23 Ekim Depremi
Ümit Kayaçelebi
Bilmem ki nasıl söze başlasam
Kederlerle doludur sözümüz gardaş
Bir ok saplandı şu bağrımıza
Gülmüyor ne yazık ki yüzümüz gardaş.
Toprağa gark oldu yüzlerce can
İnsan ol da sen bu acıya dayan
Yerle yeksan oldu nice ev ile han
Hala mal peşindedir bazımız gardaş
.
Çok katlı binalar yıkıldı
Binlerce insan altında kaldı
Mucize kabili bazısı kurtarıldı
Murat üzereydi oğlumuz,kızımız gardaş.
Yığıldı üst üste demir ve beton
Hazırlandı herkese hazin bir son
Tanrım çok acı, elim bir gün
Zehir oldu hepimize günümüz gardaş.
Her bir yerden geliyor ölüm haberi
Görmedik böyle bir afet yıllardan beri
Allah’ım yazma kimseye böyle kaderi
Yıkılmış evlerimize bakarız gardaş.
Türk Milleti birden boğuldu yasa
Ölen çoğaldıkça da artıyor tasa
Çileler bitmiyor hayat çok kısa
Nidek böyle yazılmış yazımız gardaş.
Van Depremi
Bülent Baysal
Deprem vurur çalkalar derinden
Sallanır VAN oynar taşlar yerinden
Feryat, figan can evlerinden
Feryat benim, figan benim, can benim
Şaşkın koşar o yana bu yana
Toz bulutu katar canı da cana
Kaybolur çocuklar ve nice ana
Çocuk benim, ana benim, can benim.
Erişilmez telefonlar kitlidir
Apartmanlar sekiz, onar katlıdır
Anaların çoğu can yüklüdür
Ana benim, yükü benim, can benim.
Çürük kolonları kat kat katlanır
Kaçan kaçar kaçamayan saklanır
Enkaz başında dostlar seslenir
Ses benim, nefes benim, can benim.
Arşa varır feryat istemem düşman başına
Elle kazılır enkaz, dokunulur taşına
Erişilmez ana baba ve gardaşına
Baba benim, gardaş benim, can benim.
Umut idi YUNUS hüzüne döndü
O gözlerle son kez DÜNYAYI gördü
AZRA bebek ile yüzlerde güldü
YUNUS benim, AZRA benim, can benim
Yurdun dört yanından koşup geldiler
Santim santim murçla beton deldiler
Bir can belki bir can daha dediler
Murç benim, balyoz benim, can benim.
Akut ekipleri çalışır takdire şayan
Günlerce uykusuz, ayakta ayan beyan
Yağmur var çamur derya akıllara ziyan
Yağmur benim, çamur benim, can benim
Kuruş kuruş hep bağışlar toplanır
Kampanyayla bu bağışlar katlanır
Ne var ne yok tırlar dolusu yollanır
Tır benim, tırcı benim, yol benim.
Plan yok tırlar talan edilir
Eşya için kadın çocuk ezilir
Bu akılla kaç adım yol gidilir
Utanç dolu manzarada can benim
Depremde kaybedilen canlara rahmetler diliyorum, nurlarda uyusunlar...
Rabbim bir daha öylesi afetler yaşatmasın...
Deprem öldürmez, bina öldürür
Harun Berge
Bundan tam dokuz yıl önce 23 Ekim 2011 günü saat 13:41’de Van’da Atak Çaba dershanesinin 2. Katında etüt odasında dışarıyı izlerken hafif bir rüzgar esintisinde kıvrılan sağa sola bir kâğıt gibi sallanan binalar gördüm. İşte o an dedim. Sahi neler yapılıyordu? Sıraların yanında çömelmek mi, masaların altına uzanmak mı? Yoksa kapı aralığında mı dursam? Diye düşünüyor insan bir salise içerisinde. Hemen merdivenlere uzandım ama mahşer günü gibi itekleyen, zıplayan, kalabalığa aldırış etmeden üzerlerinden geçen öğrenciler çoktandır can çekişiyorlardı. Durmadan sallanıyordum, beşikteki bebekler gibi tutsaktım. Uyumak istemeyişimin üzerine inatlaşan annemin durmadan beni sallanmasına, uykusuzluktan kıpkırmızı olmuş gözlere rağmen uyumak istemeyen bebekler gibiydim. Biliyorum anne uyusa çocuklar bu kez uyanamayacaktı.
Veya pencereyi açıp atlasam! İki sonuç doğururdu: ya ölür, ya da sağ kalırım, tabi bir ihtimal belki sakat kalırdım. Birden sallantı durdu. Yaklaşık 26 saniye süren deprem de insanların ölümle buluşma çığlıklarını hiç bir zaman unutmayacağım.
Sonra mı?
İnsanlar çığlıklar atıp feryat ettiler. Ağızlarda bir isyan ateşi, bir ağıt... geveze dillerde dolaşıyordu "Allah Allah” kelimesi. Sesleri duyup koşuyordum amansızca. Nereye baksam yere çökmüş, yıkılmış binalar. Beton yığınlarının arasında kalakalmıştım. Toz bulutu sarmıştı her yeri... ciğerleri boğan toz bulutu, öksürük... sanki biri boğuyormuş gibi eller boğazlarda, ağızlarda...
Kovalamaca zamanca daha da artıyordu ağlamalar eşliğinde. Yola serilmiş bir binanın enkazında beton yığınların arasında can arıyorduk... ses arıyorduk, bir ses; bir yardım sesi: "Orda kimse var mı!"
Bir sessizlik istiyorduk, bir can kurtarmaya çalışıyorduk. Çıkardık ta ama çokça can vermişleri çıkardık...
Akşam oldu, zaman nasıl geçmişti hiç kimse anlamamıştı. Zaten toz bulutundan dolayı güneşi görecek keskin gözler meşguldü beton yığınların arasında... Akşamı hemen herkes dışarda bir bahçenin yamacında, kaldırımda çokça evlerin önünde bir battaniyeye sarılı halde geçirdi. Ekim ayının soğuğu yakmıştı Vanlıların içini... Berbat bir akşamdı. İlk birkaç saat boyunca sert rüzgar esti, ardından hava soğudu ve buz gibi rüzgarlar gezinmeye başladı. Birkaç gün boyunca başımızı sokacak bir yer bulamadık. Evimizde hasar yoktu ama korku ve her an deprem olma, binanın yıkılma şüphesinden içeri bile giremiyorduk. Art arda titretiyordu Van bölgesini toprak...
Günlerdir çadır bulamadık, naylon bile görenin yüzü gözü gülüyordu. Her şey dört- beş katına satılıyordu. Vicdanları sızlasın Vanlı fırsatçıların... Sonra mı?
Başımızı sokabilecek bir çadır bulduk, evin bahçesine kurduk. Başlarda bizim aile (üç kişiydik) kalıyordu, sonradan üç aileye daha kapılarını açtı küçük çadır. Çadırın içi bir dünya... bir köşeye mutfak, işte bu taraf yorgan battaniye yeri, şurada televizyon, burası oturduğumuz yer yatma yeridir. Günlerce buğulanmış hava içinde çadırın sıcaklığıyla vıcık vıcık olmuş vücudun, çabucak ısınıp soğuyan küçük çadırın içerisinde üç gün geçirdim.
Daha yaralarımızı sarmaya devam ederken en az birinci deprem büyüklüğü kadar yeri sallayan bir artçı depremle kanayan yaralarımız tekrar açılmaya başladı. Kayıtlara yazılmıştı 5.6 büyüklüğünde bir artçı deprem. Ve "deprem öldürmez bina öldürür" dediğimiz kayıtlara az hasarlı, oturulabilir bir binaya yerleşen çoğu insanın mezarı oldu... 24 kişi daha hayatını kaybetmişti bir otelde.
Ve depremin simgesi haline gelen Yusuf Geray, depreme bir internet kafede yakalanmıştı. Beton yığınlarının arasında 10 cansız beden çıkarılmıştı. Tam umutlar tükenmişken Yusuf’un cılız çığlığı duyuldu, gecenin karanlığında. Sesin geldiği yönde çalışmalar yoğunlaştı. 13 yaşındaki Yunus, üzerine kapanan isimsiz bir kahraman sayesinde nefes alıyordu. Enkazdan çıkarıldığında telaşlı gözlerle saati sormuştu. " Saat akşamın 10’u" cevabı alınca "Eyvah! çok geç olmuş, babama söylemeyin internette olduğumu" demişti. Canlı bir şekilde enkaz altından çıkarılarak bir mucize yaşanmıştı ancak aldığı yaralar sebebiyle iç kanama geçirmişti. Hastaneye kaldırılırken yolda yaşamını yitirmişti.
Deprem ağır, deprem ölüm haberleriyle geliyor...
Van depreminde yaşamını yitirenlerin ardından bir hatırlatma, bir selam, bir baş sağlığı üzerine yazılmıştır.
Dokuz yıl geçti, acılar hala taze ve derin... Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, mekanları cennet ve yakınlarına sabır ile dua diliyorum.
Yalnız bir hüzün şehri
Mehtap Bayam İlhan
Bembeyaz, pamuk gibi bulutların arasından, sonsuzluk hissi veren bir maviliğin üzerinden, yumuşacık bir süzülüşle inilen VAN. Her zaman masmavi, tertemiz, parlak ve berraktır Van'ın göğü de gölü de.
...Van'a bir gelen ağlar bir de Van'dan giden derler. Doğrudur. Şimdilerde ise herkes ağlıyor Van için.
Yitirilmiş ve terk edilmiş bir güzelliğin yalnızlık içindeki hüzün şehri artık Van. Şen şakrak caddeleri, cıvıl cıvıl sokakları, neşeli akşamüstleri, ışıltılı evleri şimdi yok Van'ın. Güzelim şehir, koyu bir karanlık içinde çırpınmakta. Daima dimdikmiş gibi görünen Van Gölü'nün de boynu bükük. Gidenlerin ardından ağlamakta.
Ya insanlar? Hayata tutunabilmenin, var olma mücadelesi verebilmenin dayanılmaz telaşını taşıyan insanlar? Bir yanda yitip gidenlerin ardından duyulan derin üzüntü, öte yandan hayatta kalabilmiş olmanın mutluluğu, bir yanda evsizlik, yurtsuzluk ve hiçbir yere ait olamamışlık duygusu. Ve yeniden bir düzen kurabilmek için çırpınışlar.
Bomboş olmuş, yıkılmış hayalleriyle kalanların mı; şehrin her köşesindeki hatırasını toplayamadan gitmiş donuk bakışların; yarım kalmış, parçalanmış hayatların; yorgun sözlerin, eksik gülüşlerin; ülkenin dört bir yanına dağılmışların mı işi daha zor? Hangisi daha mutsuz.
Yüreklerde kaybedilenler ve geride bırakılanların taze ve dinmez acısı... Yıllar yılı biriktirilmiş anılar, kitaplar, fotoğraflara tekrar kavuşamamak kaygısı. Ya gidiş, geriye dönüş? Mümkün mü? Hepsi için hâlâ bir umut var mı? Var belki de. Hem de taptaze yeşeren bir umut. Çok daha güzel günleri gösterecek bir umut. Daha güzel, daha temiz ve daha dingin bir Van'ı anlatan binlerce umut...
Ama şimdilik, elveda balkonundan dupduru gökyüzünü, parlak ayı, güneşin asil batışını seyretmeye doyamadığım evim. Elveda, her bir caddesini, her bir sokağını karış karış bildiğim, insanlarını dost edindiğim beldem. Elveda doğduğum ve doyduğum şehir. Bizlere yeniden bağrını ve kucağını açıncaya kadar, yine mutluluk sunacağın güne kadar elveda güzel şehrim, elveda.
Üşüyordu Van
Yaşar Adıyaman
Soğuk ayaz da
vurdu beni
yediyi geçti ibre
nidalarda bir ses
titredi Erciş-Van
halkalar boğuk
durdu alamet
ya Rabbi bir nefes
gözler açılır yarı yara
yollar duman
üşüyordu Van
hayat durdu
candan öte insan
nidalar kavruk
soğuk bedenler içre
kalp ten geçti mermi
yer gök arası kovan
her sokak çıkmaz
elbet vardır güman
Üşüyordu Van
yunus ve umut
yer gök döngüsü
bu makus
gözler kan ağladı
yüreğim oldu yunus
derdim nar eyledi
çaresiz yüreğim sükut
ülkem oldu biz
yetmedi bu sus
yetişti onca izan
...yinede
üşüyordu Van
durdu hayat
yedi nokta
iki sesten biri feryad
yok oldu hayallere
resm edilen sanat
beyaz gelinliği ile
örtük bir vaka
habersiz mehtap
son şafak
ayrıldı iki yaka
oldu sembol
altmış beşinci dakika
durdu zaman
üşüyordu Van
haneler de sükut
Mola Kasımda vana
ercişten öte
kor ateş yüreklerde
morglarda haber
enkazda umut
gönüllü her nefer
kendinden sundu can
üşüyordu Van
vakit tan
ansızın kükredi
varsıl hayat
yoksul çaba
Allah'tan İmtihan
muhtaç eder aba
üşüyordu eller
göç ettiler ellere
akraba'ya ahba'ba
sıla hasretinden
ayrıldı can ve canan
üşüyordu Van
sözcükler sükût
söndü fer
ruh’tan ayrıldı beden
yinede bir umut
her sese kulak ver
ağladı tendürek
dayanamadı yürek
buz tuttu süphan
üşüyordu Van
Van depremi anısına