DÜŞTE GÖR!
ADNAN ÖZKAN
Düş te gör her yerde görürler hakir
Demezler yardıma muhtaç bu fakir
Kapanır yüzüne kapılar bir bir...
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Senden uzak durur eşin, akraban
Yoksa bir meşgalen, evin, araban
Kardeşlerin bile görürler yaban
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Bakkal selam vermez, manav ha keza
Evlatların bile çektirir eza
Ha anlat millete ilahi ceza
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Hanım yokluk diye söylenip durur
Dost bildiğin kişi düşmanın olur
Ne halden anlanır, ne de sorulur
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Parana bakılır, fikir kâr etmez
Dünyaya tapana zikir kâr etmez
Fakirin, garibin çilesi bitmez
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Arkandan eğlenip ederler alay
Hakkını arasan basarlar kalay
Bir lokma, bir hırka demesi kolay
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Dinimizin emri paylaşmak güzel
Alan elden üstün, bilki veren el
Hele bu zamanda beklemek hayel
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Kimse değer verip bakmaz yüzüne,
Kadir kıymet vermez asil sözüne
Her gün utanırsın bakıp özüne
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Yokluğu yaşarsın rüyada bile
Derdin sonu gelmez, hiç bitmez çile
Ağlarsın, sızlarsın her şey nafile
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Fakirlik var ise senin şanında
Bir hiç hükmündesin kulun yanında
Göçmenden farksızsın öz vatanında
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
Menfaat üstüne dünya düzeni
Baş tacı yaparlar halkı ezeni
Uzakta arama seni üzeni
Düş te gör gardaşım, düşmek nasılmış...
VAN DİYARI
BARIŞ ÖZMEN
Bir başka güzel bu sene,
Gönüllerde Van diyarı.
Sevdası işlenmiş tene,
Sevdalarda Van diyarı.
Edremit Erek’e bakar,
Muradiye serin akar;
Güzelleri canlar yakar,
Gazellerde Van diyarı.
İnci kefali tadını,
Gölden almış muradını;
Kim duyacak feryadını,
Türkülerde Van diyarı .
Van gölünün etrafında,
Saygı vardır eşrafında;
Ulu cami tarafında,
Dualarda Van diyarı .
Akdamardan Gevaş şehri,
Çatak Kanisipi nehri.
Kalesinde Tuşba seyri,
Yüreklerde Van diyarı .
Sıhke gölü kışın donar,
Hoşap kalesi Gürpınar.
Geleceğe tarih sunar,
Öykülerde Van diyarı .
Şair Barış dertli yazar,
Bitiremez azar azar.
İpekyolu gibi uzar,
Şiirlerde Van diyarı.
(Tam kafiye ve hece vezni ile yazdığım şiiri mavi vatan Van ilimize armağanımdır.)
BAŞI DİKTİR ÇANAKKALE’NİN
HARUN ÇINAR
Çanakkale Sema’dan bedir meleklerinin indiği bir savaş misali, tıpkı ölümün
Ölümsüzlüğü yakaladığı gibidir. Yerli ve yabancı birçok askerin can verdiği kutsal bir
Cephedir. Cephedeki bu direniş; bir milletin birlik ve beraberliğinin zirvesi, düşman için bin
Yıllık hayallerin yıkılışıdır. Düşmanların hasta adam olarak nitelendirdikleri bir devlet üzerinde
Kurdukları bu acımasız hayallerine en çok yaklaştıkları bir sırada, hedeflerini şaşırtan ve
Yıkan şey; bu aziz milleti iyi tanıyamamaları ve bölünmez birliğimizi hesaba çekmemeleridir.
Çanakkale ruhu bu millet için her an manevi güç ve kuvvet kaynağıdır. Savaş sırasında
Yaşananlar, tarihin alnına kanla kazınmış kara lekelere dönüşmüştür. Hiç şüphesiz
Çanakkale savaşları tarihin en güçlü direnişlerinden biridir. Bu cephe; Çanakkale boğazının sahipsiz olmadığını gösteren, Anadolu’nun dört bir
Yanından genç, yaşlı, küçük, büyük demeden herkesin koşarak geldiği bir yerdir. Tüm bu
İnsanlardaki bu ölümü bilmezliğin sebebi vatan sevgisidir. Türk milleti Çanakkale’de
Düşman askerinin karşısına dikilmiş ve onların üstün gücüne karşı göğüslerini siper
Etmişlerdir. Cephede göğsünü siper eden askerler; o gün bayramın erken saatlerinde camiye
Gider gibi; körpecik bedenlerini onurla kefensiz toprağa teslim etmişlerdir. Bu toprakları, bu
Bayrağı, bu vatanı: canları pahasına yarının bizleri için koruyarak, hepimizi şereflendiren
Gözü yaşlı ihtiyarlarımızın bizden bekledikleri sadece; iman ve vatan aşkıdır. Gelibolu yarım
Adasının her bir metre karesine altı bin kurşun yağdırılarak, toprağı adeta metal levha haline
Getiren düşmanlar tarumar oldular. 1916 senesinin ocak ayının da gece yarısı pabuçsuz
Ayaklarının ucuna basa basa Boğaz’ın zifiri sularında düşleriyle bertaraf olup gittiler .. Gittiler
Bir daha dönmediler.
1914 yılı 3 Kasım günü şanlı Türk milletinin 253 bin körpe fidanı kaybetmesine neden olan
Ölüm ateşinin tutuşturulduğu gündür. Türk askerinin bu kanlı savaşı kazanmasındaki sırrı
Damarlarında akan asil kandır. Gelibolu’ya, bu topraklara; dünyanın öbür ucundan karıncalar
Gibi üşüşmüştüler. Şehitlikler de uzanan atalarımız, taşıdığımız o derin ruhla düşman
Birliklerinin bin yıllık hayallerini Ege’nin kanla karışmış sularına gömdüler. Onlar ki bu
Toprakların iman ve vatan sevgisiyle yaşatıldığını tüm dünyaya haykırdılar. O derin ve azim
Ruhların kanları şanlı al bayrağımıza renk vermiştir. Birlik ve beraberlik anlayışını, vatan ve
Bayrak sevgisini, bizi biz yapan kutsal değerlerimizi temsil eden Çanakkale’yi saygı ve
Minnetle anıyoruz.
Çanakkale demek onur demek,
Çanakkale demek bölünmez bir millet demek,
Çanakkale demek vatan demektir...
ÖMÜR SERMAYESİ
İHSAN ÜNLÜ
Yaş kemale erdi artık dostlar, günler su gibi akıp gidiyor.
Lakin giden hep sermayeden!
Kulağımda ise bir türkünün tınısı, dilime pelesenk olmuş;
“Ömür bahçesinin gülü solmadan
Uyan gel gözlerim gafletten uyan
Ecel bir gün bize haydi demeden
Uyan gel gözlerim gafletten uyan.”
Aşık Veysel’in dediği gibi iki kapılı bir handa gündüz gece gidiyoruz işte…
Elimizde olmadan bir dünyaya gözlerimizi açtık ama imkanlar elimizde, aklımız yerinde olarak bir başka dünyaya yol alıyoruz.
Kimi zaman gafilce kimi zaman arifçe işler yapıyoruz. Görüyoruz ki evrende tesadüfe yer yok.
Ömür öyle ya da böyle geçiyor. Vakti gelen asli yurdu olan dar-ı bekaya göçüyor.
Lakin şu gök kubbenin altında eser bırakanlar, bedenleri ölse de ruhlarıyla yaşıyorlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar aslında sonlarını hazırlıyorlar. Fütursuzca ne kadar yükseklere çıkılırsa düşüşün o kadar acımasız sonu olduğunu hesaba katamıyorlar.
Eflatun’a iki soru sormuşlar. Birincisi; “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir? Eflatun tek tek sıralamış:
“Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla da ne bugünü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”
Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki sen ne öneriyorsun?”
Bilge yine sıralamış:
“Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.”
Tam da bugünün hastalığı olan “sun’i ihtiyaç” sendromu. Yani elzem olmadığı halde bir hevesle elde olmayana uzanma çılgınlığı.
Hız ve haz çağının dayanılmaz keyfini çıkarmaya çalışan tüketim çılgınlarının sonunda dayanıp tosladığı yer ise ‘acı gerçekler’ oluyor.
Üretime ve alın terine dayanmayan, kısa yoldan para kazanma ihtirasıyla yanıp tutuşan yürekler sonunda hayal kırıklığına ve depresyona yakalanmaktan kurtulamıyor.
“Hemen şimdi burada” anlayışıyla hayatı hızla tüketmenin bedeli ağır oluyor maalesef.
Yeri gelmişken konuyla ilgili bir anekdot sunalım. Hani şu meşhur “Kendi Kanını İçerek Ölen Kutup Ayısı” hikayesi;
Önce ağzı jilet gibi keskin bir baltayı buza gömüyorlar.
Sadece baltanın jilet gibi keskin ağzını birkaç milim dışarıda bırakıyorlar.
Sonra baltanın dışarıda kalan bu jilet gibi keskin ağzına kan sürüyorlar.
Çok geçmeden bir kutup ayısı kan kokusunu alıp baltanın gömülü olduğu yere geliyor. Kutup ayısı kanı yalamaya başlıyor.
Kanı yaladıkça dili kesiliyor. Dili kesildikçe kanı akıyor.
Kanı aktıkça yalamaya devam ediyor. Bir süre sonra kutup ayısı kansız kalarak ölüyor.
Kendi kanını içerek ölen kutup ayısına bu tuzağı kuranların bir amacı var:
Kürkünün zarar görmemesi. İsteseler kurşunla da öldürebilirlerdi. Lakin delinmemiş kürk çok fazla para ediyor.
Düşünebiliyor musunuz? Bir takım “insan(cık)lar” bir araya geliyor, kutup ayısının kürküne zarar vermeden onu nasıl öldürebileceklerini planlıyor.
Sonra planı uyguluyor ve kendi kanını yalatarak kutup ayısını öldürüyorlar…
Orada ölen keşke yalnızca kutup ayısı olsa!
Ölen koskoca bir insanlık!
Ölen cüzdan uğruna harcanan vicdan!
Ölen şeref ve haysiyet!
Ve tabi insanoğluna verilen paha biçilmez ömür sermayesi!
EN GÜZEL ŞİİRLERİ ÖLÜLER YAZAR
MENDUH BAYEZIT
Yaşamak neydi,
Nefes almak mı?
Çokça nefes alan cesetler gördüm
Çiçekler güzel olduğu için mi?
Güzel koktuğu için mi sevilir?
Bilmiyorum
Sana gülüm derdim
Kokunu bilmeden, yüzünü görmeden
Seni neden sevdim?
Bunu da bilmiyorum
Denizin mavi olmadığını da bugün öğrendim
Oysa maviyi deniz öyle olduğu için sevmiştim
Bilmiyorum işte
Bu soruların cevabını bilmiyorum
Her sorunun bir cevabı olmak zorunda değil ki zaten
Ama seni sevmekten öldüğümü iyi biliyorum
Salası okunmamış bir ölüyüm ben
Şiirlere tutunan bir şair
Bir cevap birçok soruyu aydınlatır belki
Beynimde deli sorular
Aklımda tek cevap
En güzel şiirleri ölüler yazar
HAYAT PAYLAŞINCA GÜZELDİR
NURAY ÖNGEÇ
Sevgili dostlarım, bugünkü yazım adından da anlaşılacağı gibi paylaşmakla ilgili. Kelimenin enerjisi bile çok güzel doğrusu. O kadar güzel ve derin bir sözcük ki; yediğini paylaşmak, sevgiyi paylaşmak, bilgiyi paylaşmak, zamanı paylaşmak, derdi kederi paylaşmak, mutluluğu paylaşmak ve daha onlarcası… Doğada her şeyin birbirine muhtaç olduğu bir düzende biz insanlar da birbirimize muhtacız. Ayrıca insan olmanın gereği en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olan sosyal yaşam var. Yapılan araştırmalara göre sosyal bir varlık olan insan, yaşama dair maddi ve manevi paylaşımları ölçüsünde ruh ve beden sağlığını koruyor ve uzun yaşıyor. Kendimizi sorgularsak, şimdi biz bu paylaşımların ne kadar içindeyiz acaba. Ben doğrusu bu konularda yetersiz olduğumuzu düşünüyorum.
20, 30 yıl ve daha da öncesini hatırlarsak, insan ilişkilerimiz, sosyal yaşamımız ne kadar farklıydı. Teknolojinin hızla gelişmesi, insanların büyük şehirlere göç etmesi, yaşam mücadelesi, ülkemizde ve dünyada olup bitenler, bizleri hem olumlu, hem de olumsuz değiştirdi. Teknoloji hayatı kolaylaştırırken, birbirimize yabancılaşmaya, bu dünya çarkında debelenip durmaya başladık. Bu da fıtratımızda, sosyal yaşam olması gereken bizlerin, psikolojisini zorluyor doğrusu. Gençlerimizde uyuşturucu, alkol, sigara ve şiddet artarken, buna intihar olayları da eklendi. Bunun bir nedeni zor yaşam koşulları ve işsizlik olsa da, başka birçok nedeni var. Saygısızlık, sevgisizlik, ilgisizlik, değersizlik, problem çözememe vs gibi. Kendini, insanı, hayvanı ve doğayı sevmeyen insanlar olarak, kaşları çatık, öfkeli, bencil, hoşgörüsüz ve saygısız bireylerden oluşan bir toplum olmaya doğru hızlı adımlarla gidiyoruz. Elbette teknolojiden son zerresine kadar yaralanacağız. Âmâ insani ilişki ve değerlerimizi de koruyacağız.
“Fatma teyze, annem bunu size gönderdi. Diyerek komşulara götürdüğünüz, annelerinizin yaptığı bir tabak yemek veya bahçedeki ürününüzden bir küçük sepet olmuştur çocukluğunuzda. “VEREN EL, ALAN ELDEN HAYIRLIDIR”, “EKMEĞİNİ YALNIZ YİYEN, YÜKÜNÜ YALNIZ TAŞIR”, “ KOMŞU KOMŞUNUN KÜLÜNE MUHTAÇTIR” ve daha birçok atasözümüzün olduğu, kadim bir kültürden gelen bizler ne çok mutlu olurduk. Geçmiş tarihimizde, askıda ekmek, camilerin en kuytu köşelerine konan “SADAKA TAŞLARI” genlerimize işlenmiş güzelliklerdir. Köylerde, kasabalarda ve küçük şehirlerde, hala sürdüğüne inandığım, imece usulü yapılan işler, bir zamanlar her mahalle, hatta her sokakta, hayata güzellikler katardı. Bu güzellikler yer yer devam etse de, biraz da pandeminin hışmıyla sekteye uğradı.
Elbette her şey bir gün biter, pandemi de ömrünü tamamlayacak, Biliyoruz ki yepyeni bir dünya düzeni bizi bekliyor günahıyla sevabıyla. Gittikçe insanlık ve toplum değerlerini kaybettiğimiz bu günlerde, güzelliğe dair ne varsa, daha derinden hatırlayıp hayata sokmak zorundayız. “ÇOĞU İNSAN, BAŞARIYI ALMAK OLARAK DÜŞÜNÜR, OYSA BAŞARI VERMEKLE BAŞLAR ”diyen Henry Ford’a, Mevlana şu değerli cümleyle büyük destek veriyor. “BİR MUM, DİĞER MUMU TUTUŞTURMAKLA IŞIĞINDAN BİRŞEY KAYBETMEZ”
Paylaşmak, hayatı yaşamaya değer kılan, en önemli ihtiyaçlarımızdandır. Acıların paylaşınca azaldığını, mutluluğun çoğaldığını hepimiz bilir ve söyleriz. Ama gereğini yeteri kadar yapmayız. “Ben” duygumuzun her geçen gün yoğunlaşmasından ve cep telefonu veya bilgisayarı dost kabul etmemizden, değişik sanal mecralarda gezerken , kendimize bile yabancılaşmaya başladık. Bu yaşam tarzını benimseyenler elbette daha çok gençlerimiz ve bu sorun hayli ciddi. Hâlbuki her türlü maddi ve manevi güzel ve doğru paylaşımlarda su kadar, hava kadar, sevgi ve güven kadar ihtiyacımız olan dostluklar başlar, büyür ve köklü sarsılmaz ağaçlar misali insana mutluluk ve güven verir. Bu güzellikleri gençlerimize aşılarken, biz de hayatımızı paylaşımlarımızla, daha yaşanır hale sokmalıyız. Buna zorunluyuz doğrusu.
Sevgili Dostlarım, teknolojide hızla robotlaşmaya doğru giden dünyamızda, bizler de robotlaşmamak için insanlığımıza sahip çıkalım. Hayatı güzelleştirmek inanın bizim elimizde. Farkındalıkla, anda kalarak ve bol paylaşımlı güzel hayatlar dileyerek, gönül hanenize bir şiirimi armağan ediyorum. Sevgilerimle…
Hayat Paylaşınca Güzeldir
Paylaşmak mutluluktur bunu herkes öğrensin
Anlat derdi kederi bir mum gibi erisin
Söyle güzellikleri çağıldayıp gürlesin
Unutma ki bu hayat paylaşınca güzeldir
Bil ki hayat paylaşmaktır acıları azaltmaktır
Yalnızca gülmek değil beraber ağlamaktır
Yalan denen dünyada mutluluklar tatmaktır
Unutma ki bu hayat paylaşınca güzeldir
Haydi sen de ey yolcu dök heybeni sırtından
Acı tatlı ne varsa düşsün artık bağrından
Özün saklamak değil korkma sen paylaşmaktan
Unutma ki bu hayat paylaşınca güzeldir
Dilinize sağlık...