenmesi olarak da tanımlayabiliriz.
Konulara yaklaşım biçimi olarak sosyoloji diğer sosyal bilimlerden farklı bazı özelliklere sahiptir. Toplumsal olay ve olguları inceleyen sosyoloji bireyle ilgilenmez tek tek bireylerin sorunlarıyla değil toplumsal sorunlarla ilgilenir; olması gerekeni değil olanı olduğu gibi inceler. Ahlak, hukuk, din gibi bireylerin nasıl davranması gerektiğine ilişkin kurallar koymaz ve bu anlamda kural kuyucu değer hükmü verici yani (normatif)değildir objektiftir. Diğer sosyal bilimler toplumsal hayatın farklı yönlerini ayrı ayrı incelerken sosyoloji toplumu bir bütün olarak ele alır. Bütünü oluşturan öğeler arasındaki ilişkileri araştırır olayları sebep sonuç başı içinde inceler kendine özgü yöntemleri vardır.
KİTAP:
Sosyolojinin doğuşu ve habercileri: Konu başlığı kapsamında yazar konuyu incelerken sosyoloji biliminin eski ve yeni teorisyenleri ve bu konuyu sistemleştiren bununla ilgili fikir yürüten pek çok ismi görüş ve eserleriyle birlikte inceler ve ortaya çıkartır. Yazar bu ilk bölümü de kendi içinde üç bölüme ayırarak işler. 1. Bölümde eski çağ ve orta çağ, 2.bölümde modern çağ sosyolojisini ve 3. bölümde de çağdaş dönem sosyolojisine ilişkin farklı sosyoloji anlayış ve görüşleri fikirleri tezleri gözler önüne sermeye çalışır.
Yazar, sosyolojinin ilk temsilcilerinin Grek filozofları sofistler olduğunu söyler ve bunların daha çok karşıtlarının yapıtlarında onlar hakkındaki yargılarından tanındığını söyler. Zira Platonun Protegorasından, Aristofanesin bulutuna kadar bu yapıtların hepside sofistleri aşağılamak ve onları alaya almaktan bahseder. Sofistlerin düşünceleri tamamen Yunan site devletindeki filozofların zıddıydı ve bu zıtlıktan sosyoloji ortaya çıktı. Zira sofistlerin eleştirileri düşünürlerin dikkatlerini uyarmış ve onları toplumsal olaylara yöneltmiştir. Yazar daha sonra eski orta ve yeniçağdaki birçok filozof ve düşünce adamından ve onların sosyoloji ile ilgili görüşlerinden katkılarından bahseder. Bunlar arasında platon, Aristo, Tukidides, Aziz Agostinus,ibni Haldun Machiavelli, Hobbes, Descartes, Spinoza, Adam Smith, Condodrcet, Kant j.Rauseau, Vic,monteguievvb birçok eski yeni isimler sayar. Üç bölüme ayrılan sosyoloji tarihinde ilk bölümde yazar, kısa ve öz bilgiler ile kişileri ve fikirleri ortaya koymaya çalışır.
Yazar kitabının ikinci bölümünde iki ana başlık üzerinden sosyolojiyi irdeliyor bu konu başlıkları 1 "sosyoloji sistemleri" ve 2 "sosyoloji okulları"hakkındadır. Sosyoloji sistemleri konu başlığı altında Augustecomte (1798,1857) stuartmill (1844,1873) Marks (1818,1883) Herbert, Spenscer, Nietzch bu beş Avrupalı filozof ve fikir adamının sosyolojiye olan katkılarına değiniyor. Sosyolojiye bunlar üzerinden bir noktaya varayaçalışıyır. Yazar sosyoloji bilimini bunların görüş ve fikirleri neticesinde bir sisteme kavuştuğunu söylemeye çalışıyor.
Yazar bu bölümün son konuları olarak "Pareto okullar" "ırk ve ayıklama" ve "Antropoloji ve Etnoloji okulları" konu başlıklarıyla kısaca bunların temsilcilerine fikir ve düşüncelerine ayrıca etkilerine değinerek başka bir konuya geçiyor.
Kitabın üçüncü ve son bölümünde de yazar sosyolojinin bu günkü konumuna birçok başlık açarak değinmeye çalışıyor.
Kitap aslında bir derya olan sosyoloji bilimine küçük bir katkı bir giriş niteliğinde bir eser, bu anlamda eksik olmakla birlikte istifade edilebilecek noktaları da yok değil.
Gitmeliyim artık
Ömer Beder
Gecelerin misafiri, yıldızlar da matemli
Kuşlar uçamıyor artık
Belli ki onlar da unutmuş gözlerini
Gitmeliyim
Bu gece,
Hava biraz durgun
Şehir durgun, ben suskun
Sen yorgun
Gökyüzü yine asmış yüzünü
Senden uzak kalmak,
Yaranın ta kendisidir
Biliyor musun?
Gitmeliyim artık...
Gitmeliyim artık
Kabuk tutmaz bir yara
Sarmış bedenimi
Her tarafımda
Her tarafımda sen
Acıtmıyor mu?
Kanatmıyor mu sanıyorsun?
Bakışlarının değdiği ten!
Dipsiz kuyulardan çıkamıyorum
Yağmurlu gecelerden geliyorum
Üstüme damlıyor hayalin
Dayanamıyorum
Biliyor musun?
Gitmeliyim artık...
Gitmeliyim artık
Sabah oldu
Bu kez de, güneşin soğukluğu
Yakıyor gözlerimi
Göğsümü paramparça ediyor
Göğsüm paramparça
Dalları kırılmış
Bir ağaç gibi oluyorum bazen
Üstüme kuşlar konmuyor artık
Gitmeliyim
Papatya kokusu
Bahar kokusu
Ve toprak kokusu...
Keşke tüm kokularımın sen olduğunu bilsen
Keşke tek korkumun sen olduğunu bilsen
Nefessiz kalmak çok zor
Biliyor musun?
Gitmeliyim artık...
Gitmeliyim artık
Ne zaman aramaya kalksam seni
Papatyalar üşüyor
Dağlar yankılanıyor
Yaşanmamış bir yokluğun içinde
Ve gün ışığının dışında buluyorum kendimi
Ne zaman anmaya kalksam adını
Yaralı bir şiirin içine düşüyor ellerim
Seni çok özlediğimi bilmelisin
Biliyorsun
Gitmeliyim artık.
Tam da bu vakit
Ayşegül Ayaz
Karanlık bir rıhtımdayım
Görünmüyor yolun sonu
Işıksız bir fener misali
Umudum yok yarınlara
Ömrüm bir kelebeğin kanadı
Hayalindeyim
Ne yağan yağmur ne esen rüzgâr
Seni bana getiriyor
Yangın yeri yüreğim
Deniz hırçını saçlarına sığındım
Limandı gözlerin
Saçların yelken öpüşüyle
Yüreğinin enginlerinde yolcu
Tamda bu vakit susadı
Kuru çöl dudaklarım
Bir yağmur damlası olsan
Konsan susamış dudaklarıma
Sol yanıma bıraksan yüreğini
Gözlerin gelir aklıma
Beni benden alan gözlerin
Kaybolsam diyorum gözlerinde
Bulutların üzerindeyim sanki
Sen aklıma gelince
Sarhoşluk sarıyor her yanımı
Bir akıl tutulması sanki
Aşk bu değil midir?
Biraz sarhoşluk biraz delilik
Tamda bu vakit
Saçların gelir aklıma
Her teli sanki cennetten bir gül
Ay yıldızla saklambaç oynayan
Gecenin koynunda
Ve sen sarıyorsun her yanımı
Yokluğun yaksa da içimi
Senli günleri özlüyorum
Tamda bu vakit.
Neden
Nur Muhammed Aydınay
Neden
Terk etmiyor
Gönlümü
Bu garip ses,
Boğuk, anlamsız
Bazen tiz bir çığlık
Bazen sayılmaz nefes
Neden
Çıkmıyor içimden
Bu garip ses
Bakmak istiyorum
Tarifsiz,
Kulağımı tıkasam
Yüreğime küs
Neden
Bakmıyor yüzüme
Bu garip ses
Boğuyor
Sıkıyor, durmuyor...
"Uslan!" dedikçe
Dalgalanıyor
Ne gelir ki elden
Neden
İçime yapışmış
Garip bu ses
İçimde tarifsiz çığlık
Kimseler duymazken
Bir çığlık yalnızlığım
Kocaman, hesapsız
Neden herkes sağır
Sen herkesken.