MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.
Büyük Usta Yaşar Kemal
Ümit Kayaçelebi
1923 Hemite, Osmaniye doğumludur. Tam adı Kemal Sadık Gökçeli'dir. Kürt kökenli Türk romancı, senaryo ve öykü yazarı. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak'ta da yer alan Bebek öyküsü ile ilk romanı İnce Memed, Cumhuriyet'te tefrika edildi. İnce Memed, yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlandı. Kitaplarının yurt dışındaki baskısı yüz kırktan fazladır. Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu'nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. PEN Yazarlar Derneği üyesiydi. Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazardır.1952-2001 yılları arasında Thilda Serrero ile evli kalmış, 2002 yılında Ayşe Semiha Baban ile 2. evliliğini yapmıştır. 28 Şubat 2015 tarihinde organ yetmezliği sebebiyle yoğun bakımda olduğu hastanede vefat etmiştir. Cenazesi 2 Mart 2015 tarihinde düzenlenen törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir.
Yaşar Kemal, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi'nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü'ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan bir ailenin çocuğu olarak Adana'nın Osmaniye ilçesinin Hemite (o zamanki adı: Gökçeli ya da Göğceli; bugünkü adı: Gökçedam) köyünde doğdu. Yazarın doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Behçet Necatigil tarafından yazılan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde 1922;Tuba Tarcar Çandar tarafından hazırlanan Yaşar Kemal Fotobiyografi'sinde Ocak 1923 olarak belirtilmiştir. Doğum tarihinin nüfus cüzdanında 1926 yazdığını söyleyen Yaşar Kemal, nüfus cüzdanını ilkokulu bitirdikten sonra aldığını, kendi hesaplarına göre doğum tarihinin 1923 olduğunu ifade etmiştir.
Bu tarihin de hatalı olabileceğini belirten yazar, köylülerin yayladan döndüklerinde doğduğunu, bunun da ekim ayına denk geldiğini söylemiştir. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşurdu. Luvan aşiretinden olan babası, Birinci Dünya Savaşı çıkınca ailesiyle birlikte ikamet ettikleri köyden ayrılıp göç etmeye başlamışlardır. Van'dan Diyarbakır'a, buradan da Çukurova'ya bir buçuk yıl süren göç sonucu gelmişlerdir. O zamanlar Kadirli'ye bağlı olan altmış hanelik Türkmenlerin yaşadığı Hemite köyüne yerleşmişlerdir. Üç buçuk yaşlarında iken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağın kayarak gözüne saplanması sonucu sağ gözü kör oldu. Dört buçuk yaşındayken, babası camide namaz kıldığı sırada Van'dan göç ederken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu tarafından öldürüldü. Bu olaydan sonra on iki yaşına kadar kekemeliğe tutuldu.
"Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okuryazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti." Babasının öldürülmesinden sonra annesi Nigâr Hanım, yazarın amcası Tahir Efendi ile evlendi. Babası varlıklı biriyken ölümü sonrası ailesinin maddi durumu değişmiş ve köyün en fakir ailelerinden olmuşlardır.
Sekiz yaşındayken köye gelen çerçinin köy kadınlarının borcunu bir deftere yazdığını gördü ve yazılanın yazı olduğunu öğrendi. Dokuz yaşındayken Adana'nın Burhanlı köyündeki ilkokula giderek üç ayda okuma ve yazmayı öğrendi. Ortaokul ikinci sınıftayken sınavla Türk Maarif Cemiyeti'nde yatılı olarak okumaya başladı fakat üç ayı bulan devamsızlığından ötürü yatılı okuma hakkını kaybetti. Son sınıftayken okuldan tasdikname ile ayrılarak çeşitli işlerde çalıştı.
Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği'nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele'de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli'nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.
Yaşar Kemal, Türkiye'den aldığı birçok ödülün yanı sıra Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d'Honneur nişanı, Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d'Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü'nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurt dışında beşi Türkiye'de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi almıştır. 1973'te Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterildi. Nobel'e aday gösterilen ilk Türk olan Kemal, verdiği bir röportajda "Ölene kadar da aday olacağım." dedi.
Edebi Kişiliği
Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biridir. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturur. İçinde yetiştiği Çukurova'da saf, el değmemiş doğayı, karıncadan kartala kadar tüm canlıları gözlemlemiş ve incelemiştir.
Yazar doğayla, bitkiler ve hayvanlarla iç içe yetişmiştir. Eserlerindeki bitki adlarının tercüme edilen dilde bulunamıyor olması, eserlerini yabancı dillere çevirenlerin en çok yakındıkları konuların başında gelmektedir. Halk kültürü açısından çok zengin bir bölge olan Çukurova'da büyüyen sanatçı için, folklor vazgeçilmezdir. Folkloru kendisinin köken kültürü saymaktadır. Sadece Çukurova'yı değil, Anadolu'nun birçok bölgesini de sonradan değişik vesilelerle dolaşan Yaşar Kemal'in en büyük merakı yine buraların folkloru olmuştur.
Halkın içinde yer alıyor, onları çok iyi tanıyor olması, sanatını en iyi şekillendiren unsurların başında gelir.
1942-1944 yıllan arasında Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışırken okuduğu yüzlerce klasik eser sanatını oluşturan diğer bir unsurdur. Seçilmiş eserleri okumasında Arif, Abidin ve Güzin Dino'ların yardımları olur. Hatta Güzin Dino, yazara okuması gereken kitapları gösteren ve Fransız klasiklerinden oluşan bir liste verir. Üzerinde derin etkiler bırakmış biri de, gözleri görmeyen ve hayatı halk arasında efsaneleşmiş bir dengbej olan Abdale Zeynikî'dir. Adana'da 1940'lı yıllardaki mevcut kültür çevreleri ve aydınları da sanatının oluşmasında önemli unsurlardandır.
Büyük Avlu
Songül Eski
Beni sustuğunda
Anlaşırdık hayatla
Ne demiş olabilirdi ki hem
Kızaran yaprak çıplak bir parkın güzünde
Çaresizliğine insanın
Yangın yavaş yangın içli
Yağmur ıslağı perçeminde şehrin
Çoğalan
Karga sesinin maktulü serçe
Pencere cenaze merasimi
Yollar matem
Harladı zebani gülüşüyle
Gözün daldığı yerleri
Cehennem
Cennet
En çok bebekti
Tek kanadı/nı açmaya korkulu
Bakışlar
Yetişkin
Büyük
Pencerede
Kötü'lenen dünya
Ve
Bir peste sürülmüş
İnsan namluya
Tanrım neredesin?
Vurulup yediden yetmişe
Toplandık bak avluya
Sussuz aşk
Sıdıka Nur Yılmaz
Her çarenin zorluğunu yazdım
Biterken anladım.
Çaresiz yurdun gümansız mekânını
Dağıtır içimdeki sevgiyi
Sevmenin günahsız olduğu anı,
Tende bakir, canda fakir
Akıldan üstün kalp süsü dilsiz
Gözler konuşur aslında
Çamurdan insan düzende kir
Aşk temizler sevgisiz yürekleri
Yüküm ağır sevgilim
Divaneyim deliyim
Kalbim kalbinde
Emanet bir tende
Sana söylemeliyim
Sussuz aşk çöllerin mecnunu
Leyla olmaksa eğer
Aşk için ellerimi bölüşürüm
Yüzüne göz olur öpüşürüm
Kalp ekseninde darbelerin sesinde
Cana can katarım üzersem üzülürüm
Görmesem ölürüm...
Söyle bana haykır canıma
Anlat kendini bana
Halvetin halvetime ışık ol yarınıma
Yolcu ol hayatıma bitsin keder
Can ol kaderime aşk koksun her yer
Yok, eğer gönül razı değilse
Çekil sorunsuz dağlara
Kar yağsın eteklerine
Örme beni kuytu ağlara
Sevmek yaşamak için bir yol
Ruhum çaresiz masivaya sitem
Kırık kanatlar sevmesini bilmiyor...
Sen Anlat Ustam
Derya Gültekin
Sen Anlat Ustam
Ben yazamadım,
Sen anlat ustam!
Ne zaman ki bir yanlışa kalem doğrultsam,
Eğilmiş cetvelden düz çizemedim.
Ellerim aciz...
El verir mi yüreğim,
Sen anlat!
Ben yazamadım,
Sen anlat ustam!
Ne zaman ki bir hasrete türkü söylesem,
İncinmiş gönlümden gül deremedim.
Sazların telinden çalınsa da sözlerim,
Sen anlat!
Ben yazamadım,
Sen anlat ustam!
Ne zaman ki bir yarama yâren dilesem,
Hak'tan öteye yâr bulamadım.
Can dedim, canan bildim,
Yine de harcandı her bir emeğim.
Ben yazamadım,
Sen anlat ustam!
Sen anlat!
Dağlarımı...
Açsın diye beklediğim baharlarımı...
Çıkarına dost olmuş insanlarımı...
Sen anlat!
Ben yazamadım,
Sen anlat ustam!
Yavaş yavaş delirdim
A. Yavuz Yavrutürk
Bir not düştü hayatın anlamsızlığına
'Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
Suskun bir kelebek çarptı boğazın sularına
Ertesi gün gazetelerde -gülen- eski yüzü ile
Neydi dostlarının anlayamadığı
Anlatamadığı ne vardı
Tabutuna sarılı duran ihtiyar babasına
'Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
Solgun bir yaprak düştü boğazın sularına
Tam da bahara çalarken gözleri
Avunacağı bir sevda vakti
Ağlatarak bir yalnız kenti
Anlatamadıklarıyla veda etti.
Bu şehrin insanına nisyan vurduğu zaman
Korkar oldu insandan insan
Şu kör olası yalnızlık hortluyor ya!
Azgın sularda boğuluyor insanca her isyan.
'Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
Haber saatlerinde unuttuk gülmeyi
Yürekleri kinli, elleri kirli, dişleri sivri
Gözleri korkulu haber spikerleri
Parkta, durakta, sokakta
Ürküttüler masum kelebekleri
'Ne yaptın kızım! 'feryadında bir baba
İzi bile kalmıyor çığlıkların
Sonraki sabahlarda
Yavaş yavaş deliriyorum haberin ola!
Yaşamak deryası
Yaşar Adıyaman
Uğraş verdiğimiz bu günlerin azmini
Hayat akıp giderken sorgulardan
İsyan ipini uzattık gökyüzüne
Layemut bir baharın üveyik kuşları gibi
Büyüdük korkularımızla
Hapsettik içimize küçük çaplı mutlulukları
Özlem dolu baharı beklemekten
Uyku görmeyen gözlerimizle
Geceye sırdaş olmuşuz
Gökkuşağı sınıfında olmadı hiç umutlarımız
Göğsümüzde biriktirdiklerimiz gece olunca
Yıldız olurdu göğümüze
Kapı aralığında baharı beklerken
Bir yakamoz çılgınlığı baş kaldırırdı
O vakit umutlarımızı vururlardı sonsuzluğa
Biz ölümü göze almış kumrular gibi
Geceyi cehennemden ödünç alırken
İyiliği çoğaltmak şiarımız
Bu yüzden parya sınıflar dolu içimiz
Ölüm ve yaşam kavgası bizden
Sevmek konumuz ölmek onurumuz
Sarmalı tamamlanmamış dünya
Bizde varız yaşamaya ve yaşatmaya