MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

SONA, Eyyüp Altun…

Leyla Mihrinaz Engin

Sona, 1913 ile 1915 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesinde cereyan eden Ermeni, Kürt ve Türk ilişkilerindeki kanlı sürecin anlatıldığı ve beraberinde gelişen Ermeni Kız ile Müslüman bir gencin aşk romanıdır.

Eyyüp Altun'un tarihi argüman ve anneannesinin yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı roman, dönemin hem dini hem etnik sorunlarına ışık tuttuğu gibi bölge insanının kültürel ve geleneksel yapısını da gözler önüne sermektedir.

Sona'da ilgili dönemlere kadar yüzyıllarca birlikte uyum, dostluk ve hoşgörü içinde yaşayan Ermeni, Kürt ve Türk Halkının ilişkilerinin; neden, niçin ve nasıl bozulduğu şeffaf bir dille vurgulanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915 yıllarında Rus Çarlığı ile girdiği savaşta, Ruslar Ermenilere olası bir Ermeni Devleti vaadinde bulunur. Rusların gayesi güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ayrı etnik ve mezhepteki insanları karşı karşıya getirmek ve iç savaş yaratarak mevcut güçsüzlüğü arttırmak ve böylece imparatorluğu bölmektir. Bu vaatlere istinaden, alttan alta yapılanan Hınçak, Taşnak gibi Ermeni partileri halkı bu anlamda örgütlemeye çalışır. Bölgede Osmanlı İmparatorluğunun asayişini sağlamak için Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları yanı sıra İttihat ve Terakki yapılanmasının bölge ve Osmanlı hükümeti üzerindeki etkileriyle uyum içerisindeki farklı din ve ırktan olan halk biri birine karışır. Cereyan eden savaşta Kürtler Ermenileri, Ermeniler ve Ruslar da Kürtleri acımasızca katletmiştir. Halkların birbirini böyle acımasızca katletmesi, kadın ve çocukların acımasızca süngülerden geçirilmesi, köylerin ve evlerin yakılışı, zorlu ve de zorunlu göçlere zorlanması, göç yollarındaki zalimane kıyımlar, okuyucuda derin bir hüsrana yol açtığı gibi bu kadar çabuk dolduruşa geliş sebebinin altında yatan cehalete vakıf olmakta beyinde çığır açtırmaktadır.

Halkların dramatik yaşamının kaleme alındığı Sona'da gerek Ermeni, gerek Kürt ve gerekse Türk halk öncülerinin inandıkları davada üstlendikleri roller okunmaya değerdir. Her bir öncünün kendini haklı bulmasından dolayı dile getirdikleri düşünce ve eylemlerin yansımaları okuyucuyu hayrete düşürecek güçtedir.

Son derece akıcı bir dil ile kaleme alınan Sona, okuyucu olarak sizi anlatılan tarihe çekmekte, olaylara şahit kılmakta ve hatta isyana sürüklemektedir.

Sona vesilesiyle Kürt, Ermeni, Osmanlı ve Rus çatışmasının gerçekleştiği Doğu Anadolu Bölgesinin coğrafik, ekonomik, siyasi durumu ve bölgede bulunan din ve ırktaki insan isimleri hakkında bilgi edinmek mümkündür. Romanda Ermenice ismi Eganis olan ilçenin bugünkü ismi Erciş'tir.

Eyyüp Altun'un oldukça sade bir dil ile kaleme aldığı Sona, aynı zamanda romanın kahramanıdır. Ermeni kızı Sona, bir düğünde Müslüman olan Gazi ile karşılıklı oynarken birbirine aşık olurlar. Aşık olan gençlerin evliliğine izin yoktur çünkü dinleri farklıdır. Gazi ve Sona kahramanları aracılığıyla din, örf ve gelenekler hakkında da bilgi aktarmaya çalışan yazar, yasak aşk üzerinden romana büyük bir ilgi ve merak yaratmaktadır.

Sona ve Gazi'nin aşk mecrası Murathan Mungan'ın Mahmud ile Yezida Mezopotamya Üçlemesi'ni çağrıştırmaktadır. Mungan, Müslüman Mahmud ile Ezidi Yezida'nın sonu acı ve ölüm ile biten aşklarını kaleme alır. Farklı dini inançlara sahip olan halkların dinlerini değiştirmemek adına katiyen müsaade etmedikleri bu hazin aşk öyküleri genelde kan ile kavga ile sonuçlanmaktadır. Sona ve Gazi bir taraftan aşk acısıyla zorluk çekerken, diğer yandan savaşın tüm zorluklarına maruz kalırlar. Kahramanların hem Kürt hem Ermenilerin saldırılarına maruz kalmaları da romana enteresan bir boyut kazandırmaktadır.

Sona, Mehmet Uzun'un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde romanının kahramanı Menduh Selim Bey ve Çerkez kızı Feriha'yı da anımsatmaktadır. 1920-1923 yılları arasında Van'dan Antakya'ya göçmek zorunda kalan Vanlı subay Menduh Selim Beyin bir yandan vatan, bir yandan da Çerkez kızına olan aşkının anlatıldığı romanda sonuç yine hüsrandır. Kurtuluş savaşının ve Kürt hareketlerinin yoğun olduğu dönemlerde yaşanan bu aşk, memleket hengâmesine kurban gitmiştir.

Sona ve Gazi'nin aşkı roman boyunca okuyucuyu endişeye boğsa bile tüm zorluklara rağmen kaçarak bir araya gelmeleri kısmen de olsa rahatlatacaktır. Ancak romanın okuyucusunun kafasında onlarca cevap bekleyen soru bırakmaktadır.

Ermeni halkının bir torunu olan yazar Altun, kalemini ve duruşunu son derece tarafsız tutmuştur. Yazar, Sona romanını öyle bir noktada bitirmiş ki, okuyucuyu ikinci bir roman beklentisine sokmuştur.

Gerçeğin, dramın, yaşamın, aşkın büyük bir ustalık ve tarihi sorumluluk ile kaleme alındığı Sona okunmaya değer bir romandır. Eminim üzerinizde bıraktığı etkiyi uzun süre atlatmakta zorluk yaşayacaksınız ve zaten iyi bir roman sizi etkileyen roman değil midir?

 

 

Eylül

Necla Arpa Gülaçar

Bir sonbahara yeniden merhaba, dedik. Kışı uzun yazı kısa memleketim, aylarca sürecek bir kışa hazırlık derdinde olanların telaşı yeniden başlıyor.

Vakit eylül, aynı cinsi başka bir yerde bulunmayan üzümlerinin bağ bozumu zamanı gelmiş demektir. Çocukluğumdaki en güzel hatıralardan biridir uçsuz bucaksız üzüm bağları.

Zaman değişiyor insanlar değişiyor ve insanlar değişip çoğaldıkça katledildi üzüm bağları. Eskisi gibi gülümsemiyor yol kenarında narin ayva ağaçları, çoktan yok edilmiş Hakkı amcanın armut bahçeleri.

Eski elma bahçelerimizin yerinde terminaller bitmiş. Katledilen bahçelerin yerine malzemesi çalınmış katil binalar inşa edilmiş. İnsanı yine insan öldürürmüş betondan tarhlar değil. Küsmüş leylaklar mayıs ayında açmayacaklarına adeta ant içmişler. Mis kokan iğde ağaçları eyvah eyvah demekte, sıranın en önce onlara geleceğini bilmekte. Sonbahar melankolisi bu olsa gerek özlemekteyim eski bahçeleri.

Annemin Edremit'teki evinin terasında muhteşem Van gölümüzü izlerken sonbaharda ayın huzmesi(ışık demeti)mest ediyor beni. Sonra ay ışığının su ile muhabbeti, izdüşümü ayrı bir sevdayı filizlendiriyor içimde. Doğayla konuşmak yeryüzünün, gökyüzünün ayetlerini okumak… Güneş usulcacık çekilivermekteyken ağaçlarla sohbete daldım rengârenk yapraklar; kırmızı, sarı, yeşil arasında yürümekteyken tatlı sesler duymaktayım. Kırkını aşmış kızına tıpkı beş yaşındayken nasıl sesleniyorsa öyle seslenen bir anne sesi (kızım üşüyeceksin sırtına bir hırka al)bir zamanlar kızdığımız ve inat olsun diye söylenenin tersini yaptığımız tatlı nidaları hangimiz özlemedik ki...

Eylül ayı geçiş dönemi; fetret, bekleyiş, özleyiş! Ve eylül, şairlerin ayı üşümeyle ısınma arasında bir duygu. Rehavetten, ataletten silkinme ayı çoğumuza göre hazırlık ayı ve bir tarafı hep hüzündür…

Yaz aylarının matemi tutulur vedalar başlar evlatlar ebeveynlere yeniden elveda der. Uzaklar gönüllere yakın, yakınlar da uzak olur.

Yağmurlar başlar yağmurlar bereket olduğu kadar aynı zamanda hüzündür. Şairin hüznü yağmurun yağmasında değil onda bıraktığı hüzün halidir o hal ile hem hal olur dökülür kaleminden devasa sözcükler. Sonbahar yağmurları hüzündür fakire, yine bir kışı haber vermekte hazırlığa mecali olmadığından ilhama kapılmaz kışı atlatabilmenin yollarını arar.

Ayağımı bastığım toprak yorgun, can çekişen insan gibi soluk alıp vermekte ve ben avuç avuç toprağa akıp gitmekteyim. Doğa ile konuşmak insanla konuşmaktan daha kolay geliyor bana. Çünkü toprak aldatmıyor, ağaçlar söz veriyor: Eğer insanoğlu beni kökümden kesmezse senin için yeniden dirileceğim, diyor. Güneş, ay, mavi göl insicamımıza senin için devam edeceğiz diyor.

Ama İnsan… Ah, insan! Kör, sağır oluveriyor bazen birbirine ihanet etmekle kalmıyor yeryüzünün ayetlerine de ihanet ediyor. Ey insan! Söyle bu gün kaç çiçeği öldürdün yeryüzünün tarhına kaç bomba diktin. Geçip giden zamana kaç defa ihanet ettin.

 Ve söyle Ey yeryüzü tarhı! Bağrında kaç Esat besliyorsun. Burma da ki zalimleri hala bağrında besleyecek misin? Kaç gözyaşım kaldı bilemem her eylülde ağlayacağım biliyorum…

Biliyorum ağlıyorsam hala insan olarak kalabilmişim demektir. Ben aslında her mevsim ağlıyorum.

Toprağıma, toprağımda filizlenen yabancı tohumlara, kardeş kavgasına, hizip kavgasına, hep iki defa öldürüldüğüm için, ağaçlar öldüğü için, çocuklar açlıktan öldüğü için ağlarım…

Aslında her eylül ayı beni ölüme yaklaştırdığı için ağlarım, beklerim, bilenirim!

 

 

Vazgeçtim

Zeynep Sümer

Adına şiirler yazmayacağım

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

Ettiğim yemini bozmayacağım

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

 

Kırılsın kalemim kopsun şu elim

Ağarsın saçlarım bükülsün belim

Sanma ki gelecek benim ecelim

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

Hani bir tanendim hani canındım

Damarında akan deli kanındım

Unutamadığın güzel anındım

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

 

Yüreğini sarsın örümcek ağı

Vebalim boynuna hep ayak bağı

Yıktın ellerinle şu koca dağı

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

Ekmek bulunur mu zahmet olmazsa

Mevla'dan bir ikram Rahmet olmazsa

Vefasız iki çift Sohbet olmazsa

Yolun açık olsun vazgeçtim senden...

 

Hayal kırıklığı geriye kalan

Zeynep sanki enkaz emin ol talan

Kurumuş gülmüydüm vazoda solan

Yolun açık olsun vazgeçtim senden.

 

 

Ayakkabı

Merve Beyaz

Yaşam telaşıyla

Yırtılan paçama takıldı elim

Eskiyen ayakkabım

Geçen zamana inat

Tutundu ayağıma

 

Hepimiz

Bir yerlere tutunmuştuk

En çok da

Kelimelerimiz

Yüreğimize

 

Yaşam telaşından ziyade

Yaşam kavgasıydı

Omuzlarımızı çöktüren

 

Herkes kavgasında haklı

Ve herkes kendi dışında

Her şeye yabancı.

 

 

Sen yokken

Kenan Gezici

Sen yokken ölüm çığlığı evim

Anlamı yok akşamüstünün

Sabahımın

Gurbete düşmüş

Sürgünüm

 

Saatler koşarken yelkovanın peşinde

Hüzünlenirim

 

Geçti günüm cenazesiyle

Bu gün sensizdim

En sevdiğin filmi izlerken

Hatırlılarken ılık gülüşünü

Gözyaşlarımı durduramıyorum

 

Biliyor musun?

Uzun uzun yürüyüşlerimizi

Özledim

 

Nasıl sevinirdik aklına getir

Ayrılık bir ok gibi gülüm

 

Yüreğime astığım resminle

Avunurum

Kaşıdıkça kanayan acı

Anlamsızca ettiğim

Boş sözlerim

 

Şimdi yoksun yanımda

Özlemim

Seni her anımda

Özlerim.

Bakmadan Geçme