MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.
Salgın ve Korku
Berna Öner
Bu gece kızımızı kalem ile yazmak tercihimdir. Hiç tanışmadığım, tanışmadığım için de kullanma imkânı bulamadığım kelimeler ile yazacağım. Fon kullanmadan da acıyı iliklerimde hissedecek miyim, bunu da denemiş olurum hem!
Edebiyata yeni konular dâhil etmek gibi bir amacım yok. Fakat tüm hanelere dâhil olmuş bir acı gerçekten bahsedeceğim bu gece. Yazmak yaşamaktır, dedim sıkça. Sözde yaşadığımı hmek için hep yazıyor olmam gerekliydi. Fakat gecenin bu sancılı vaktinde yazmak, yaşayamamak demek benim için.
Çünkü dışarı çıkıp koşamadığımız, sevdiklerimizin eteklerinden tutamadığımız - oturamadığımız- kapalı kapılar ardında devasa korkular yaşadığımız demlerdeyiz.
Aşk göz bebeklerini büyütürmüş, şimdilerde en küçüğünden en büyüğüne herkesin göz bebekleri büyük ama aşktan değil, korkudan. Korkuyoruz, sevdiklerimize hastalık bulaştırmaktan.
Hastalığa yakalanmalarından, ölmelerinden...
Cenaze namazında dahi bulunmamaktan, mavi bir brandanın içinde onları son kez görememekten... Korkuyoruz, nefes almaktan bile. Kırların, bayırların kuş seslerinin... Okul koridorlarında çocuk seslerinin… Sokak türkülerinin, üçüncü sokaktaki mızıkacının gülümseyişinin son bulmasından korkuyoruz. Baharda açanın, solan gül olmasından korkuyoruz.
Ve sonra kendimize bir soru yöneltiyoruz.
"Korku neydi ki!" diyoruz kendi kendimize.
Hangi yaşayıştaki duygunun imtihanıydı?
Cevaplar uzun uzadıya sıralanıyor ve korku: Perde arkasında, içeriden dışarıyı izleyen tedirgin kadınların göz bebeklerindeydi. Başka hastalıkları olan ama gündem konusu hastalığa yakalanmamak için doktora gidemeyen herkesteydi.
Korku dışarıda değil, içteydi. Bu sene Mart ve Nisan bize kapıdan çok baktırdı. Kapalı kapılar ardındaki candaydı, korku. Galiba dünya hikâyelerine sığamıyoruz, artık. Peygamberi ferahlatan inşirah suresindeki ayetler limanıydı hepimizin. Sayılar arttıkça canlar azalıyordu.
Sayılar arttıkça haneye düşen acı katlanıyordu. Dünyanın organlarında yaşıyoruz. Kalbiydi, vatanımız dünyanın. Ritmi bir farklı sanki çok mesaj veriyor, çok! Bizi Allah'a şikâyet eden çocukların yankıları daha da kesin sanki kulaklarımızda.
Bu zalim döngünün başlangıcını arıyoruz. Çekik gözlüklerin çorbasında, Devasa ülkelerin biyolojik savaşlarında. Ve korkularımız kadar yorumlamalarımız var. Birde büyükçe çağrımız. Hastag #evde kal.
Hayatı eve sığdırmaya başladığımızda beri, dışarı da kuş sesleri arttı. İçi aydın güneşi daha da çok bekliyoruz. Ancak gün aydığında gözlerimiz uykuya merhaba diyor. Sana gelen, bana gelsin diyemiyoruz ki! Zaten hepimize geliyor, nefesten darlık.
Galiba iç beklemekten de korkuyoruz. Bu benim anlatmaya kelimelerimi yetiremeyeceğim bir duygu.
Yaşayan bilir, evet. Şimdiler de herkes biliyor.
Ben bir kadınım...
Can Demir
Ben bir kadınım...
Kan damlamış gözlerimden asırlar boyu. Nice feryatlar taşırım bağrımda, bilmem kaç deniz kurumuş göz pınarlarımda? Kaç güneşte kavrulmuşum. Kaç yağmur sele boğmuş, kaç toprak örtmüş üstümü bilmiyorum.
Kimi zaman bir ev olmuşum bacası tüten, kimi zaman bir erkeğin ayaklarında leğen. Kimi zaman aç çocuğumun gözlerinde umut olmuşum. Güneşi avuçlarken nasırlı ellerimle, karanlıktan güneşe bir yol olmuşum.
Ben bir anayım...
Karnıma koca bir dünya sığdırırken, kendimi içine koyacak bir dünya bulamamışım.
Çile kokar benim saçlarım. Nöbetli geceler devirip nice şafaklar avlamışım. Hıçkırıklar düğümlerken boğazımı, bilmem kaç bin yıl ağlamışım. Kaç ateşte yanmışım?
Ben babamın kızıyım...
Sımsıkı avuçlarımda iffetim; yollar yıllar koşmuşum. Ya el olmuşum, ya Vurulmuşum. Ben hayal kurmam ağalarım, kim isterse onun hayallerini süslemişim. Ne anlarım ben sevmekten, düğün, dernekten.
Elime kalem almam ben. Bir kere yazı yazmışım beyaz kâğıda, o da kara olmuş, kader demişler adına. O günden sonra kimse gelmemiş feryadıma, ya kıymışım canıma ya lal olmuşum. Ya susamışım kanıma ya kaybolmuşum.
Yokluk benim, hasret benim, acı benim, vuslat benim... Zülfü şefkat dokunsun istemişim lakin her dokunan bir tutam koparmış. Tutunacak bir dalım olmamış hiç bir zaman. Engin denizlerde boğulurken elimden tutanım da olmamış, acıyanımda ölürken dua edenim de olmamış, başımda Yasin okuyanım da.
Fatıma'yım, Ayşe'yim, Havva'yım ben...
Âdem'den bu yana ağlayan, kanayan var mı ki dilimden anlayan?
Sofralardan aç mı kalkmadım, hastayken başınız da mı sabahlamadım, gece yarılarına kadar, kapılarda dönüşünüzü mü beklemedim? Ne ettim, bende bilmemişim.
Allah'ın kuluyum ben...
Cennetler serilmişken ayaklarımın altına, ayaklar altında toprak olmuşum. Ben feragat etmişken rüyalarımdan, hayatım kayıp gitmiş avuçlarımdan. Şimdi kimse beyhude ağlamasın ardımdan. Varsa bir kabul edenim
O da topraktır. Siz emanet bilmediniz, toprağa emanet olsun bedenim.
Yalnızlık
Ferdi Durmuş
Her şey bir gün unutulur.
Ama yalnızlık kalır.
Herkes bir gün gider.
Ama hatıralar kalır.
Yalnızlık çölde, susuz kalmak gibidir.
Sesini duyuramazsın akan sulara.
Gökteki yıldızlar gibiyim.
Bir o kadar yakın, bir o kadarda uzak
Gözyaşlarım sel olmuş.
İçim alevler alev yanar.
Anlatamıyorum kimselere.
Ne sen varsın nede biz.
Her bir tarafımı, sarmış bir hüzün.
Yine yalnızlık sardı, dört bir yanımı.
Anlatamıyorum kimselere.
Ne sen varsın nede biz.
Uçurum kenarındayım.
Yağan yağmurlar yoldaşım.
Akıp sel oldu duygularım.
Ne sen kaldın nede yalnızlık.
Korona
Nazmi Saraçoğlu
Önce ateşi yükseltir,
Öksürdün mü işarettir,
Ne de yaman bir illettir,
Görülmemiş böyle bir dert.
14 gün evde bekletir
Günlük rakama ekletir
Dünyaya aşı bekletir
Be çare bırakır bu dert
Hiç şakası olmaz bunun
Bulaştı mı hazin sonun
Galibi o dur oyunun
Her hileyi bilir bu dert
Kimi ayakta atlatır
Kimi yoğunda bekletir
Entübeye de ekletir
Mezara götürür bu dert
Namazını kılan olmaz
Mezarına kimse gelmez
Belki kefen de biçilmez
Garip mezar eder bu dert
Fatihasız koyar bu dert
Gel gardaş kal evinde
Bak hayat vardır evinde
Virüs bulmaz seni evde
Çünkü gezip tozmaz bu dert
Çıkmayanı bulmaz bu dert
Al Götür Koruna
Ümit Kayaçelebi
Men beçara bir kül baş tekaüdüm
Haramzade olanları al götür
Yoğtur tarla tunbum hesapsız mülküm
Hem yat hem kat alanları al götür
Toprağbaşan men acımdan öliyem
Antrikot, bonfile nedir bilmiyem
Ay sonunu zar zor getiriyem
Liçi, efuliye dalanları al götür
Fırsat bu fırsattır arttı maskeler
Kolonya satanlar şimdi köşeler
Hijyen mijyen Karun oldu biriler
Cebimizden çalanları al götür.
Burda kazanıp Avrupa'ya giden
Milletime bayrağıma küfreden
Ülkemde yaşayıp ihanet eden
Çıyanları yılanları al götür
Diploma alsa da bir iş bulamaz
Dayısı olmayan iflah olamaz
Bir ömür çalışan bir ev alamaz
Kulelerde kalanları al götür
Toklar asla yaklaşmaz aca
Orta direk dediğin çıkmıştır taca
Yeşil dolarlar seyahatte boca
Yola çıkıp varanları al götür
Kestik selam ile biz merhabayı
Huzur evine koyduk anne babayı
Akrep eyledik cümle akrabayı
Düşmanı dost kılanları al götür
Bu gün bile fırsatçı iş başında
Pireden yağ çıkarma uğraşında
Yine vurgun talanın telaşında
Halkı kaz gibi yolanları al götür
Boynu gırığ nerden çığtın da geldin
Seni tanımazdığ sen bize el din
Şair der ki adresimi ne bildin
Seni bize salanları al götür.
Ben de kovulmuş biriyim
Gönül Esvedi
Hayaller hep bir zerneb kokuyor,
Koklayamadığım...
Hasret, bacasında sızı tütüyor,
Yutkunamadığım...
Aşk, sinesine kan güdüyor,
Soluyamadığım...
Ah, kalbimin mahfi sızısı
Gecenin bahtına gurbet düşüyor,
Yol düşüyor, sürgün görünüyor...
Sevda, elemlerin çarmığına gerilmiş
Ruh'a üflendiği gün dürüldü
Dünya sürgünüm...
Kelimeye çevrilemeyen manası için
Âdem'in kitabından bir bir
Seni ayıklıyorum, neredesin?
Bahtına saplanmış halkalar,
Gecenin sessizliğine yüklüyor külfeti
Susmayı bilmemiş gönlümün sevinci
Muhakkak ki müfteri...
Geriye kalan hüznün iki hecesi
Biri Havva'nın diğeri âdem'e hediyesi
Bir yan karanlık, ötesi, birbirinin ezgisi
Bende kovulmuş biriyim
Kâh düşlerini hayra yoramayan Havva
Kâh affı için kırk yıl yaş akıtan Âdem'im
Sarılmak ve ağlamak
Yasaklı ağacımın iki meyvesi
Bahtıma kazımışım, bilmediğimin bir gecesi
Aklımı başımdan alırken rayihası
Doyamadığımdandır, pişmanlığın yası...
Berzah âleminde seni bildiğim gün
Başladı, dünya sürgünüm...
Seni tanıyorum ta ezelden
Tanışıklığımız bezm-i elestten
Şimdi yol görünmüşken bir o kadar yaban
Bir mevtanın mezarına aşikârlığı kadar
Sarılmak ve ağlamak
Kanadı kırık bir kuş gibi avare
Ne süzülmek mümkün
Ne sevdaya söz geçirmek
Ben de cennetten kovulmuş biriyim.
Anneler Fedakâr Anneler
Nuran Demirhan
COVİD - 19 Virüsü dediler
Dünyaya bulaştırdılar,
Ülke genelinde evde kal dediler,
Herkes evinde,
Yine iş başa düştü anne,
Anneler fedakâr anneler.
Anne demek,
Evlat demek,
Sımsıcak bir yuva demek,
Kol kanatı açan anne,
Anneler fedakâr anneler
Anneler birer sanatçıdır,
En güzeli de yuvasıdır,
Aile eşrafını topladı,
Kayın pederine,
Baba dışarı çıkmak yok dedi
Gerçek sevgi annedir,
Gerisi hep düzmecedir,
Bu illet virüsü yenecek annelerdir.
Anneler fedakâr anneler
Bulamazsın anne gibi,
Sıcak bir sineyi,
Bu zorlu günlerde Yuvanın başında anne,
Anneler fedakâr anneler
Annelerin sıcaklığı,
Ailenin muhtaçlığı,
Güven veren her şeyi,
Anneler fedakâr anneler.