MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Eski Van'da Sünnet Merasimi
Ümit Kayaçelebi
Yaz mevsimi geldiği zaman Van'da bazı ailelerde sünnet heyecanı, sünnet telaşı başlardı. Neden olmasın ki, sünnet, ana baba için ilk mürüvvet. Her şeyden önemlisi, dini bir vecibeyi yerine getirmek. Erkekliğe ilk adım. Yavrumuz adam olacak, Müslüman olacak diye düşünürdü herkes.
Bazı kesimlerde dini yönü düşünülmese de, sünnet olmak gelenek olarak devam edip gitmektedir. Bazıları da var ki, dinden de vazgeçemiyorlar, kötü geleneklerden de... Bunlar da hem alkolden, hem dansözden, hem de mevlit okutmaktan geri kalmıyor. Bu da bazı yöredeki insanların kendilerine has anlayışları tabi.. Bazıları da var, dini yönünü umursamıyorlar, işin sağlık yönünü ele alıyorlar.
Ne olursa olsun, sünnet, asırlardan beri inancımız ve geleneklerimiz açısından devam edip gitmektedir. Toplumumuzda sünnetin gerçek manasını bilen aileler, bu işe biraz daha önem vermekte, inancı çerçevesi içinde güzel geleneklerle, güzel merasimler, hem de hayra vesile olan merasimlerle güzel manzaralar oluşturmaktadır. Öyle ya, Müslüman bir şeyin iyisini yapacak, faydalı ve hayırlı olanını yapacak.
Sünnetin ne demek olduğunu yani gerçek manasını bilmeyenler de hem sünnetin hem de geleneklerimizin yozlaşmasına sebep olmaktadır. Bu işi yaparken sünnetin anlamına uygun düşmeyen harcamalardan, davranışlardan ve eğlencelerden kaçınılmalıdır. Çünkü kötü örnek olmak, kötülüğe sebep olmak ve kötü çığır açmak, vebal altına girmek demektir. Her anne babanın, çocuğuna karşı vazgeçilmez sorumlulukları vardır. Bunlardan biri de erkek çocuğunun sünnet ettirilmesidir. Bu görevin adı "sünnet"tir. Sünnet olmak, çocuklar açısından da çok önem taşır. Erkekliğe ilk adım, Müslüman olmanın da gereği sayılır. Sünnet olmayanı adamdan saymazlar.
Eskiden sünnet olmayan çocukları oyuna bile almazlardı. "Sen sünnet olda gel" derlerdi. Geçmiş yıllarda Van'da çocuklar daha kundakta iken bebecikken sünnet edilmesi yaygındı. Bu âdeti Van'da en iyi uygulayanlarda Siirtli olup ta Van'da yaşayanlardı. Özellikle Van'da sünnet yapan bu işle uğraşanların çoğunluğu Siirtli sünnetçiler olduğu için onlar çocuklarını çok erken sünnet ettirmeleri Van halkına da bir örnek teşkil ettirmekteydi. Kundakta iken çocuğunu sünnet ettirmeyenler çocuklar daha ilkokulu bitirmeden yani 12 yaşına gelmeden sünnet olmaları sağlanırdı. Çünkü çocuk büyüdükçe sünnet işlemi daha da zorlaştığı için çocuk kabalaşmadan sünnet ettirilmesi düşünülürdü.
Sünnet merasimleri eski yıllarda şimdiki gibi salonlarda veya lüks mekânlarda yapılmıyordu. Sünnet merasimleri evde oluyordu ve aile efradı ile birlikte sade bir törenle gerçekleşiyordu. Sünnet olacak çocuk o gün veya bir gün evvel mutlaka ya hamama götürülürdü veya evdeki hamamda yıkanırdı. Tertemiz giysiler giydirilirdi. Eğer önceden yapılmış bir hazırlık varsa o gün için hazırlanan özel giysilerde giydirilirdi.
Durumu iyi hali vakti yerinde olanlar eğer taksileri varsa arabayı bir güzelce süsler ve arkaya da bir faytona davulcu ve zurnacıyı bindirerek davul zurna çala çala bir güzelce şehirde tur atılır ve ondan sonra sünnet olacak eve gelinirdi.
Yok, eğer özel arabanız yoksa bir veya birkaç fayton kiralar yine bir davulcu zurnacıyı faytona bindirerek önce bir cumhuriyet Caddesinde ve ondan sonra birkaç mahalle gezilerek sünnet evine dönülürdü.
Burada gerek araba ile gerekse fayton ile gezmekteki amaç çocuktaki o psikolojik korkuyu ve heyecanı üzerinden atmaktı. Ve böylece bir nebze de olsa çocuk rahatlamış oluyor ve sünnete daha rahat bir ortamda girerek sünnetçinin de işini kolaylaştırmış olabiliyordu. Esasen çoğu ailenin de bunu yapma imkânı yoktu. Rahatlamayan çocuklar daha sünnet odasına girmeden sesleri yeri göğü inletiyordu. Sünnet odasına gelmek istemiyorlardı veya sürükleye sürükleye getiriliyorlardı. Ne olursa olsun çocuklar başlarına geleceği bildikleri için heyecan ve korkudan aşırı tepki gösteriyorlardı. Netice de canlı canlı ustura yemek var.
Sünnetten evvel bir mevlit falan düşünülmüş ise önce mevlit okunur orada hazır bulunan komşu, akraba misafirler tarafından dua edilirdi.
Mevlitten sonra ev sahibi tarafından yapılan yemekte yendikten sonra sünnet merasimine geçilirdi. Sünnet yapılacak odada kadın ve kızların girmediği yerde baba, erkek misafirler ve kirve orada hazır olurdu. İçeriye çocuk ve kadın alınmaz ve kapıda kapandıktan sonra Bu kirve dediğimiz kişi çocuk sünnet olacakken her iki bacağını arkadan sıkıca kavrayabilecek ve kıpırdamasına imkân vermeyecek kişinin biraz güçlü kuvvetli olmasına özen gösterilirdi. Cılız, zayıf, güçsüz kimseler kolay kolay zaruret hâsıl olmasa kirve yapılmazdı. Çocuk zayıfsa işin kolay ama yaşı biraz ilerlemişse çocukta biraz gelişmiş ise o zaman haliyle kirve zorlanacağı için böyle genelde iri kıyım insanlar kirveliğe aday olurlardı.
Ve herkes de kirve olmazdı. Çünkü kirve olan kişi bir yerde sünnet olan çocuğun bir ömür boyu babası mesabesinde olacağı için kirvenin kızını alma imkânı da olmazdı.
Van'da erkek çocuğu sünnette tutan kirve sünnet olan çocuğun manevi babası sayılır. Hatta kirvelik, için 'Peygamber dostluğudur' derler. Kirve olanlar birbirleriyle akraba sayılırlar. Çocuklar da birbirleriyle kardeş sayılır. Bu âdetin temelinde ise çocuğun sünnet kanının kirvenin kucağına düşmesi sayılmıştır. Ve kirve artık o andan itibaren yakın akraba oluyordu. Onun için Van'da her sünnet olan kişi ve ailesi kirve ile ömür boyu gidiş-geliş halinde olunurdu. Bu bakımdan kirveler hem sevilen, sayılan birazda güçlü kişilerden seçilirdi. Sünnet olacak çocuğa sünnetten sonra bir müddet pantolon giyme imkânı olamayacağı için ya annesinin veya ablalarından birinin geniş eteklerinden birisi giydirilir ve ondan sonra sünnet işlemi başlardı.
O yokluk zorluk yıllarında herkesin özel sünnet başlığı ve sünnet elbisesi alma imkânı olmadığı için iş etekle halledilirdi. Tabi ki durumu iyi olanlar sünnet taç, elbisesi asa ve her şeyini alır ve geniş bir davetli topluluğu ile sünnet yaparlardı. Hatta arabası olanlar sünnetten evvel sünnet çocuğunu dolandırırılar ve sünnet merasiminin hayırlı olması için Ya Sofu Baba veya Abdurrahman baba ziyaret edilirdi. Özel arabası olmayanlarda kiralık fayton tutarak sünnet çocuğun gezdirir ve o sünnet heyecanını kısmen de olsa atmasını sağlarlardı.
Sünnet olacak çocuğu kirve arkadan iki bacağını kelepçeleyecek bir şekilde tutar ki sünnet esnasında kıpırdamasın ve sünnetçi işini rahatça yapabilsin. Bu şekilde tuttuktan sonra orada bulanan cemaat Peygamber Efendimize salâvat getirirler.
Sünnetçi Bismillah der ve çocuğa usturayı göstermeden birden atardı. Usturayı yiyen pipisi kesilen çocuk haliyle bağırdığından orada bulunan birisi elinde hazır tuttuğu lokumları sünnet çocuğunun ağzına bastırırdı. Ve böylece fazla bağırma imkânı verilmezdi. Sünnetçi sünnet mahallini sarıp sarmaladıktan sonra o acıyla ağlayan çocuğu hemen karyolasına yatırırlardı. Sünnetçinin hizmet bedelini kirve verir ve çocuğun sahipleri de kirve için aldıkları bir hediyeyi ona takdim ederlerdi.
Çocuğun ilk hediyesini mutlaka kirve verirdi. Kirve eğer altın almışsa bunu çocuğun yastığının üzerine filkete ile takardı. Ondan sonra babası, amcaları, Dayıları ve gelen kim varsa hediyelerini çocuğun başucuna bırakıp giderlerdi. Düzenlenmiş karyolada bir kaç gün yatar ve gelen misafirler hediyesini azdan çoktan bırakıp giderlerdi. Bu arada Sünnet çocuğuna arada bir sünnetçi uğrar ve herhangi bir olumsuzluk var mı yok mu diye kontrol ederdi. Burada şunu da belirtmeden geçmeyeyim. Yukarda da belirttiğim üzere O zaman ki sünnetçiler de hep Siirt'ten gelen ve Van'da yaşayan sünnetçiler idi.
Başıma giydim fes
Aniden oldum prens
İşte karşındayım sünnetçi baba
İstediğin kadar kes.
Sünnetçi beğendi tipimi
Pazara kesecek pipimi
Fazla olan kesilirmiş
Başa gelen çekilirmiş
Evimizin tek oğluyum
Babamın sağ koluyum
Annemin göz bebeği
Bu yuvanın gülüyüm
Ben kararımı verdim
Sünnet olmak tek derdim
Bütün dostlar buyursun
Sünnetçiye söz verdim.
Cemile
Ahmet Esgici
Yarın akşam iş çıkışı pastaneye gidip çikolatalı pasta yiyeceğim. Her ne kadar çikolatalı pasta sevmesem de bunu yapacağım. Çünkü reklamlardaki mutlu insanlar çikolatalı pasta yiyorlardı. Mutluluklarının kaynağı olan pastadan ben de tatmalıyım.
Pastaneden sonra Cemile kızın yanına gideceğim. Pastanenin az ilerisindeki ışıkları geçince ilk apartmanın beşinci katında oturuyor. Işıkları hep sönüktür Cemile'nin. Perdeleri hep çekik. Pardon, affederseniz cüzdanımı yolda düşürmüşüm. Hay aksi! Ne yapmalı? Bu seferlik bizden olsun bayım. Suratım önümde Cemile'ye gidiyorum.
Cemile, aç kapıyı ben geldim. Cemile, benim ben. Çok mutluyum. Çikolatalı pasta yedim de geldim sana. Cemile kız, ne yaşını bilirim ne de nereli olduğunu. Aslında senin için Kütahyalı diyorlar. Kütahya ufacık bir şehirmiş. Bir caddesi mi ne varmış. Nerden biliyorum bunları, amcamın oğlu orada askerlik yapmıştı da o söylemişti. Cemile ellerine ne oldu? Kupkuru. Cemile kız, ellerine ne oldu? İzin ver bakayım. Cemile senin adın niye Cemile? Ayşe, Fatma olsaydı ya. Kör olası anan mı koydu bu ismi, yoksa hayırsız baban mı? Kim koyduysa koydu.
Pastaneye bir daha gitmem. Param yoktu, cüzdanımı yolda düşürdüğümü söyledim. Utandım tabi, ama pasta çok tatlıydı. Çikolata dudaklarıma bulaştı, öylesine çoktu. Yarın da işkembeciye gideceğim. Cemile bana borç para versene. Söz pul biberini çok atmayacağım. Sirke için söz veremem ama.
Dün evine geldim. Kapı içeriden kitliydi. Perdeleri sonuna kadar çekmiştin her zamanki gibi. Balkonunda ıslak çamaşırlar vardı. Sana geçen yıl aldığım sardunya balkondaki saksıda umarsızca intihar ediyordu. Karanlık her zamankinden daha çoktu. Eşarbın elektrik direklerinde sallanıyordu. Yağmur yağdı yağacaktı. Kapı içeriden kitliydi. Sen yoktun. Cemile insanın bir evinin olması ne demek?
Abi, eline sağlık. Borcum ne kadar? Bir tas işkembe çorbası, bir tabak tavuklu pilav. Hımm... Ver işte canım bir onluk. Ah... İnanamıyorum. Abi cüzdanım, cüzdanım elimde miydi içeri girerken? Nerede düşürdüm? Daha dün maaşımı çekmiştim. Kaybettim. Cüzdanım, deyip ağladım, Cemile. Yine yalan söyledim. Param olsaydı ağlar mıydım, Cemile? Borç verecektin, vermedin. Pul biberi de az atmıştım.
Cemile, ben geldim. Sıcak çayın yanına lokum aldım. Gül lokumu, sen seversin. Bu sefer ağlamadım. Altılıda kupon tuttu. Hem bak sana ne aldım, siyah saçların rüzgârda dalgalanmasın diye üzerinde boncukları olan toka aldım. İnan, ağlamadım. Dedim ya kupon tuttu. Cemile al, tak. Söz veriyorum bir dahakine işime daha çok önem vereceğim. Kuponu dört dörtlük dolduracağım. Sana altın küpe alacağım.
Cemile ben geldim. Dün geldim. Bugün geldim. Yarın da geleceğim. Işıkları geçince ilk binanın beşinci katında oturan Cemile... Siyah saçların rüzgârda dalgalanmasın. Açmayacak mısın kapıyı, ben geldim.
Cemile bazı insanlar günahkâr olarak dünyaya gönderilirler. Ya annelerinin ya da babalarının günahlarını sırtlayıp dünyaya gelirler. Mutluluk için çabaladıkça daha çok batarlar batağa. Ben de öyle çocuklardanım. Annemin siyah saçları varmış, babam limon kolonyası kokarmış. Senin baban ne kokardı Cemile?
Cemile aç kapıyı ben geldim. Dışarısı çok soğuk. Cemile…
Çanakkale Çiçekleri
Zeynep Bayezıt
Ey on beşli çocuklar
Solmayan çiçekler, tomurcuklar
Korkusuz, güzel yüzlü cesurlar
Şanlı bayrağımıza kanlarıyla
Al rengi veren kahramanlar
Cennette sizi bekler babalar
Gözü yaşlı kalan analar
Sizi vaktinde koklayamadılar
Çanakkale'de her bahar
Çiçekler yeniden açacaklar
Topa tüfeğe karşı direndik
Çanakkale geçilmez dedik
Canlarımızı senin için verdik
Gül şimdi, Ey şehit oğlu şehit
Cennet vatanı emanetiniz bildik.
Çanakkale Emanettir Bize
İrem Bayezıt
Çok büyük acılar yaşandı Çanakkale'de
Analar evlatsız kaldı, eşler kocasız
Topla, tüfekle cümle âlem inler de
Vatan harap oldu, evler bacasız
Ama göğsü imanlı Türk eri vardı
Sayısız düşmanın içine daldı
Çanakkale geçilmez idi feryadı
Düşman çok ana, biz ise azız
Şehadet için koşup gittiler
Vatana canlarını feda ettiler
Zor olsa da harp, vazgeçmediler
Can versek de biz, olmayız vatansız
Düşman giderek kin kusuyordu
Kara bulut gibi çoğalıyordu
Ama elin gâvuru ne bilmiyordu
Ölsek şehidiz kalsak gaziyiz
Bu destanın adı Çanakkale'dir
Can veren Türk, Kürt Ahmet, Mehmet'tir
Bu vatan onlardan bize emanettir
Biz şehit oğluyuz, asla çökmeyiz diz.
Ben Bir Kadınım
Necla Arpa Gülaçar
Ben bir kadınım, nasırlıdır ellerim
Ellerim gibi nasırlıdır yüreğim
Acılar, yaralar kabuk bağlamıştır içimde
Yaşanmamışlıklar var özlemlerimde
Kimi gün yuvamda sıcak bir çorbayım
Öteki gün kör ve sağır bir sır sandığıyım
Hiçbir kalıba sığdırılamaz hayallerim
Gerçeğimde "eline sağlık "sözüne bağımlıyım
Ana'yım ben, eşim, yârenim, ben barışım
Evimin bereketiyim, çocuklarıma aşım
Ayaklarımın altında saklı bir cennet
Kıymeti bilinmeyen rüzgârsız sükûnet
Ben bir kadınım yüz elim vardır
Bir elimle özenle koruduğum evlatlarımdır
Öbür ellerim yüz makinanın işini yapar
Gözlerimde nemli bir bulutun gölgesi var
Fark edilmese de ben bir kadınım
Acı sözlerden ağrır her bir yanım
Tükenmez asla şefkatim merhametim
Esaret içinde umut hep bekleyenim.
(8 Mart Kadınlar Günü'ne istinaden tüm kadınlara ithafen)
Gökkuşağı matemi
Faysal Demir
Virane hayatların metruk halinden
Uçurtma uçuran
Çocuksu hayaller kurmaktayız
Yitik sevdaların yırtık düşlerinden
Geleceğe kurulu
Umutlar biriktirme uğraşındayız
Kezzaplı gerçeklerden
Sütliman yalanlar çıkarmakta insanoğlu,
Sakat uykular ömrünü çalarken
Kör pencerelerden
Sillesini vurmakta zaman
Dağ iniltileriyle karışmakta
Kuşların açlık sesleri,
Bülbül göze almıyor artık
Gülün sadık bekçileri
Dikenlere karşı göğüs gelmeyi
Boş mermi kovanlarında su içmekte
Yaşama telaşından çatlamış dudaklar
Gökkuşağı matemini tutmakta
giysileri yırtılmış kayıp renklerin
Un ufak etmekte taşlarını sabır
Ve Eyüp Nebinin bile
İmtihanı kaybedeceği zamanlar,
İsrafil'i utandıracak
Haykırışlar yükselmekte
Ağlarını kaybetmiş merhamet
Dilenmekte örümcekler,
Kainatın damarlarındaki yırtık
Kan bulaştırmakta insanlığın sinesine
Yağmurlar yetmiyor
Lekesini temizlemeye dünyanın,
Ay gözlerini kaybetti
Güneş penceresinin perdelerini çekti
Işığı kapattı ve
Dinlenmeye çekildi Tanrı...