MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Köyde Bir Günün Ardından

Tuncer Savcı

Bizim buralara sonbahar, yağmurlarıyla beraber gelir. Beyaz kar örtüsü Torosların zirvelerinde yerini almıştır çoktan. Sonraki karlı günlerin habercisidir bir bakıma... Bulut kümeleri dostluk kurmuştur dağların böğrüne. Karşıki Gödebelen tepesinden aşıverir araba sesleri homurdanarak... Oduncular beliriverir Gabaktepe'nin ardından. Çalılıkları zannedersiniz oduncular diye. Ağaçlar yeşilin tonlarını sergiler günden güne, kavaklar çoktan sarıya boyanmıştır bile... Gödebelen çamları hiç istifini bozmadan yeşille barışıktır daima ve dört gözle bekler beyaz üzerine serpilmesini. Bağlar bozulmuştur haftalar öncesinden, çan sesleri karışır dağın yüzünde keçi sesleri ile. Bazen şansa tarafından gelir kesik kesik hızar motoru sesi... Okul çocuklarının teneffüse çıktığını anlarsınız çığlıklarından, güneşle birlikte köylüler çoktan işlerini yarılamışlardır bile. Yaz yurdu hasadını vermiştir öncesinde uzaklarda paneli tarafında bir traktör tarlayı boyamıştır koyu kahverengiye. Bozbelen tepesine doğru yayılmıştır sığırlar, hangi köyün sığırları olduğu tahminine çalışırsınız. Barajın suyu çekilmiştir iyiden iyiye, güneş yükselmiştir tepeye doğru. Kocaman ceviz ağaçları elbisesini çıkarmıştır, heybetli gövdesini sergiler bahçelerde... Bahçe aralıkları bozulmuştur bu mevsimde, tavuk sürülerinin tüneğidir bahçeler. Öğleye doğru bir Çerçi sesi yankılanır köy meydanında:

-Tuzcu geldi.

-Tuzcu buğdayla, parayla...

Yan mahallede keser sesleri duyulur ustaların ellerinde. Ortalıkta Azim bakkaldan yankılanır Mahsuni Şerif, olur köyün fon müziği, gel- git gel- git hep aynı melodi. Elini arkasına bağlamış, eskilerin eskitemediği Esmer tenli, lastik ayakkabılı, kocakarı kirli Yeter yaklaşır çerçiciye.

-Ne satıyorsun kardaş?

-Tuz satıyom Ana, tuz.

-Ne ile veriyon, buğdayda alıyon mu? Urup çinik getireyim bir o var, başkada yok .

-Olmaz ana, olmaz ....

-Olur, olur de hele... ekilmişim yok....

Bir bakmışsınız söylenerek getirir elinde tepsiyle. Koca Bayram kahvehanesinde kâğıtçıların sesi gelir çay bardakları şıngırtısı ile. Sesleri ortalığı dağlamıştır, siz onları görmezsiniz dahi, bağırışlarından belli olur kim oldukları. Baki, Ese, Nuh,.. Falan filan. Okul tarafında iki helkeli beliriverir ağır aksak adımlarla. Bunlar aşağı obanın kadınlarıdır dersiniz içinizden. Kamillerin evin önünden geçer bir araba Doğanlı yolunu tozutarak. Yukarı mahalleye çıkıldıkça evler sıralanır basamaklı şekilde, ön cepheleri hep güneye dönüktür badanalı yönleriyle. Gergicekli balkonlar son kez ağırlar üzerlerinde yorgan yastık yığınlarını. İbişlerin balkonundan aşağı silkelenir sofra bezi patırtısıyla birkaç kez... Horoz sesleri saat olur zibillikteki ötüşleriyle. Yusufların Kocakarı sırtını dayamıştır otururken böğürlükte güneşe. Yaylıların orda birkaç kadın lakırdıları duyulur, biraz kulağınızı kabarttığınızda konuştuklarını anlarsınız sonbahar mevsiminin bir gününde.

- Kilimci gelmiş. Nazmiyelere de ip getirmiş. -Hülya ıstarı ne zaman kıyıcan?

-Ekmeğime keşik gelin mi Nezihat.

Vaktin kaç olduğunu anlarsınız okulcuların dağılmasıyla birkaç çocuk işte... Yirmiyi geçmeyen kalabalık. Yoğurtlu pekmez yeter çocuklara akşam yemeğine kadar.

Bizim buralarda gün erken bitedurur günden güne. Güneş gereğini yapmış köylülere. Yerini akşam karanlığına bırakmıştır bir bakıma. Kimse kalmamıştır Halaka'da, yavaş yavaş insanlar çekilmiştir evlerine. Toprak evlerin bacalarından yükselir dumanlar göğe doğru kimi evler vardır ki hasret kalmıştır bacası tütmeye. Yıkık viraneler işte. Onların sahipleri yoktur artık buralarda seslerini duymaya çalışırsınız eski insanların söyleyişlerini...

Yukarı mahallede bu Yalnızlığa çok rastlarsınız, bir tarafta elma ağaçları ile çevrili Kara Hasan'ın evi; diğer tarafta hükümet adamlarının sürekli uğrak yeri olan tarla takım işlerinin görüşüldüğü büyükçe yapılı Uzun Musa'nın evi. Birkaç ev daha Dudularkabilesi. Bir çalgıcı Ziyanın penceresi yanar. Hemen her hafta misafirleri hiç eksik olmaz çalgılar eşliğinde. Artık kış oturmaları başlamıştır yaza kadar ...Yukarı mahalleden aşağı Obalara ,aşağılardan yukarıya gelip gidenler .Herifler önde, kadınlar arkada...  Paltosu omuzunda, sigarayı elinden hiç düşürmeyen Ethem Ağadır aksatmayan kış oturmalarını. Genellikle aşağı Obalara gider. Hösüüne doğru gittiğini bilirsiniz. Yavuzlar Mahallesi'nden ortalığa doğru birkaç kadının arka arkaya dizildiği beliriverir yürüyüşleriyle Çiriş karının ağır misafirleridir bunlar. Her gün bir evde toplanarak köydeki olup bitenleri çekiştiren ayaklı gazeteci köylü dul kadınlardır. Deliselver, Kötü gelin, kocaların karı, Zilfice.

Şehir evlerini andıran dışarıdan gelen insanların dikkatini çeken güzel bir ev görürsünüz köy ortasında Alikiyalerin evi. Yılın her mevsiminde yalnızdır. Mevsimlik otel gibi sadece yaz aylarında dolu verir gurbetçileriyle. Bu evde yaşayan yaşlı bir kocakarı oturur Şadiye Hala. Ama siz onu pek göremezsiniz evde akşamları. Gün batımıyla sıcak soba başına sokulmuştur şimdiden Halaka'da. Bazı evler vardır ki evleri fırın gibidir bu vakitte. Kır Hüseyin evidir diye düşünürsünüz içinizden. Hüseyin emmi ardiyeden getirdiği meşe odunlarını sobanın yanına güzelce istiflemiştir. Çaydanlık sobanın üstünde fokur fokur kaynar gece boyunca. Bu evin müdavimleri vardır, Koca Bayram sıcak çayını içerken, haytaların Cemal bu sene çalıştığı yerleri yarılamıştır bile. TRT 'nin haberleri bitirir kış oturmalarının bir günlük serüvenini. Köy ortası artık birkaç gencin mekânıdır bu saatte. Sokak lambaları direğinin ışığında belli olur Tıkır Âlinin bastonu. Salıntaşı'na git- gel, gel- git. Her genç günün bu vaktinde buraya uğrar mutlaka. Bulutsuz havada Yıldızlara bakmak bir başka huzur verir insana. Zannedersiniz Bütün yıldızlar bugün köyün üstünde parıldar.

Karsavurandan bir ışık gelir kıvrımlara doğru Bir bekleyiş olur ışığın gelişi. Ya Şanşa yoluna girer, ya da köye. Geceler uzundur artık buralarda. Gündüzleri olmak bilmez bir türlü. Koca karılar ellerinde fenerlerle dönerken yalnızlıklarına. Köyü bir yalnızlık kaplar bir günün sonuna doğru....

 

 

Eyyüp Altun'un 'SONA' Romanı Hakkında Değerlendirme

Leyla Mihrinaz Engin

Sona, 1913 ile 1915 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesinde cereyan eden Ermeni, Kürt ve Türk ilişkilerindeki kanlı sürecin anlatıldığı ve beraberinde gelişen Ermeni Kız ile Müslüman bir gencin aşk romanıdır.

Eyyüp Altun'un tarihi argümanlardan ve anneannesinin yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı roman, dönemin hem dini hem etnik sorunlarına ışık tuttuğu gibi bölge insanının kültürel ve geleneksel yapısını da gözler önüne sermektedir.

Sona'da ilgili dönemlere kadar yüzyıllarca birlikte uyum, dostluk ve hoşgörü içinde yaşayan Ermeni, Kürt ve Türk Halkının ilişkilerinin; neden, niçin ve nasıl bozulduğu şeffaf bir dille vurgulanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915 yıllarında Rus Çarlığı ile girdiği savaşta, Ruslar Ermenilere olası bir Ermeni Devleti vaadinde bulunur. Rusların gayesi güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ayrı etnik ve mezhepteki insanları karşı karşıya getirmek ve iç savaş yaratarak mevcut güçsüzlüğü arttırmak ve böylece imparatorluğu bölmektir. Bu vaatlere istinaden, alttan alta yapılanan Hınçak, Taşnak gibi Ermeni partileri halkı bu anlamda örgütlemeye çalışır. Bölgede Osmanlı İmparatorluğunun asayişini sağlamak için Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları yanı sıra İttihat ve Terakki yapılanmasının bölge ve Osmanlı hükümeti üzerindeki etkileriyle uyum içerisindeki farklı din ve ırktan olan halk biribirine karışır. Cereyan eden savaşta Kürtler Ermenileri, Ermeniler ve Ruslar da Kürtleri acımasızca katletmiştir. Halkların birbirini böyle acımasızca katletmesi, kadın ve çocukların acımasızca süngülerden geçirilmesi, köylerin ve evlerin yakılışı, zorlu ve de zorunlu göçlere zorlanması, göç yollarındaki zalimane kıyımlar, okuyucuda derin bir hüsrana yol açtığı gibi bu kadar çabuk dolduruşa geliş sebebinin altında yatan cehalete vakıf olmakta beyinde çığır açtırmaktadır.

Halkların dramatik yaşamının kaleme alındığı Sona'da gerek Ermeni, gerek Kürt ve gerekse Türk halk öncülerinin inandıkları davada üstlendikleri roller okunmaya değerdir. Her bir öncünün kendini haklı bulmasından dolayı dile getirdikleri düşünce ve eylemlerin yansımaları okuyucuyu hayrete düşürecek güçtedir.

Son derece akıcı bir dil ile kaleme alınan Sona, okuyucu olarak sizi anlatılan tarihe çekmekte, olaylara şahit kılmakta ve hatta isyana sürüklemektedir.

Sona vesilesiyle Kürt, Ermeni, Osmanlı ve Rus çatışmasının gerçekleştiği Doğu Anadolu Bölgesinin coğrafik, ekonomik, siyasi durumu ve bölgede bulunan din ve ırktaki insan isimleri hakkında bilgi edinmek mümkündür. Romanda Ermenice ismi Eganis olan ilçenin bugünkü ismi Erciş'tir.

Eyyüp Altun'un oldukça sade bir dil ile kaleme aldığı Sona, aynı zamanda romanın kahramanıdır. Ermeni kızı Sona, bir düğünde Müslüman olan Gazi ile karşılıklı oynarken birbirine âşık olurlar. Âşık olan gençlerin evliliğine izin yoktur çünkü dinleri farklıdır. Gazi ve Sona kahramanları aracılığıyla din, örf ve gelenekler hakkında da bilgi aktarmaya çalışan yazar, yasak aşk üzerinden romana büyük bir ilgi ve merak yaratmaktadır.

Sona ve Gazi'nin aşk mecrası Murathan Mungan'ın Mahmud ile Yezida Mezopotamya Üçlemesi'ni çağrıştırmaktadır. Mungan, Müslüman Mahmud ile Ezidi Yezida'nın sonu acı ve ölüm ile biten aşklarını kaleme alır. Farklı dini inançlara sahip olan halkların dinlerini değiştirmemek adına katiyen müsaade etmedikleri bu hazin aşk öyküleri genelde kan ile kavga ile sonuçlanmaktadır.

Sona ve Gazi bir taraftan aşk acısıyla zorluk çekerken, diğer yandan savaşın tüm zorluklarına maruz kalırlar. Kahramanların hem Kürt hem Ermenilerin saldırılarına maruz kalmaları da romana enteresan bir boyut kazandırmaktadır.

Sona, Mehmet Uzun'un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde romanının kahramanı Menduh Selim Bey ve Çerkez kızı Feriha'yı da anımsatmaktadır. 1920-1923 yılları arasında Van'dan Antakya'ya göçmek zorunda kalan Vanlı subay Menduh Selim Beyin bir yandan vatan, bir yandan da Çerkez kızına olan aşkının anlatıldığı romanda sonuç yine hüsrandır. Kurtuluş savaşının ve Kürt hareketlerinin yoğun olduğu dönemlerde yaşanan bu aşk, memleket hengâmesine kurban gitmiştir.

Sona ve Gazi'nin aşkı roman boyunca okuyucuyu endişeye boğsa bile tüm zorluklara rağmen kaçarak bir araya gelmeleri kısmen de olsa rahatlatacaktır. Ancak romanın okuyucusunun kafasında onlarca cevap bekleyen soru bırakmaktadır.

Hrant Dink demişti ki: Atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kiminiz katliam, kiminiz soykırım, kiminiz tehcir, kiminiz trajedi diyorsunuz. Atalarım da Anadolu deyimiyle kıyım derdi. Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamdan söküp, bilinmez bitmez yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk büyük bir bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir?"

Tarihte ve hatta günümüzde bile inkâr, asimilasyon ve baskıya maruz kalan Ermeni halkının bir torunu olan yazar Altun, kalemini ve duruşunu son derece tarafsız tutmuştur. Yazar, Sona romanını öyle bir noktada bitirmiş ki, okuyucuyu ikinci bir roman beklentisine sokmuştur.

Gerçeğin, dramın, yaşamın, aşkın büyük bir ustalık ve tarihi sorumluluk ile kaleme alındığı Sona okunmaya değer bir romandır. Eminim üzerinizde bıraktığı etkiyi uzun süre atlatmakta zorluk yaşayacaksınız ve zaten iyi bir roman sizi etkileyen roman değil midir?

 

 

Garip

Kübra Öztaş

Özüm dilsiz bir seyyah

Kanar durur yaralarım

Senden gayrı yoktur sema

Sızlar durur yaralarım

 

Umut gülüm künde açar

Şerbetten güzeldir özün

Deryalarda sebil gezer

Ay noksandır tandır özün

 

Bi-ismişahın evvel yazar

Künde beş vakittir sözün

Bozkırda yağız at coşar

Felek biçer bana yazgın

 

Çehreme düştü hüzün

Künü kara görür gözüm

Gönül zaarım dertli sazım

Zayiatım kırık özüm

 

Gayrı düşmez gönül sesim

Çağlar, akar türkülerim

Mahlasımı gizlemeyim

Bir gariptir benim adım.

 

 

Ellerimi arıyor yüzüm, annem!

Kuzey Genç

Yüzümü astım annemin ellerine

Kimliğim, hayat telaşında unutulmuş

Kanın rengine çalardı annemin yokluğu

Gözlerim durmadan yıldızları özlerdi

 

Ellerime boyadım duvarın sızısını

Çiviler hiç bu kadar dingin değildi

Oysa ben ötelerin yolcusuydum

Her yanım biraz tarifsiz acı

 

Yolları kaybolan şehirlerde ağladım

Hatırlayamadım kadınların adını

Gezerken, bulmuştum ilk yolculuğumda

Mosmor tenimde, annemin ellerini

 

Kendi ellerimle gönlüme sığdırdım

Geceden ve karanlıktan gelen ihaneti

Sahi, kader ve keder denilen gerçeklik

Hiç bu kadar ağrıtmadı gülüşümü

 

Gidiyorum işte,  ellerimi asacağım

İsa'nın boşaldığı çarmıhın boşluğuna

Ruhum kadınların morluğunu fısıldadı

Oysa bütün aşkların serencamıydı bu

 

Size ipe sarılmış bir boyunla geleceğim

Anlatacağım intiharların ağırlığını,

Ama annem, kızıla çalan avuçlarıyla

Gönlüne taşımasın sakın bedenimi

 

Yıldızların raksı ne de sürdü bu gece

Yol ikiye ayrıldı, gökte ay gibi,

Bırakın, bakışımı aramaya gidiyorum

Gülüşüm sizinle kalsın kadınlar

Gökkuşağı rengiyle adımı çoğaltın

Ve mezar taşıma -yükselen ölüm- yazısı.

 

 

Şair mızıkçılığı

Abdurrahman Adıyan

I- İsterim

Sevgi ülkesine hicretin

Gül diyarından varılmasını isterim

Aşk ülkesine revan olan süvarinin

Ehli âşık olmasını isterim

 

Kemer kuşanan yüreğin

Hür ve gür olmasını isterim

Kalem tutan elin

Naif olmasını isterim.

 

II- İstemem

Kalemde de yürekte de

Zincir olsun istemem

Dil bahçesinin bülbülü kelâm olsun

Kaleme efendi istemem

 

Kalemin damarından akan kan

Berrak olsun, bulanık istemem

İdrakin mazluma mağdura

İmdadı yetsin, hükmünü istemem.

Bakmadan Geçme