MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

Farkına Varamadığın Bir Mucizesin Sen

Esma Gülaçar

Ruhsal durumumuzun fiziksel sağlığımızla doğrudan bağlantılı olduğunu artık hepimiz biliyor olmalıyız. Ünlü hekimlerden İbni Sina tâ yüzyıllar öncesinden şunu söylemiştir: "Ruhsal bir hayal gücü vardır. Bu güç hastalıkları oluşturabileceği gibi var olan rahatsızlıkları da ortadan kaldırabilir. Beden ruhsal hayal gücünün emirlerine itaat etmek zorundadır."

Bugün modern tıp ve psikoloji bilimi de bilinçaltımızın kullandığımız olumlu olumsuz her sözcüğü gerçek olarak kabul edip buna göre bir yol izlediğini ve düşündüklerimizin, söylediklerimizin dönüp dolaşıp bizi bulduğunu söyler. Bugün sıklıkla kullandığımız sözcüklerin gelecek hayatımızın gerçeklerini oluşturabileceğini az çok tahmin edebiliriz.

Yani kullandığımız olumsuz sözcüklerin yerine ağırlıklı olarak olumlu sözcükler kullanmaya başladığımızda hayatımızın olumlu yönde bir değişime girmesi mümkün. Kullandığımız sözcükler bilinçaltımızı etkileyerek bir süre sonra düşünce yapımızı, düşünce yapımız da davranışlarımızı şekillendirerek hayatımızın akışını önemli bir ölçüde değiştirebilecektir. Tabii bazı şeyleri teknik olarak yapmak birçoğumuza samimi gelmez. Hepimiz belki de kendimizde,  hayatımızda yapacağımız değişikleri inanarak ve isteyerek yapmak isteriz. Bu yüzden bunu samimiyetle gerçekleştirmek istiyorsak iç dünyamızda olumsuz duygu ve düşünceler ile alışkanlıkların oluşturduğu negatif enerjinin bize zarar verdiğinin, bedenimize hastalık olarak sirayet ettiğinin farkında olmamız gerekiyor.

 

Bu farkındalığı kazandığımızda bilinçli olarak göstereceğimiz çaba bilinçaltımızı etkileyerek değişime kapı aralayacaktır. Düşünsenize bugün ağzımızdan çıkan olumsuz bir sözcük duygularımızdan yansıyan kin, nefret ve öfke kâinatın en uzak zerrelerini bile ürpertecek kadar yayılabiliyor. Aklımızın alamayacağı bir denetim ve gözetim altındayız her an.  Sadece kendimize karşı değil yapıp ettiklerimizle koca bir kâinata karşı sorumluyuz.  Kendi potansiyelimizin farkına vardığımız an sebepleri suçlamaktan vazgeçeriz. Talihsizliklerimize önemli ölçüde sebep oluşumuzun ve kendimize bilinçsizce verdiğimiz zararın farkına vardığımızda nefret ettiklerimiz bir bir azalacaktır belki de. Hayatımızda müsebbibi olduğumuz yüzlerce hususun farkına vardığımız an onu değiştirebilme gücünün farkına varabiliriz.

Düşünün! Hayatınızdaki olumsuzlukların ne kadarının sizden ne kadarının sizin dışınızdaki unsurlardan kaynaklandığını. Kontrol edemediğiniz olumsuz durumlara olumlu bir bakış açısıyla nasıl bir çehre kazandırabileceğinizi, algı ve düşünce gücünüzle olumsuzlukların sizi olumsuz etkileme oranının sizin olumsuzluklara yüklediğimiz anlam ile ne kadar bağlantılı olduğunu bir düşünün. Pozitif algıladığınız bir yaşantı,  yaşananları sürekli olarak negatif algılayan karamsar bakış açısına sahip birisi için kötü bir yaşantı hükmünde olabilir. Travmatik boyutta olmayan olumsuz yaşantıların olumsuzluk derecelerinin kişiden kişiye değişebildiğini gözlemleyebilirsiniz çevrenizde ufak çaplı bir analiz yaparak.

Artık sebepleri suçlamayı bir yana bırakın ve kendi özünüze dönüp bazı gerçekleri sorgulayın.  Kendi iç âleminizde yaptığınız analize göre;

Eğer hâlâ KIZIYORSANIZ Kendiniz ile olan kavganız bitmemiş demektir.

Eğer hâlâ KIRILIYORSANIZ Gönül evinizin tuğlaları pekişmemiş demektir.

Eğer hâlâ KINIYORSANIZ,  af makamına ulaşmamışsınız (öfke ve kin sizi cayır cayır yakıyor) demektir.

Eğer hâlâ Allah için sevmiyor ve sevginizde ayırım yapıyorsanız, hâlâ vesveseye kapılıyor içinizdeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsunuz demektir.

Eğer hâlâ "BEN" demekten vazgeçmiyorsanız,

Dizginleriniz hala enaniyetinizin elinde ve siz bu esarete boyun eğiyorsunuz demektir.

Eğer hâlâ musibetlere yana yana üzülüyorsanız, musibetlerin iç yüzünü hakikatlerini bilmiyorsunuz demektir.

Eğer hâlâ şikâyet ediyorsanız, Şükür duygusunu tatmamışsınız demektir. Yaptığınız analizin sonucunu sentezleyin ve artık hayata olumlu bakabilmek, şükür duygusunu içtenlikle yaşayabilmek, küçük şeylerle mutlu olabilmek, olumsuzluklara haddinden fazla mana yüklemeyerek onu savuracak gücü kendinizde bulabilmek için, olumsuzlukları yok saymadan olumlu konuşun, olumlu düşünün, olumlu yazın, olumlu görün ve güzelliklerin hayatınızda inşa oluş mucizesini izleyin...

 

İnsan -Kent ve Kültüre Dair

Ramazan Yıldırımçakar

Görünüşte bağımsız bir hususlar zinciri gibi duran fakat aksine bir etkileşim yumağı, sıkı bir ilişkiler bütünü, bir tasavvur ve bir var olma biçimi olarak birbirine içkin bir süreci ifade eden insan-kent ve kültür kavramları aynı zamanda ontolojik bir örgüyü de kapsamaktadır.

Bazı kelimelerin izaha ihtiyacı olmasa da bazı kelimeler defaten açıklanmalıdır. Bu bağlamda insana dair bir izahatta bulunmak gerekirse şunu söylemek mümkündür,

''İnsan kavramı modern bilimin tahakkümü ve pozitivizmin vahşi otoritesi tarafından gelişmiş bir sinir sistemine sahip hayvan olarak tanımlanmakta ve tanıtılmaktadır.''

Ebetteki bu tanımlama biçiminin arkasında yatan çok güçlü ideolojik ve felsefi argümanlar var. Bunlara değinirsek asıl vurgulamaya çalışacağımız konunun dışında bir epistemik alana geçiş yapmış olacağımız için bundan sakınıyoruz. İnsan kavramının hikmet ve irfan ehlince nasıl bir hüviyete sahip olduğunu belirtip kent ve kültür kavramlarını epistemolojik bir kazıya tabi tutmaya çalışacağız:

İrfan ehlinden Sadi Şirazi: - İnsan yek katre i hunesthezzar endişe

(Bir damla kan binlerce endişe/kaygı/derttir) diye tanımlamaktadır

Kanden gelir yolun senin / Ya kande varır menzilin

Nerden gelip gittiğin anlamayan / Ancak hayvan imiş

Varoluş amacının bilincine varmayan varlığının başlangıcının öncesinin ve sonrasının ne olduğunun kaygısını taşımayanın insan olarak değil hayvan olarak niteleyen Niyazi Mısride Sadi'nin söylemek istediğini farklı kelimelerle dile getirmiştir.

Bu koroya Yunus emre de ezcümle bir kaç kelime ile önemli bir izah getirmiştir:

Fikir yumuş oğlanıdır

İnsan kaygı kanidir.

(Yani fikir etkileşim iletişimden doğar insan ise kaygıdan meydana gelir. İnsanı beşer aşamasından insan mertebesine ulaştıran kaygıdır der.)

Anlaşılıyor ki insanı var eden temel unsur kaygı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama burada söz konusu kaygıyı anlamlı kılan bu insanın nasıl bir kaygı geliştirdiğidir. Çünkü tarihsel olarak insanın zorunlu bir şekilde irtibat halinde olduğu metafizik alanla olan iletişim ve etkileşimi doğal olarak bu insanın bir tanrı tasavvuru bir insan tasavvuru ve bir evren tasavvuru geliştirmesine neden olmuştur. Bu tasavvur biçimleri medeniyet inşası için olmazsa olmaz unsurlar demektir aynı zamanda.

Yunan mitolojisinden Hristiyan teolojisine kadar batının metafizik zeminin politeist(çok tanrılı)süreçlerin olması ve bu tanrılar arasında bir kargaşanın var olması bilhassa Prometheusolarak nitelenen mitolojik varlığın tanrılardan ateşi çalıp insana ulaştırması ve sonrasında diğer tanrılar tarafından cezalandırılıp dövülmesi bir çatışmayı ifade eder. Bu şekilde çatışmacı bir tanrı tasavvuru ile kendini batılı insanın kültürel hafızasında inşa eden metafizik çatışma bu teolojiyi özümseyen insanı da çatışmacı halde var edecektir.

Çatışmayı kendine esas alan bu insan evrene de tahakküm kurma gayretini doğuracaktır. Nitekim bu arzu Frans Bacon'un dilinden şöyle dökülecektir bilgi güçtür. Aslında bu cümle öyle görüldüğü gibi masumane kurulmuş bir cümle değildir. Yani evrene tahakküm kurmanın gücüdür. Eşyaya söz geçirme gücü.

Kültür kavramı dedik. Evet, bu kavram köken olarak Latince olsa da Fransızca da bir tarım kavramı olarak ekip biçmeyi ifade eder. Fakat güncel popüler kullanımı bir toplumun kültürel hafızası, üretim ve tüketim biçimleri ve toplumsal etkinliklerin toplamından doğan Örf ve bireysel/toplumsal Davranış biçim ya da biçimlerini ifade eder şeklinde farklı yorumlar yapılmaktadır. Haddi zatında batı menşeli ve modern bir kavramdır. Yani yaşadığı anlam kayması ve popüler olarak kullanılmaya başlandığı tarih yakın bir zamanı işaret etmektedir ve felsefi dayanaktan yoksun bir kavramdır.

Klasik sosyologlardan Weber doğu batı toplumları ayrımına giderek kendince bir teori geliştirmeye çalışsa da bunların asıl konusu antik yunan politeizminden ve Hristiyanlık teolojisinden kalma çatışma kültürünün doğurduğu sosyolojik açmazlarına bir çözüm arayışı olduğunu unutmamak gerek.

Yine Weber'den bir aktarımda bulunayım.  Der ki: ''İnanç inananı inşa ettiği gibi inananda inancı inşa eder.'' Tabii bu görüş Weber'i bağlar. Ben cümleyi şu şekilde değiştirerek sormak istiyorum: - Toplum kenti inşa ettiği oranda kentte toplumu inşa eder. Çünkü kent dediğimiz olgu da modern bir örgütlenme biçimini ifade eder ve bu örgütlenme ve işleyiş biçimi sanayi devrimine kadar yoktu. Üretim biçimlerinin değişim ve dönüşümü sonrası meydana gelen yapılanma biçiminden doğdu. Ve kendi insan tipini üretmeyi (yaratım) başarabildi.

 

Ben Hep Yalnızım

Metin Özdoğan

Ben boğazın bekçisiyim

Karadeniz'den gelene güle güle derim

Geçilmeyen Çanakkale'den gelene

Boğaza hoş geldiniz derim

 

Bazıları dur derim

Bazıları da geç

Yoktur dünyada bir eşim

Deniz dalgalarıyla sevişirim

Konuşurum kuşlarla

Ben hep yalnızım

Dalgalar vurur duvarlarıma

 

Bazen onlara da kızarım

Niye duvarlara vururlar diye

Gemiler bizi gönderiyor,  diyorlar

 

Geçen gemilerle konuşuyorum

Bazısı çok yorgunum diyorlar

Uzun yollardan geliyorum

Bazen yunuslar geliyor

Onlarla konuşuyorum

Boğuşuyorum

Yağmurlarla, rüzgarlarla

 

Bazen dalgalarla dans ederim

Gelip geçenlere el sallarım

Ben kimmiyim

İstanbul boğazının bekçisiyim.

 

 

Ah

Merve Beyaz

Neyi tüketmedik ki

Tren garlarında ayrılıkları

Yıllarca beklenen mektupları

Tükettik sevgiyi, hasreti... 

 

Gitmeyi tükettiğimiz kadar

Kalıp beklemeyi de...

Ah'lari bitirdik,

Ah çeke çeke

 

Kaybettik ceset dolu dünyada

Bütün olup biteni

Yüreklerimizde çınlanan

Ah'lardır,

Sulamayı unuttuğumuz çiçeklerin

 

Fırlattık tohumları yerlere

İnkâr ettik toprağı

Toprak olduğumuzu unutarak

Bulaştık çamura

 

Yetmedi!

Bulaştık gökyüzüne

Kafeslere koyduk kuşları

Toprak olduğumuzu inkâr edip

Unuttuk beşer olduğumuzu, şaştık.

 

 

Şimdi

Kenan Gezici

Uzun zaman oldu mu ki

Önce sen esen rüzgârı gördün

Sonra peşin sıra ben

Artık o kadar önemli değil

Gürültü koparan yürek

 

Beni yazdığın sıra

Basit gördüğüm hatıra

Artık oturduğum yerde

Üşüyorum

Kanadım yok

Biliyor musun?

 

Örneğin şiir yazmıyorum

Çizgili yapraklara

Sevmeyi bilemiyorum

Her gün biraz daha

Yorgun uyanıyorum

Ve soruyorum

Neden böyle yavaşladı

Hızlanması gereken

 

Adımımı atarken son merdivenden

Berrak bir zaman beni karşılar

Derin bir nefes alırım

 

Sırtımı dayadığım duvar

Beni sen karşılasaydın

Selam merhaba deseydin

Yeniden dolaşsaydık

Sen sussaydın

Ben de konuşmasaydım.

Bakmadan Geçme