YIL 12 KASIM 2019/ İSTANBUL…
ESMA BOLAT
Kitap fuarı için gelmiş olduğum İstanbul da hiç tanımadığım bir İstanbul ile karşılaştım. Güzel manzaralara ve mağdur insanlara tanıklık ettim.
Bir sabah kaldığı otelde kahvaltı için yemek alırken siyah üzümlerin altında çürük üzümler olduğunu görerek bayan garsona usulca "gelir misiniz lütfen" işareti verdim. Bayan garson beni fark edince masaya yaklaştı "buyurun hanımefendi" diyerek. "Hanımefendi üzümleri götürüp su tutup, tekrar getirir misiniz" dedim tabağa baktı anladı ne demek istediğimi. Alıp gitti ve on dakika sonra tekrar yerine koydu, yan masayı toparlayıp masama tekrar geldi teşekkür etmek için. "Yoğunluktan gözümüzden kaçmış hanımefendi iyi bir gözlemcisiniz ve sessiz söylediğiniz için teşekkür ederim" dedi. "Meslek sırrı efendim, görevim bakmak değil görmek" dedim. Mesleğimi ve geliş nedenini sordu biraz üzerine hasbihal ettik. İnsanların anlayışsız tavırlarından ve bazen aşağılayıcı, incitici davranışlar sergilediklerinden bahsetti. Biraz utangaç, biraz çekingen halini izledim.
Konuşurken bile mahçup gülümsemesini, o güzelim gamzelerini. Siyah örgülü saçlarını, konuşurken sesindeki tevazu ve dinginliği dinledim. Doğuda yetişmiş büyümüştü, memleketimiz birbirine yakın olunca kaynaştık. Genç bayan kendisi Türkçe öğretmeni imiş meğer, ve işi olmadığı için orada bazen (Krallık yapan kedilere) hizmet ediyormuş. "Burada mutsuzum mesleğimi özlüyorum, hizmet etmeyi özlüyorum ama mecburum" dediğinde çok üzüldüm! "Neden mecbursunuz" soruma verdiği karşılık mesleğimle örtüşünce üzüntüm ikiye katladı. "Annem yatalak hasta ve yalnız, ilaç parası ve bakım içim mecburen işe girdim çalışıyorum, atama bekliyorum altı sene oldu hala atanamadım" dedi. Yan masadan tiz ve saygısız bir ses sohbetimizi böldü. Asansörde denk geldiğim istemeden konuşmasına kulak misafiri olduğum bir beyefendi vardı, iflas etmiş alıcılarından kaçan otel odasına sığınan. "Yahu personel yok mu otelde bir çay daha verin" dedi saygısızca.
Bayan garson konuşmayı yarıda keserek "hemen getiriyorum beyefendi" diyerek o tarafa yöneldi.
İster istemez kırk iki yıl öncesine döndüm dokuz yaşında elini öpüp ağlayarak veda ettiğim öğretmenim Veli hoca geldi aklıma, ve öğretmenime verdiğim söz.
"Okuyacağım Hocam asla bırakmayacağım okumayı" sözü. "Esma oku ve asla bırakma, bir gün iyi bir avukat olacaksın sana güveniyorum" demişti. Bilirdi çocukluğumda hayalimi süsleyen mesleği. Bizim çocukluğumuzda Öğretmen, doktor, avukat, gazeteci olmak bir hayaldi. Çocuklara "büyüyünce ne olmak istersin" sorusunun cevabını Öğretmen olarak alırdınız. Okumaya ilgi, öğretmene saygı vardı. Anne babalar çocuklarının başarılı olması için ünlü söz olan " eti senin, kemiği benim" cümlesini kullanırdı.
Gerçekten öğretmenler etinizi alır, kemiğinizi mesleği ile ebeveynlere verirdi, çok başarılı çocuklar çıktı o devirden. Okul müdürümüz Kemal Öğretmen vardı çocukların korkulu rüyasını süsleyen. Ağzından kelime bir defa çıkardı, emir olarak kabul edilirdi. Gözleri sert bakardı, sesi emrivaki. Öyle korkardım ki kendisinden yanımdan geçerken bile elim ayağım titrerdi, fakat yinede severdim kendisini. Bilirdim benim ve bizim için en iyiyi, doğruyu istediğini öyle davrandığını, kolay değildi koca bir okulu yönetmek. Öğretmenler sadece bilgi yuvası olarak görülmez anne ve baba görevi görürdü çocuklar üzerinde.
Çocukluğum fakirlik ve yokluk içerisinde geçti. Fakir çocukların o yetim bakışını iyi bilirim.
Kitap yok, kalem yok, defter yok! Geçmiş zamanda yazmış olduğum yazıları siler defteri tekrar kullanırdım öğretmenden azar yememek için. Abim ile kalemi ortadan keser bölüşürdük. Bizim çocukluğumuz mendil ve tırnak kontrollerinin yapıldığı, cetvel ellerin, köşede tek ayak üzerinde beklemelerin ceza olduğu, sobaların sınıf ortalarında var olduğu vakte denk geldi. Kilometrelerce yolu yürüyerek katettiğimi, bazen okula morarmış parmaklar ile geldiğimi hiç unutmam. Fakat Veli hocamın baba tavrı ile ellerimi ısıtmak icin ovuşturduğunu, soba başına oturttuğunu da unutmam.
Bizler fakirlik içinde okuyan çocuklardık, öğretmenlerimizi annemizi, babamızı saydığımız, sevdiğimiz kadar severdik.
Henüz çocuktum, ufacıktım
Erken öğrendim düşmeyi
Yalnız ayağa kalkmayı
Sadece kendime yaslanmayı
Yalnız ağlamayı
Kanayan dizlerimi sarmayı
Babasızdım ve yalnızdım
Elimden sıyrılan ipin hayal kırıklığını
Bilirim..
Küçükken bebeklerim olmadı benim
Rengârenk balonları uçurtmadım,
başka çocuklar gibi
Bilirim bir kalemi kardeş ile bölüşmeyi
Terlik ile kış günü okula gitmeyi
Montsuz üşüyen elleri, ayakları bilirim
Bilirim fakir çocukların o garip bakışını
Babaların utançtan yana düşen başını
Anaların çaresizlikten akan yaşını
Bilirim...
Kahvaltım bitince bayan garson (öğretmen) yanıma geldi vedalaştık. Bir öğretmenin olması gerektiği yerde değil de, garson olarak hizmet etmesi acıydı.
"Umarım olmanız gerektiği yerde olursunuz bir gün hocam" dedim veda edip ayrıldım. Zira Veli hocama verdiğim sözü tutamamış avukat olamamıştım, okuyamamıştım. Fakat avukat olmasam da asla okumaktan ve kitap kokusundan vazgeçmedim.
İnsan hayallerini değil de, hayatını yaşamak zorunda kalıyor BAZENDE..
Benim gibi, sizin gibi, herkes gibi.
BEN ÖĞRETMENİM
HAKAN YILDIRIM
Ben öğretmenim,
Kadim zamanla yaşıt bedenim.
Binlerce, milyonlarca yıldır
İlme şekil verenim.
Ben öğretmenim…
Ben öğretmenim,
İlmek ilmek işlerim bilgiyi
Taze dimağlara…
Ben, Orhun Yazıtları’nda Tonyukuk;
Ben, Yunus Dergâhı’nda Tabduk.
Hocası benim Fatih’in,
Ben Akşemseddin’im…
Devamıyım Yesevi’nin, Korkut Ata’nın
Asırlardır mimarıyım
Bu güzel vatanın.
Ben Şeyh Edebali’yim
Osman’ın yurdunda…
Bazen Sinan’ın kubbesinde,
Itri’nin en güzel bestesinde.
Bazen tahta başında
Mustafa Kemal’im.
Ben öğretmenim…
Dün Malazgirt’te,
Kosova’da, Viyana’da;
Bugün Çanakkale’de,
Anadolu’nun her yerinde
Hantepe’de, Lice’de, Dargeçit’te
Kara toprağa girenim.
Ben, Şehit Öğretmen Necmettin Yılmaz,
Ben Aybüke’yim…
Ben öğretmenim…
Benim; hak, özgürlük, adalet
Benim; doğruluk, dürüstlük, fazilet.
Binlerce yıldır solmayan bayrak…
Benim, vatanlaşan toprak.
Ben öğretmenim, ben öğretenim
Kadim zamanla yaşıt bedenim…
Ben öğretmenim…
ÖĞRETMENİM
SABAHAT EREN
Bir ışık gibi doğdun dünyama,
Elime kalem verdin,
Tek tek harfleri öğrettin öğretmenim.
Okudum, saydım
Senle bir bütün olmayı öğrendim.
Bölmeyi, bölünebilmeyi, paylaşmayı öğrettin öğretmenim.
Gecemi yıldızlarla, gündüzümü güneşle,
Ufkumu gezegenlerle donattın öğretmenim.
Zorlu yollarda rüzgar gibi esip geçmeyi öğrettin öğretmenim.
Bahçende tomurcukken,
Gül gibi açılmayı öğrettin öğretmenim.
Dünyaya açılmayı, okyanuslarda dalga dalga olmayı,
Bana mevsimler gibi rengarenk olmayı öğrettin öğretmenim.
Zorluklarla mücadele etmeyi,
Elif gibi dimdik durmayı,
Vav gibi eğilmeyi öğreten sensin öğretmenim....
24 KASIM SEVGİLİ ÖĞRETMENİM....
TAHİRHAN UYSAL
Bazen ağlayan gözlerime mendil oldun,
Bazen gülüşüme, sevincime ortak oldun,
Kimsem yok iken, bana Ana-Baba oldun,
Hayatıma Biyoloji, görünüşüme Fizik oldun Öğretmenim....
Seninle gülmenin tadına, bilginin zevkine vardım,
Yeri geldi cooğrafyam, yeri geldi Tarihim oldun,
Güzellikleri, iyillikleri, erdemi, şefkati göstererek aşıladın,
En güzeli ayaklarımın üzerinde durmama vesile oldun sevgili Öğretmenim....
Bilginle saygı ve sevgiyi öğreterek Hayat oldun,
Empatiyi göstererek, karşıdakini anlamamın psikoloğu oldun,
En iyiniz insanlara en çok faydası olandır düsturuyla,
Yolum oldun, rehberim oldun sevgili Öğretmenim....
Yıllar geçmiş olsa da her yirmi dört Kasım,
Bana, seni, şefkatini en önemlisi üzerime titreyişini,
Doktor, Avukat, Öğretmen ve Vali olsam da,
Bu işin arkasında hep sen varsın sevgili öğretmenim...
Ömrün boyunca 24 Kasım Öğretmenler günün Kutlu olsun Üüüğretmenim....
#ÖĞRETMENLER #BİR #GÜNE #SIĞMAZ.
LÂ- EDRİ
TURGUT ATAŞCI (YÖRÜKOĞLU)
"Ben devlet memuru değilim, ben bir öğretmenim" diye haykırmak geliyor içimden. Haksız mıyım? Her ne kadar devlet memuru statüsünde olsa da çok daha öte bir değeri yok mudur öğretmenin? Öğretmen, istese de sıradan bir devlet memuru olamaz.
Peki kimdir öğretmen?
Öğretmen, her şeyden önce yurduna ve yurdum insanına sevdalıdır. Geçmişin öğreticisi, geleceğin mimarı olan öğretmen yarınlara umutla bakar ve asla umutsuzluğa düşmez. Çünkü o öğretmendir.
Kendi öz kültüründen ve Başöğretmen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ten beslenerek cehalet karanlığını aydınlatmak için ilim meşalesini yakan bir idealist ve özveri abidesidir öğretmen. Sayısız eser meydana getirir ama imzası yoktur onun. O, bir "lâ-edri"dir. Anonim eserleri her yerdedir öğretmenin. En yüce makamlara nitelikli insan yetiştiren gizli bir sanatkârdır öğretmen.
Öğretmen çağdaştır, çok okuyan ve yeni yayınları takip eden bir kitap kurdudur. O bir şair, yazar ve hatiptir. Kelimelerle dans etmede mahirdir. Bir yetenek avcısıdır öğretmen.
Bilim ve teknolojiye hakim olanın her daim muzaffer olacağını ve yarınlara hükmedeceğini çok iyi bilir. İşte bu nedenle teknolojiyi kullanır ve bu alanda bilim adamları yetiştirir vatanı ve milleti uğruna cefakâr öğretmen.
Minik kalplere ince ince dokunur, bir ömür unutulmayacak izler bırakır ve ölümsüzleşir öğretmen. Anne ve baba ile eş değer bir konuma erişirken kimsenin bilmediğini bilen hep öğretmendir. Çünkü öğrencinin gözünde kahramandır onlar.
Geleceğin aydınlık dünyasına modern insan yetiştirmek gibi zor bir işi gönüllü yapar ve geleceği inşaa eder öğretmen.
Pazartesi günü ona kâbus değildir asla. Pazartesi sendromu yaşamaz, pazartesi aşkı vardır onda. İşini aşkla, sevgiyle, özveriyle ve bir sanatkâr edasıyla yapar ve bir eğitim neferi olarak görür kendini öğretmen.
Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, diyen Hz. Ali'nin hassasiyetini taşır öğretmen. Atatürk'ün : " Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır." sözünü unutmaz hiçbir zaman.
Yaşadığı toplumda hak ettiği değer verilse de verilmese de bu mesleğin kutsal olduğunu bilen eli öpülesi öğretmenlerime saygı ve selamlar olsun.
Gününüz kutlu olsun sevgili öğretmenlerim!