GÜLİSTAN DÖNERMİŞ ÇÖLE BE USTAM
GÜLAY ALCAR
İnsan yâr sevince böyle severmiş
Goncayken dönermiş güle be ustam
Aşkın ateşinden yanar kavrulur
Tutuşup dönermiş küle be ustam
Uçan kuştan esen yelden kıskanır
Sazındaki kırık telden kıskanır
Bir bakarsın kırk kat elden kıskanır
Dostları dönermiş ele be ustam
Hasret yüreğinde dem bağlar imiş
Kâhı güler imiş kâh ağlar imiş
Bazen durur bazen de çağlar imiş
Gözyaşı dönermiş sele be ustam
Hayalinde kara gözleri kalır
Yarin sevdasıyla yürek dağlanır
Her meltemde onun kokusu gelir
Hasretlik dönermiş yele be ustam
Saadet yalnızca hayalde, düşte
Üstüne bulunmaz çile çekişte
Yürek yangınları sönmez bu işte
Gülistan dönermiş çöle be ustam
MEN DAKKA DUKKA!
İHSAN ÜNLÜ
Araplarda meşhur atasözüdür bu başlık. Türkçesi, “Eden bulur!”
Tarihi hadiseler de göstermiştir ki kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz ve kalmamıştır da…
“Vaktiyle bir hükümdarın iyi kalpli bir veziri vardı ki sık sık “eden kendine eder” derdi. Bir de kötü kalpli veziri vardı ki bunu çekemiyordu. Bir gün onun hakkında hükümdara:
- Sultanım o hep sizin hakkınızda konuşuyor, güya ağzınız kokuyormuş. İnanmazsanız bu akşam dikkat edin. Sizinle konuşurken eliyle burnunu tutacaktır, dedi. Sonra da çıkıp iyi vezire koştu.
- Bugün öğlen yemeğini bizde yiyelim mi?
İyi vezir olur dedi ve ona kasıtlı olarak bol sarımsaklı yaptırdığı yemeklerden bolca yedirdi. Akşam sultanın huzuruna varınca mecburen hep eliyle ağzını tuttu.
Hükümdar bu durumu görünce içinden “tamam vezir doğru söylemiş” dedi ve bir mektup yazıp “bunu falan valiye götür” dedi.
İyi kalpli vezir:
- Baş üstüne sultanım, dedi.Mektubu alarak huzurdan çıktı.
Mektupta “bu mektubu sana getireni boğazla, derisini yüz, içine ot doldurup bana gönder” diye yazıyordu.
İyi vezir mektup elinde giderken hasetçi vezire rastladı. Kötü vezir elindeki mektubu görünce hemen sordu:
- Onu kime götürüyorsun?
- Filan valiye dedi.
Hasetçi bunun bir taltif mektubu olduğunu zannedip:
- İstersen ben götüreyim dedi.
Ve mektubu alıp valiye götürdü.
Vali mektubu okuyunca derhal onu öldürüp derisini yüzdü ve içini ot doldurup sultana gönderdi. Ertesi gün hükümdar iyi veziri karşısında görünce şaşırıp hemen sordu.
- Sen benim hakkımda ağzı kokuyor diyormuşsun öyle mi?
- Hayır, sultanım asla!
- Peki, akşam niçin burnunu tutuyordun?
Vezir olanları anlatınca:
- Sen haklıymışsın vezirim, eden kendine edermiş dedi. (Anonim)
Evet, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Bunda hiç şüpheniz olmasın. Yanına kaldı sanılanlar daha ağırıyla ahirette ödemeye tehir edilirler.
Ne var ki, gafil insanlar bunun farkına varamaz da yaptığı yanına kâr kaldı sanırlar.
Başlığımız olan Arap atasözünde de ifade edildiği gibi, kim ne yaparsa, karşılığını bulur.
Evet dostlar, bizim ‘etme-bulma dünyası’ dediğimiz şeydir bu. Aslında bizim yaptığımız davranışlar, söylediğimiz sözler, bize geri dönüşü olan eylemlerdir.
Herkes hayatını yaşarken, bir anlamda kendi kaderinin de örgüsünü örmektedir.
Yapılan anlamlı veya anlamsız; olumlu veya olumsuz her davranışımız, bize niyetlerimiz nispetinde hem dünyada hem de ahirette karşılık bulan değerlerdir.
Bu dünyada değilse bile ahirette mutlaka döneceğini Yüce Allah şöyle buyurur: “Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir…” (Zümer/70)
Yine Kuran’ın ifadesiyle; “Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar şer işlemişse onu görür.” (Zilzal/7-8)
Allah’ın adaleti er ya da geç mutlaka tahakkuk eder, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Neticede Allah mühlet verir ama asla ihmal etmez.
“Sakın sanma ki; Allah zalimlerin yaptıklarından gafil (habersiz ve ilgisiz)dir. Sadece onları, gözlerin dehşetle döneceği (korku ve şaşkınlıktan bakışlarına baygınlık geleceği) bir güne kadar ertelemektedir.” (İbrahim/42)
Hazret-i Mevlânâ der ki: “Bu dünya bir dağa benzer. İşlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir. Seslerimiz güzel de olsa, çirkin de olsa, dağa çarpar, döner yine bize gelir.”
Güzel seslenip güzel geri dönüşler almak varken, neden bu kubbenin altında kötü sesler yükselir?
BİRAZ EMPATİ LÜTFEN
NEVİN AKTEKİN GÜLFİRAT
Bir kizilderili atasözü derki "Beni yargılamadan önce benim ayakkabılarım ile kırk gün gittiğim yerlerden geç ondan sonra beni yargıla. " ne doğru bir söz...
Gelelim bu konuya nerden girdiğime ise;
İsyerimde herhangi günlerden bir gündü..
O gün güzel bir inci takımı takmıştım.
Yoldan geçen bir müşterim;
__ "O yakıyor incilerin çok güzel diye laf attı..
Kibarca teşekkür etim.
Sonrasında biraz boş boğazca;
__"Herşey paraya bakıyor işte bak ben takamıyorum ki " dedi..
Sanki bende pırlantalarla dolaşıyordum ya neyse...
Cevaben tebessüm ile ;
__Bunun para ile alakası yok takıştırmak değil, yakıştırmak önemli dedim.
O'da alakasızca başka bir konuya çekti bu mevzuyu...
__Bzim mahallede de var sen gibi takı takmayı seven bir Neriman abla öğretmen emeklisi kocası da ölmüş.
Bir giydiğini bir daha giymez bir taktığını da bir daha takmaz .Hele de kocası ölünce bütün mallar ona kaldı. Aylık sekiz bin lira geliri var onun bir kuruşunu kimselere vermez .
Mahallede de birde yetimimiz var ona bir şekilde duyuruyoruz şunlara bir el at diye. Ama o yetimlere bir kuruş verdiğini ne duyduk, ne de gördük...
Hep dünyalık derdinde Neriman abla.
Benden onu destekleyici bir söz beklerken O'na;
__ Allah ona o malı verdiyse bildiği vardır. Hem yıllarca o köy bu köy dememiş dolaşmış, çalışıp kazanmış hakkıdır. Hem sen nereden biliyorsun birilerine yardım yapmadığını, illa ilan mı etmesi gerek dedim?
Hemen soruma cevabını yetiştirdi.
__"Yok yok yapmaz o anca yesin paraları"
diyerek o kadına ön yargı ile yaklaşımını açıkça göstermişti..
Başkalarının hayatına kendi kirli camından bakarken ne yaparsanız yapın bazıları anlamıyordu asıl kendi camının kirli olduğunu işte...
Dayanamayarak;
__Ya yerse yesin afiyet olsun bırakalım ablam şu ön yargıları yapsın yapmasın kime ne sanki biz çalışıp kazandık o paraları bizim olmayandan bize ne ki..
Allah lütfetmiş vermiş..
Varlıkta yoklukta imtihan vesilesi biz kendi imtihanlarımıza bakalım sanki hepimiz sütten çıkmış ak kaşık mıyız ki elaleme kusur bulalım..
Kendimize bir bakalım boşver sende..
Ne desem boş anlamıyor haklı çıkma gayretinde almış sazı eline öyle şikayetten başka bilmeyen diliyle dedikodu üretme peşindeyken onu kendi haline bırakıp yanından ayrıldım.
Boşuna dememiş ünlü bilim adamı Alber Einstein "Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur diye...
GİTMEYİ BİLMEK
ÖZCAN KIYICI
Mağrur bir komutan gibiydin, giderken.
Bir kez baktın ardına.
Ama görmedin gözyaşlarımı.
Duymadın sessiz çığlıklarımı.
Beni öylece bıraktın.
.
Birlikte çıkmadık mı bu yola seninle,
El ele yürümedik mi,
Her türlü zorluğa birlikte göğüs germedik mi,
Birlikte gülüp, birlikte eğlenmedik mi.
Kollarım senin için dingin bir limandı, hani.
Huzur buluyordun gözlerime baktığında.
Hani cenneti yaşıyordun.
Yalan mı söylüyordun yoksa.
.
İsimlerimiz kazılı bu tahta masada söylerdik en güzel sözleri.
Sahildeki bu salaş çay bahçesinde…
Ellerimiz hep kenetlenirdi.
Bazı cevapları gözlerimizde arardık.
Birlikte ayrılırdık sonra buradan.
Anlamazdık zamanı.
…
İlk defa…
İlk defa tek başına ayrıldın bu masadan.
İlk defa pek çok soru bıraktın ardında, cevapsız.
Sensizlik korkuttu beni, önceleri.
Hele de o kahrolası sessizlik…
Yine de alışamadım ayrılığa.
Bir daha yaşayamam dedim.
Yaşadım.
Ne kadar da yaşamak denirse hani…
Önceleri nereye bakarsam sen…
Nereye gidersem sen…
Gölgem gibiydin sen.
Neden bıraktın ki geride hatıralarını.
Bir umut ışığı bile bu kadar önemliyken üstelik…
Çalan her telefon…
Her kapı…
Ama yoktun sen.
.
Terk ettiğin için değil, sana olan tepkim, inan.
Sen gitmesini bilemedin.
Gözlerindeki o nem bir umuttu benim için.
Sesin titriyordu.
Bakışlarını kaçırıyordun.
Dönüp de ardına baktın.
Yapmayacaktın.
.
Gelecekle ilgili planlar kurardık hep.
Her ayrıntı önemliydi üstelik.
Uzun uzun konuşurduk.
Hiçbir şeyi atlamayalım isterdik.
Ayrılığı da konuşabilirdik.
Neden gittiğini hala da bilmiyorum.
Belki de haklı nedenlerin vardı, kim bilir.
Paylaşmadın ki…
.
Önceleri hep güzel şeyler vardı aklımda.
Anarken acı bir gülümseme yayılırdı dudaklarıma.
O anları tekrar yaşardım sanki.
Sonra yüreğim sıkışırdı.
Nefes almakta zorlanırdım.
Neden gittiğini anlamaya çalışır, bulamazdım.
…
Senden sonra da buraya geldim defalarca.
Bu tahta masaya…
Garson da sormuyor seni.
Gelmeyeceğini o da biliyor.
Tek bir çay bırakıyor.
Demli…
Oturuyorum saatlerce...
Karşımdaki boş sandalyeye bakıyorum, boş gözlerle.
…
Biliyor musun, artık yalnızlığa da alıştım.
Hayır, seni sevdiğime hiç pişman olmadım.
Sevgimi hak edip etmediğini de düşünmedim.
Öyle büyük bir beklenti içine de girmedim ya zaten.
Sadece sevdim.
Yüreğimdeki o heyecanı, kıpırtıları…
Hayal kurmayı sevdim.
Birine ait olmak,
Onunla yağmurda ıslanmayı sevdim.
El ele dolaşırken, avucumda onun elini ısıtmayı,
Sarılmayı,
Sarılırken kokusunu içime çekmeyi sevdim.
Belki de sende, sevmeyi sevdim.
.
Uzun zaman geçti aradan.
Yine bu masadayız.
Bir kez daha denemek istiyorsun şimdi.
Bir kez daha beraber olmayı…
Ayrılığı unutmamı, döndüğünü söylüyorsun.
Ama yine sesin titriyor, bakışlarını kaçırıyorsun.
Gözlerin yine nemli…
Bu resmi hatırlıyorum.
Sanki dün gibi…
Sanki tekrar gidecek gibi…
.
Biliyor musun;
Yüreğim artık istemiyor seni, inan.
O eski kıpırtılar da yok.
Heyecan da duymuyorum, seni düşündüğümde.
Yağmurda tek başıma ıslanmanın da bir güzelliği varmış, anladım.
Rüyalarımda bile yoksun.
Üstelik hayal de kurmuyorum, seninle ilgili.
Şimdi ben gidiyorum.
Seni bu tahta masada bırakırken, tek başına;
Gitmek nasıl olur, gör istiyorum.
EY KÜHEYLAN
YAŞAR ADIYAMAN
Ey küheylan
Kısrak bedeninde yokluk sardı
her yanımızı
asıl olan hâsıl olmuştur
derdimiz çok,
eksilir bir yanımız hiç d/olmadan,
çoğalırdı küheylan...
ey küheylan,
her ayrılık çareye paye oldu
kuş bakışı baktım hayata
ötelerde ve yükseklerdeyim
düşlediğim apansız boşluk
tutar beni,
kuş kanadı yanlızlığımda
kanat çırpıyor ürkekliğim
yani korkuyorum
yani arıyorum itibarim var
yürek işçisiyim
ama işsizim
ey küheylan
ederi olmayan sevdanın peşine düştüm,
Yakup nebi'ye kanlı bir gömlek teselli
ve benden olan canlar ile aldatıldim
yer yüzü iblisleriydi yalanı satan,
elmas yerine bir avuç kömür aldım
kandım yandım.
can dayadım acıya
yedi dilden yedi ağıt yaktım
görmeyen gözlerde yedi renge büründü aşk,
anladım,
Yakup'un gözlerinde Yusuf'tur adım.
ey küheylan
anlat bu tavrın sebebini
yok olan değerleri
nasıl kaçıra biliriz yangından
tükenen ederleri
topla düştüğü yerden
döl vermeyen her kısrak erken ölür,
dök içinden gelenleri atıl ileri
kıtlık kıran bir değirmen ol
aşk diyarından gelsin ekmek kokusu
enel haktan al manayı
her yer aşk koksun
küheylan
ey küheylan
bakışında kirli avazım
çağım,
dündüm,
bu günüm ve yarınım,
adım,
şanım
namım
top yekun dirilişin asrindayim
el yakan soğuk suya daldır elini
ateş topla kardan
görkem yazılsın tekrar
okunmayan yazdın
biz bizeyiz haydi söyle
dudakların isyana durmasın gel dua eyle
azat et düşlerinden kabusları
ne dilersen dile,
diril küheylan hadi diril gün ile
ey küheylan
ölmek için doğmak gerekiyor ya
yaşamak için cesaret
koşmak için nal
herşey öyle başlar,
kısır at ölü sayılır
meydan atsız kalır
naldan vaz geçerse kısrak
nalbant işsiz kalır
sahte zaferler hilleyle kazanılır
kıyamet kopar doğru yanlışa uyarsa
hey be küheylan,
yağız atları kısraklar doğurur.
gel vaz geç yeniden doğur.
ey küheylan
şimdi bir kısrağın sancısında umudum
doğuruyor yeniden
var edenin nişanıyım,
nisyan eden isyan etsin
kendine
zerre miskal dirilir kendine
nas alemine terazi
"Kün fe yekün"sırrına mahsar her şey
umudumu tazeledim bekliyorum
her daim alevli bir yele uçuyorum
küheylan seninle uçuyorum uzak diyarlara
bakma küheylan bakma öyle.
YELLERE SORSAYDIN SÖYLERLER İDİ
YUSUF DEĞİRMENCİ
Sen benim yoluma çıkan kadersin
Buram, buram, özlem,özlem tütersin
Sevdiğimden nasıl şüphe ersin
Yollara sorsaydın söylerler idi
Yükseklerde uçtun,beni görmedin
Nerde nasıl diye kafa yormadın
Kimdir nedir diye bile sormadın
Hallere sorsaydın söylerler idi
Çıkıp ta bir yol çatına dursaydın
Ordan gelip geçenlerden sorsaydın
Düştüğüm halleri bir kez görseydin
Ellere sorsaydın söylerler idi
Yamaçlara nakış ettim adını
Bin yıl geçse unutamam tadını
Hala sensin şu gönlümün kadını
Güllere sorsaydın söylerler idi
Yaban yaprakların içinde çiçek
Sen idin bulunca sevindirecek
Bense sana doğru uçan kelebek
Dallara sorsaydın söylerler idi
Bakışların saplı kaldı sağrıma
Sabır deyip taşı bastım bağrıma
Türkü türkü çığırdığım çağrıma
Dillere sorsaydın söylerler idi
Sevseydin de umut olup kalsaydın
Sevinirdim sevdiğimi bilseydin
Havayı koklayıp, nefes alsaydın
Yellere sorsaydın söylerler idi
Bir rüzgârsın estiğinde kaçılan,
Bal şerbetsin yudum yudum içilen
Sana özlem, hasret dolu açılan
Kollara sorsaydın söylerler idi.