MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

Bir Zamanlar Sinemaya Giderdik – 1

Ümit Kayaçelebi

'Aradan koskoca seneler geçse de

Kimileri bu dünyadan göçse de

Bazıları onlardan hiç bahsetmese de

Unutmadık onları hep anıyoruz.'

Yaşamımızın başında televizyon değil; sinemanın olduğu yıllar... Çocukluğumun ilkokul yıllarına denk gelen 1959-1960'lı senelerde hatırladığım kadarıyla Van'da iki kışlık, dört yazlık sinema vardı. Şehir ve Emek Van'daki kışlık sinemalardı. Şehir, Emek, Yıldız ve Yeni Sinemada yazlık sinemalarımızdı. Yalnız Van'ın en eski kışlık sineması Şehir en eski yazlık sineması da Yeni Sinemaydı. Emek ve Şehir Sinemasından sonra Yıldız Sineması açıldı. Yeni Sinema çok kısa ömürlü oldu. Zaten yazlık Sinema içinde yeri pek uygun değildi. Rahmetli Bahri Koç Yıldız Sinemasını açtığı zaman getirdiği filmlerle emek ve şehir sinemasını solladı diyebilirim.

Şehir Sinemasını Siirt Kökenli Rahmetli Şefik Saydan açmıştı. İlginçtir ki sinemaya giden herkese hangi sinemaya gidiyorsun? Diye sorulduğunda Şefiğin sinemasına gidiyorum derdi. Rahmetli Eşi Halide Hanım da sinemaya çok gelirdi.  Kışın kışlık ve yazında yazlık sinemada gelir locaya kurulur çerezi meyvesi gazozu gelir ve locaya tek başına otururdu. Şefik Saydan işini çok seven biriydi yetişkin çocukları olmasına rağmen bir de bakardınız gelmiş gişede bilet satıyor. Zaten çocukları da onu mümkün mertebe yalnız bırakmazlardı.

O zamanlar sinema sadece eğlence aracı değil,  yaygın eğitim aracıydı; hatta belki de okul... Sinemada oynatılmış bir filmi görmemiş olmak adeta bizim için bir eksiklik sayılırdı. Bazı çok görmeyi arzu ettiğim bir filmi görememek beni günlerce yasa boğardı. Çocukluk yılarında birkaç filmi göremedim ve hala içimde bir uhde olarak kalmıştır. İşte o filmlerden aklımda kalan bir kaçı; 'Muradın Türküsü', 'Lana ormanlar perisi', ' Kaptan Grantın çocukları', 'Siyah Gül''….

1950 Türkiye'sinde sinema salonu olan nadir şehirlerden biri olan Van'ın Cumhuriyet yıllarında ilk açılan sineması; çarşı içindeki açık ve kapalı salonu olan "Şehir Sinemasıydı. Diğer 'Emek Sinemasına'  göre daha küçüktü, doğal olarak eskiydi, fuayesi yetersiz, birkaç localı, özellikle balkondaki koltuk sıralarının arası çok dar, koltukları gıcırtılı ve rahatsızdı.

Makine dairesinden gelen gürültü balkondan film izleme keyfini kaçırttığından bu sinemaya nadiren gider, filmi salondan izlemeyi tercih ederdik. Zaten şehir sinemasının balkonu Cumartesi ve Çarşamba günleri bayanlara tahsis edilirdi. 1950'li yıllarda Çarşamba ve Cumartesi dışında sadece Pazar günleri halk ile askerlere açık olurdu. Daha sonraki yıllarda her gün film oynasa bile kış aylarında balkonda film seyretmek mümkün olurdu.

Şehir Sineması artık yok. Sinemanın yerinde yeller esiyor.  O bir zamanlar bizi heyecandan heyecana koşturan filmlerin oynadığı Şehir Sinemasının yerinde çeşit çeşit arabaların park ettiği bir koca park var! Şehir Sineması o dönemin en eski kışlık sinemasıydı. Evimize yakın olduğu ve iyi filmler getirdiği için biz ailece en çok o sinemaya giderdik. Ailece derken gündüzler ortaokul sıralarına kadar annemle ondan sonra ise tek giderdim. Çünkü o yıllarda erkek çocuğu bile olsan gelişi güzel oraya buraya gitmek yoktu. Bizler zaptı rapt altında büyüdük. Hele geceleri yanımızda bir büyük olmadan senelerce sinemaya gidemedik.

Şehir Sineması Cumhuriyetin ilk yıllarında Halk Evi olarak kullanılmış daha sonra ikiye bölünerek bir tarafı Halk Kütüphanesinin bulunduğu bir binaydı. Özellikle sinema salonu olarak tasarlanmadığından salon düzayaktı. Yükselti olmadığından benim gibi kısa boylular bir öndeki koltuğa uzun boylu biri geldiğinde film seyretmek çok zor olurdu. En arkada iki sıra yükseltili bir yer olduğundan orada yer kapmakta acele ederdik. Şehir Sineması doğrusunu söylemek gerekirse l962 yılında yapımına başlanan Emek Sineması kadar konforlu ve alayişli bir sinema değildi.

Yılbaşı tatili ve sömestr dönemi hariç hafta içi sinemaya gidemezdik. Kış aylarında hafta sonu bu iki sinema zınga zınk dolardı. Cumartesi günü ve Çarşamba günleri ilk zamanlar tek film oynatılırdı. Daha sonraları bu film sayısı ikiye çıktı. Şehir Sineması gibi Emek Sinemasının da filimin başlama saati 14.15'ti ( 2.15) Paramız olursa pazar günü de sinemaya giderdik.

Şehri gezen Faytonlarla yapılan anonslarla hangi sinemada hangi filmin oynadığı duyurulur, sinema önüne ve şehrin belli yerlerine bez film afişleri asılırdı. Sinema dış duvarlarındaki camekânlı çerçevelerde filmin orijinal afişi ve fotoğrafları bulunurdu. Bunun yanı sıra Cumhuriyet Caddesinde Emek ve Şehir Sinemasına ait Camekânlı panolar vardı ve cam çerçeve ile kaplı bu panolara 0 gece oynayacak filmlerin afişler ve film lobi kartları asılırdı. Biz de her iki sinemanın panolarına bakar bakar durur ve en sonunda iki sinemadan birinin tercihini yapar ve gece o sinemaya giderdik. Gündüz öğleden sonra oynanan filimler bu panoda yer almazdı.

Talebin çok olduğu bazı filmlerin biletleri önceden satılırdı. !950'li yıllarda sinemaya giriş 75 kuruştu. 1960 yıllarda önce 100 kuruş oldu ve l50 kuruşa kadar çıktı. Yani gazetenin 25 kuruş olduğu, gazozun 25 kuruş olduğu, 25 kuruşa ceplerimizi kırık leblebi ile doldurduğumuz yıllar.

Bilet fiyatları standarttı sinemalarda. Gelen filme göre de sinema oynamazdı. Mesela 10 Emir filmi geldiği zaman Şehir Sineması ve Emek Sinemasında iki sinemada birden oynadı Van ayağa kalktı. O film bana göre oynadığı yıllarda Van'da en fazla ilgi gören Filmlerden biri olmuştur diyebilirim. İnsanlar sinemaya gittikleri vakit Caharlton Heston'un Hazreti Musayı canlandırdığı sahnede Firavun ve askerleri yetiştiğinde elindeki asa aile denizin ikiye ayrılışı ve Hz. Musa ile İbranilerin karşıya geçtiği o sahneyi ne ben ne de seyredenler hala unutamamışlardır.

Şehir Sinemasının girişinde bilet kontrolü yapan Muzaffer'i hiç unutamam. Bazen seansa yetişemeyip, geç kaldığımızda "iyi müşteri olmanın 'bonus'u olarak" bizi içeri biletsiz alırdı. Onlar genç insanlardı bizse bala çocuklardık. İkinci perde olduğunda acıyıp bizi içeri salarlardı. Elimizde kalan parayı bol keseden sinemanın büfesinde harcardık. Çok para dediğimiz belki 50 veya 100 kuruştu. Çocukluk yıllarında ilkokul sıralarında elime kâğıt paranın değdiğini hiç hatırlamıyorum. Yer göstericileri bahşiş vermediğimiz için biz çocuklardan hoşlanmazdı. Zaten anne ve babamızdan yalvar yakar zar zor sinema parasını alabiliyorduk ki 25 kuruş verip siyah çekirdek alamadığımız zaman film arasında çerez alıp yiyenlerle o bir zamanlar Yakup Sandıkçının Van'da imal ettiği mis gibi  'Uludağ' gazozunu Ağustos aynın sıcağında yudumlayarak içenler bakıp imrenirdik. Matinelerde (Cumartesi-Çarşamba) balkon tümüyle, kadınlara ait olurdu.

DEVAMI HAFTAYA…

 

 

Hüzünlüyüm Bugün

Yusuf Aytekin

Hava çok soğuk

Gözlerindeki hüzünden bile çok

Ellerini ısıtmaz bu nefesim

Sigaramın dumanı bile yok

Hüzünlüyüm öylece bugün

Ellerim boş, sol yanım boş

Ben senden…

 

Saatler bugün mesaiye kalmış sanki

Geçmez oldu bu yalnızlık ve hüzün

Gözlerim dalgın

Yüreğim dargın, bende senden...

 

Öylece hüzünlüyüm bugün

Kitaplarım yoksun, şiirlerim yoksun

Neredesin, bende senden...

 

Şiirlerim kafiyesiz, sözlerim sahipsiz

Kala kaldım bu soğukta evsiz

Müşterek olan bu hayat

Ne zaman bana gülecek

Ben gülmeden bana kim gelecek

Acısı da tatlısı da böyle bitecek

 

Hüzünlüyüm bugün ama seviyorum

"A"dan "z"ye kadar

Çok mu az oldu bu kadar

Üzgünüm

Alfabem seni anlatamayacak kadar dar

İste bugün öylece hüzünlüyüm.

 

 

Ağlarım

Necla Arpa Gülaçar

Ağlarım kimsesizliğime

Ağlarım sessizliğime

Ağlarım bitip tükenen hayatıma

Ağlarım kendime, kaderime

Ağlarım!

 

Afrikalı çocukların açlığına!

Iraklı çocukların umutsuz bakışlarına

Filistinli çocukların babasızlığına

Muson yağmurlarıyla birlikte

Ağlayan Arakanlılara ağlarım!

 

Ağlarım!

Kardeşlerim nerede diyenlere

Zalimlerin zulümleri altında ezilenlere

Rabbini unutanlara

Kardeşi kardeşe kırdıranlara

 

Ağlarım!

Ağlarım!

Mazlumların yanında olmayışıma

Cılız dualara esir oluşuma

Zengin sofralarda var olduğuma

Kimsesiz oluşuma, ağlarım!

Ağlarım!

Ağlarım!

 

 

Aşk gülüşünde saklı

Ayşegül Ayaz

Gözlerinde doğmadıktan sonra

Ne günün ne güneşin anlamı var

Ben sessizliğin ateşindeyken

Nasıl doğsun ki güneş?

 

Sen bir fırtınaydın

Tarifsiz sonbaharımda

Hayalleri yaprak yaprak döken

Ve sen geceye, aya inat

Düşlerimi aşka kıldın eş

 

Çok yıldız döküldü yine

Gönlümün gökyüzünden

Beni kendine kıldın kardeş

 

Hayat kırmızıydı kırmızı sen

Ben mavisiyim kayboluşların

Sevda selinde yarınlar mahkûm

Sonsuz deryada sürüklenen

Sessizliğe haykırış

 

Aşk sendin oysaki

Aşk gülüşünde saklıydı

Aşk gözlerindi

Gönlümde son bakış

Bakmadan Geçme