KAYIPLARLA SINANIŞIMIZ
Esma Gülaçar
Alıştığımız olduğumuz rutin işleyişe kimi zaman öylesine kaptırırız ki kendimizi gafilane faniyi beka zannederiz ta ki fanilik damgasını sevdiklerimizin üzerinde görünceye kadar. İmtihan yurdunda yaşamın meşgalesi hakikatlerin üzerini örtmeye iter bizleri kimi zaman. Böylece hiç karşılaşmayacağımızı sandığımız hakikatlerle baş başa kaldığımız da bunu kabullenebilmek hiç de kolay olmaz.
Farkına varmamız gereken en önemli gerçek şu ki hayat boyu sürekli kayıplarla sınanacağız. Bu dünyanın bir nevi fanilik damgasıdır. Kayıplar her zaman en büyük kayıplar yani sevdiğimiz insanların ölümü şeklinde gerçekleşmez. Sevginin, güvenin itibarın, dostluğun, malın ya da kaybetmekten korktuğunuz her şeyin kaybı şeklinde olabilir. Çoğu zaman kayıpları zamanın iyileştirici etkisiyle sindirir, kendi hayatımızın akışını sağlıklı bir şekilde devam ettiririz. Bu iyileşme süreci kaybettiklerimize olan bağlılığın patolojik dozu ile değişiklik gösterir. Kaybettiklerimiz sevdiğimiz insanlar ise onları ebediyen kaybetmediğimiz gerçeğini, tekrardan kavuşma ihtimalinin varlığını içselleştirmek, kaybedilenlerin metalardan ibaret olması durumunda ise onlara olan bağlılığın anlamsız ve değersiz olduğu gerçeğini özümsemek yaşanan kayıpların ardından oluşan travmanın büyüklüğünü azaltacaktır.
Kayıpların ardı sıra gelerek insanı en çok yıpratan duygu hiç şüphesiz ki pişmanlıktır. Bu yüzden sevdiklerimizin kıymetini bilerek geçireceğimiz bir ömür kayıplarımızı daha az travmatik hale getirecek ve bizi vicdan azabına karşı koruyacaktır. Dünyanın ve dünyalıkların üzerindeki fanilik damgasını görebilmek kadar doğru bir kader inancına sahip olmak da insanı zorluklara karşı zırh gibi koruyan bir unsurdur. Kişinin sahip olduğu tevekkül ve sabır kapasitesi genişledikçe onun zorluklar karşısında olumsuz etkilenme oranı da o ölçüde düşecektir. Kaybetme korkusunu en düşük düzeye indirecek, kaybettikleri için pişmanlık ve uzun süreli hüzün yaşamamaya başlayacaktır. Kaybetme korkusundan kendini azat edebilen insan hayatını dönüştürmüş olduğu o büyük azabı ortadan kaldıracaktır. Ve o zaman tevekkülün muhteşem rahatlığını tüm zerrelerinde hissetmeye başlayacaktır. İnsanların zorluklar karşısındaki acizlik ve sabırsızlıklarına acımaya başlayacaktır.
Her an bir imtihan yurdunda olmanın gerektirdiği biçimde kayıplarla sınanabileceğini bilen biri kaybetmekten korktuklarının istikametini değiştirmeye başlayacaktır. Bu defa korktuğu şeyler çok daha farklı ve çok değerli olmaya başlayacaktır. Mesela kalp kırmaktan, kul hakkına girmekten insana ve insanlığa zulmetmekten, vicdan azabı çekmekten, adil olamamaktan, dürüst kalamamaktan kısacası Allah'ın sevdiği bir kul olamamaktan korkmaya başlayacaktır. Asıl kaybetmekten korktuğu şey Mutlak hüküm sahibi olan Allah 'ın nazarındaki güzel konumu olunca diğer bütün her şeye karşı olan bağımlılığından kurtulmuş olacaktır. Nefsinin değil istikametinin gösterdiği biçimde bir sevgi bağı oluşturacak, en çok zikredeceği, en çok bağlanacağı şey dünyalık olduğunda onunla bir şekilde imtihan olabileceğini görebilecektir. Bu yüzden her şeye hissesi kadar mana yüklemeye ve hissesi kadar bağlanmaya başlayacaktır. İşte o zaman gerçek özgürlüğü iliklerine kadar hissetmeye başlar insan. Artık tüm basit ve değersiz korkularından, kaygılarından, şüphelerinden, kafa karışıklığından, kalbini tekrar tekrar yıpratarak bir hurdaya çeviren hayal kırıklıklarından kurtulmuştur çünkü.
Hayatımızın merkezine koyduğumuz, birçoğu birer yanılsamadan ibaret olan metalarımızın prangalarından kurtulabilmemiz ümidiyle.
KALEM DİRİLTECEK
Mustafa Ayyürek
Öldürücü şeyler yakamızda kalın bir kir tabakası gibidir. Bunun için insanların bin yıllardır kullandığı şeyler hep değişti, hep yenilendi, yinelendi. Bu ilkin bir yumruktu, sonra sopa daha sonra sopanın ucu sivriltildi... Sonra da daha kullanışlı bir alet oldu bu. Zaman geçti sopanın yerini demir, demirden de kılıç-kalkan... Yetmedi hiç yetmedi, uzaktaki hedefler için taş fırlatıldı ötelere o da olmayınca ok ve yay bulundu. Çünkü bu daha kolaydı. Zaman geçtikçe aletlerin öldürücü gücü arttı. Kılıç- kalkan yerine top-tüfek geçti. Ve sözler uyduruldu kavgacı yiğitler için; 'Top-tüfek bulundu mertlik bozuldu,' denildi. Yiğitler gaza geldi, bir bir kırdı geçti; kendilerini- kendilerinden olmayanları. Asırlar geçtikçe bulunan icatların etki alanı da arttı.
Yüzyıla damgasını vuran Einsten atomu parçaladı. Parçalanan atom önce yüreklere sonra Japonya'ya düştü. Vakit ikerledikçe imha alanı ilk atom bombasına rahmet okutacak büyüklükte yeni atom bombaları, hidrojen bombaları geliştirildi. Zehir geldi insanların aklına... Toplu katliamlar için etkili, en etkili zehirler yapıldı. Suya, havaya, yiyeceklere... Karıştırmak suretiyle defalarca kez kullanıldı. Şimdi ise tüm bu yıkımların eşlik ettiği akıl almaz bir silah var. Ras-Al Ghul şöyle dedi buna; 'Ekonomi.' Bu silah Gotham da değil şimdinin dünyasında var, her yerde var. Ne var ki insanlar bundan hep zarar gördü. Sadece insanlar değil hayvanlar da zarar gördü.
Toprak... Su... Hava... Ateş... Hepsi ama hepsi öldü. Tüm bunlara aykırı bir ses yükselsin artık; kalemle. Kalem tüm bu yıkımlara son verecek çünkü. Çünkü kalem, silahtan güçlüdür. Kalem kurtaracak bizi, hepimizi. Yumrukla başlayan en sonunda kalemle son bulacak. Bu kesin, buna inanmalıyız ve kalem kullanmalıyız. Sadece kalem çünkü o çok keskinmiş. Bir bombayı etkisiz hale getirebilecek kadar keskin...
Her şey ve hiçbir şey
Merve Beyaz
İstemedim hiçbir şeyiniz olmayı
sığınacak yerimde yoktu zaten
sokağını bilmediğim bir insanın
adımlarını takip ettim
ışıklarını erken söndüren evlerin
kapısında yattım
sahi yokluğumu nereye sığdırdınız?
yamalı şiirler dizdim tavan arasına
duvarlar rutubet tuttu
şiirlerimden
bıraktım her şeyi biriktirmeyi
bıraktım her şey olmayı da
hiçbir şey olmaktır benim meselem
bakışlardaki hiçbir şey
gülümsemelerdeki hiçbir şey
donuk binlerce yüz
nereye gittiği bilinmeyen ayaklar
sıfatsız mezar taşları
dünya, insanlar, her şey
bu kadar işte
ve ben
hiçbir şey…
Gidebilirsin
M. Muhlis Şepik
Bittiyse o büyük imkânsız sevdan
şu kalbi sevmeden gidebilirsin
kurtulmadı puslu yüreğim avdan
bağrımı delmeden gidebilirsin
Sensiz bu kederli halimi görme
gözüme hüzün yaşları sürme
kalbin vicdanına duvar örme
geriye dönmeden gidebilirsin
Sen kazandın bu aşkın zaferini
astın boynuma beyaz kefenini
mutsuz yalnızlığa ittin eserini
benden tükenmeden gidebilirsin
Elveda sözünü çok gördün bana
yırtık cebim umut besledim sana
kasteder mi seven zavallı cana
içimde bitmeden gidebilirsin.
Yandım ateşinle kimsesiz kaldım
eski resminle kaç hatıra aldım
sevgimi sonunda kalbinden çaldım
şimdi ses etmeden gidebilirsin.
ANACIĞIM
Sadettin Özdal
Çağır beni anacığım.
Bıktım bu dünyanın kokuşmuş halinden
Çok yalnızım seni çok özledim.
Sesini özledim kırışık yüzünü.
Ortasında kahve rengi gözlerini özledim.
Özlem dolu sözlerini özledim.
Taze ekmekli dövmeçini özledim.
Kavurmalı yumurtalı cullamanı özledim.
Bana kızdığında ağaç veya maşayla attığın dayağını özledim.
El dikişli dallı pazen elbiseni özledim.
Çağır beni anacığım hoş sen ölmedin.
Biz yaşayanlar öldük
Hiç olmasa sen benim rüyalarıma girip hal-hatır soruyorsun.
Başımı okşayıp yüzüme gülüyorsun.
Yanağımdan öpüp sonra gidiyorsun.
Rugan ayakkabılarını özledim.
Çağır beni anacığım seni çok özledim.